Malum, bendeniz, “Anne Olunca Anladım” projesinin annesiyim... Aşkla yaptığım gazeteciliğe, biricik kızım Duru’yla birebir ilgilenmek üzere kendi seçimimle 40 ay ara verdikten sonra, annelikle bilgiyi paylaşmayı içeren mesleğimi birleştirmekten geri duramadım. 2005 Kasım ayında başlayan gazete sayfamı, Ocak 2007’de açılan www.anneoluncaanladim.com adlı sitem ve Şubat 2007’de de yine aynı adı taşıyan ebeveynlere yönelik TV programım takip etti. Dolayısıyla, adım bir kez “Anne Olunca Anladım”a çıkınca, herkes bana anne olunca ne anladığımı sorar oldu! İşte anladıklarımdan bir demet...
ANNE OLUNCA:
- Hayatın anlamını yeniden anladım, çünkü sanki hayata yeniden geldim! - Doğumun bir mucize olduğunu; hem doğarak hem de doğurarak bir mucizeye imza attığımı ve bunun yeryüzündeki bütün canlılar için geçerli olduğunu, - Annemi, anneannemi ve bütün anneleri anladım! - Dünyanın kaç bucak olduğunu, - “Maaşallah”, “Nazar değmesin”, “Allah korusun”, “Analı babalı büyüsün” sözlerinin içerdiği derin anlamları, - Sandığımdan daha güçlü ve dayanıklı olduğumu, - Yavruma örnek olmanın verdiği motivasyonla değiştiğimi, dönüştüğümü, hatta küllerimden doğduğumu, - Dünya bir yana, yavrumun benim için eşsiz değerde olduğunu ve hiçbir şeyle kıyas kabul edemeyeceğini... (Malum, doğurmadan önce eşime “Seni doğurmuş olsam ancak bu kadar severdim” gibi anne olmadan önce edilebilecek cümleler ederdim?!) - Aşk da neymiş, evlat sevgisinin değil üzerine çıkabilecek yakınından geçebilecek bir aşkın mümkün olmadığını ve olamayacağını, - Eskiden ne kadar çok boş vaktimin olduğunu ve bu boş zamanların kıymetini bilemediğimi, - Sabır etmenin gerçekte ne menem bir şey olduğunu... Ve sabrın sonunun selamet değil yine sabır olduğunu, - Uykusuzluğun ne olduğunu, 5 yıl boyunca 8 saat kesintisiz uyumamayı, - Ebeveynliğin öğlen yemeği molası, mesai bitimi, hafta sonu tatili gibi kavramları tanımayan 24 saat-bir ömür boyu süren “deli” işi bir meslek olduğunu, - Falanca filmi seyretmezsem ya da filanca konseri izlemezsem bir yerimin eksilmeyeceğini, - Sabahlara kadar eğleneceğim diye, kendimi telef etmenin manasızlığını, - Kedilerimle meğer annelik antrenmanları yaptığımı, - 0-3 yaş arası bebek bakımının en ağır işçilikten daha zor ve meşakkatli olduğunu, - 15 yıl emek verdiğim mesleğimi bile yavrum için riske edebildiğimi, - Özgür olmayı da, tutsak olmayı da bizzat kendimin yarattığını, - Doğurma yeteneğini Tanrı biz kadınlara lutfettiği için, (nihayet!) özel ve şanslı olduğumuzu, - Günde 15 kere hiç şikayet etmeden bebek bezi değiştirebilme yeteneğim olduğunu, - 19 ay emzirdikten sonra bile, “Ayyy, keşke 2 yıl emzirseymişim” diye kendime işkence yapma yeteneğimin olduğunu, - Hormanlarım ve içgüdülerim yardım etse de, anneliğin de emekle ve istekle öğrenilerek geliştirilen bir beceri, hatta bir sanat olduğunu, - Yavrumla ilgili herhangi bir konuda karar vermekte zorlandığımda; kurallar, hatta