![]() Oyun ve oyuncak kavramlarını kızımın doğumuyla birlikte yeniden öğrendim, desem bana şaşırmazsınız sanırım… Malum, çocukların hayatı oyun. Aslında hayat da bir oyun… Zaten çocuklar da hayata hazırlanırken, ya da biz onların hayata hazırlanmalarına asistanlık ederken oynayarak öğreniyorlar. Örneğin; önce hareket etmeyi, el-göz koordinasyonunu, yaratıcı olmayı, insanları ve nesneler hakkındaki ilk bilgileri, düşünsel becerilerini geliştirmeyi, mekan bilincini, hatta konuşmayı, birey ve toplum bilinci kazanmayı, sosyalleşmeyi, kendi başına başarabilme duygusunu… Biz de, çocuklarımızın öğrenme sürecinde sevgi ve bilgiyle ve oyun kavramının sonsuz imkanlarından faydalanarak onlara rehberlik ederken; bir yandan hem çocuklarımızı tanıyıp anlama, bir yandan da potansiyellerine ulaşması ve geliştirmesi için yardım etme şansını yakalıyoruz. İşte bu nedenlerle de oyunla öğrenme arasında çok güçlü bir ilişki var. Üstelik, oyun ve oyuncak yardımıyla oynayarak öğrenme sürecinde, sizin onlara sunduğunuz materyallerin aslında fazlaca bir önemi yok… Yani, parmaklarınız da, tahta kaşık da, kağıttan yaptığınız gemi de, ipin ucuna astığınız mandal da bir oyuncak sonuçta… Fakat, o materyalle çocuğunuza nasıl bir oyun sunduğunuz; onu ilginiz, sevginiz ve ayırdığınız zamanla nasıl güven duygusuna hitap ederek motive ettiğiniz, ya da çocuğun hayal gücünü ve kişiliğini birleştirerek ne tip oyunlar kurduğu önemli. Aslına bakarsanız, çocuklar biz ebeveynlerin önce davranışlarını, sonra eğilimlerini ve ilgi alanlarını taklit ederek öğreniyorlar. Örneğin; siz geceleri uyumadan önce kitap okuyan biriyseniz, çocuğunuz da bu alışkanlığı büyük olasılıkla ediniyor. |
“BİR RUJ BİLE SÜRMEMİŞ!” Tabii, insan (hem ebeveynler, hem çocuklar) çağın oyuncaklarından da yararlanmak istiyor. Ben mesela, Duru 2 yaşına gelene kadar ona şu meşhur süslü püslü bebeklerden almadım. Ne zamanki oyuncakçıda, “Ben bu bebeği istiyorum anne!” dedi, “Tamam” dedim…
Şimdi ev, bütün zamane kız çocuklarının evi gibi o süslü püslü, kusursuz görünüşlü bebeklerden geçilmiyor. Hiç unutmuyorum; 2,5 yaşındayken babası safari kostümlü olanını hediye etmişti; “Bu ne biçim bir kız, bir ruj bile sürmemiş, hiç sevmedim” deyip attı bir kenara... Eee, çağın da dayattıklarından kaçamıyorsunuz. Her şeyde denge, deyip duruyorum ya… Fakat, oyuncak satın almanın dengesini ben şahsen kurabilmiş değilim. Çünkü ben bile baştan çıkıyorum ve oynamak istiyorum. O arada bazen kızım bahane oluyor, neredeyse “Yavrum, bu oyuncağı ister misin, ay ne olur iste” durumları… Öte yandan, 5 yaşına yaklaşan kızımın birçok yaşıtı gibi odasında bilgisayarı yok mesela, ya da televizyon onun oyuncağı değil! Bilgisayarla ve televizyonla minimum ilişki kurmasını ben şahsen bu süreçte daha sağlıklı buluyorum. Böylece kendisini, hayal gücünün sınırlarını ve dolayısıyla hayatı tanımak için hem daha çok çabası, hem de daha çok vakti oluyor. Kendi kendine oyunlar kurup, yalnız başına da oynayabilme yeteneğini geliştiriyor. Aslında bu oyun olayına öğrenmeyi öğrenmek de diyebiliriz; öğrenmekten haz almak, kendini ve hayatı tanımanın ve sevmenin yollarını keşfetmek… BİZ DE ONUNLA OYNAYARAK ÖĞRENİYORUZ |
|