bilimsel veriler yerine iç sesimi dinlememin hayırlı olduğunu, - Yavrumla ilgili her konuda uçan kuştan nem kapabilecek kapasitede olduğumu ve suçluluk duymak konusunda anne olmayanlar dışında rakip tanımayacağımı, - Her çocuğun, biricik, özel ve benzersiz olduğunu ve yavrumun kendisiyle olan ilişkisini daha çocuk yaşlarda kaybetmemesi için disiplin ile özgürlük arasındaki dengeyi çok iyi kurmam ve doğaya güvenmem gerektiğini, - Yavrumun özellikle ilk 3 yıl benim adeta bir aynam olduğunu, - “Çocuk: Ömür törpüsü mü, bal küpümü?” sorusuna cevap verirken seçim yapılamayacağını, - Çocuk büyütürken endişelenmemenin ve suçluluk duymamanın imkansız olduğunu, - “Ay, ben çocuğumu kimseyle kıyaslamam” cümlesinin içten içe mümkün olmadığını, - Kadınlar arasında anne olduktan sonra müthiş bir annelik yarıştırma durumunun varlığını ve bu yarışta, ananın kızına kızın anasına bile acımadığını, - Çocuğu söz konusu olduğunda, bir kadının bir kaplandan farkı olmadığını, - Çocuktan sonra şefkat duygusunun pik yapmasıyla neredeyse “Ensesine vur lokmasına al” türü bir ruh haline girmekte hiç mi hiç zorlanmadığımı, - Anne olmanın kadınlığıma ve seksapalime de artılar kazandırdığını, - Öfkemi kontrol edebileceğimi, - Hijyen kavramının manasını ve gerekliliğini, ama anneler tarafından suistimale en yatkın konulardan biri olduğunu, - Anneliğin çoğu zaman eşittir abartmak olduğunu; kendime, duyguma, düşünceme mukayyet olmam gerektiğini, - Bütün bu abartmak konusundaki üstadlığa rağmen, hayatın gerçekte çok basit olduğunu ta içimde bildiğimi, - Yavruma hazırladığım her öğünde; alışverişinden sofra sunumuna kadar exlusive bir şef gibi davranabildiğimi, - Anneliğin bir tür “delilik” şekli olduğunu ve konuyu psikiyatri bilmine havale etmekten başka çare olmadığını, dolayısıyla annelerin çocuklarıyla olan ilişkilerinde kendi hallerine bırakılmalarının herkes için hayırlı olduğunu, - Babanın çocuk için anne kadar önemli bir figür olduğunu, ama yine de yavrumun beni babasından daha çok sevmesini içten içe arzuladığımı, - “Annelik kutsaldır, annelik şöyledir, böyledir” gibi şaşaalı cümlelerin tehlikeli olduğunu ve kadınların ağzına bir parmak bal çalmak gibi küçük hesaplar içerdiğini, - Doğumdan sonra nasıl ben eski ben değilsem, eşimle ilişkimin de aynı kalamayacağını, ama buna olumlu ya da olumsuz anlamlar yüklemenin manasızlığını, - Çocukla çocuk olmanın verdiği keyfi hiçbir şeyde bulamayacağımı, - Koşulsuz sevginin ne demek olduğunu, ama koşulsuz sevgiye rağmen evlatla bile, koşulsuz bir ilişki olamayacağını; dolayısıyla, eşle olan ilişkide kastırmanın absürtlüğünü, - Uykusuzluğun depresyon nedeni olduğunu, - Sessizliğin değerini, - Her şeyi ve herkesi affedebilmeyi, - Hayatta olumlu ya da olumsuz yaşadığım her şeyi bizzat seçtiğimi, - Sınırlarımın olmadığını, kendimi her koşulda yeniden yeniden varedebileceğimi, - Doğanın bildiğimden de güzel, harika ve sırlarla dolu olduğunu,