Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
Yazı Boyutu:

OKUL MESELESİNE DERİN BAKIŞ!

Çocuklarımızın hem mutlu hem de başarılı bir okul hayatı olmasını istiyorsak, hepimiz değişmeliyiz...
“EĞİTİMDE DE BÜTÜNSEL YAKLAŞIM ŞART!”

“EĞİTİMDE DE BÜTÜNSEL YAKLAŞIM ŞART!”

14 yıldır devlet okulları ve özel okullarda, eğitim sisteminin müfredat çıkmazına kendini kaptırmadan yepyeni çözümler getirebilmiş cesur bir eğitimci Filiz Yıldırım... Farklı ve “verimli” bir eğitim sistemi oluşturan ve bunu sadece okul öğretimine değil hayatın kendisine uyarlayan bir ekol adeta... Kendisi ile eğitim sistemini ve anne-babaların çocuklarına nasıl yaklaşması gerektiğini konuştuk.


- Uzun yıllar devlet lisesi, özel okul ve dershane gibi çeşitli eğitim kurumlarında eğitimcilik yaptınız. Bu süreçte, eğitim sisteminde ve kullanılan yöntemlerde ne gibi eksik ve yanlışlara tanık oldunuz?
Belli cümller var. Ezber cümleler... Onların üzerinden gideyim. Birincisi ve en büyük yanlış: “Her çocuk aynı şekilde öğrenir!” Yani öğretmen; “Zeki çocuk vardır, zekası geri çocuk vardır. Bir öğretmen dersi işler, konuyu kendi yöntemleri ile anlatır. Zeki olan anlar ve sınavdan 100 alır ama diğer öğrenci kadar zeki olmayanlar düşük puan alır. Düşük not alanların daha çok çalışması lazım” diye düşünür. “ Ders herkese aynı şekilde anlatılır ve sonuçlardan öğrenci sorumludur.” En büyük yanlış bu! Artık sorumluluğu çocukların omuzlarından alıp, öğretmenlerin kendi omuzlarına koyması gerekiyor. Burada aile var, öğretmen var ve  çocuk var. Üçünün sorumluluğu paylaşması gerekiyor. Genelde veli toplantılarında anne, babaya -eğer işler yolunda gitmiyorsa- öğretmen tarafından şikayetler yağar; yok derse kendini vermiyor, geç geliyor, şunu yapmıyor, ödevlerini yapmıyor, çok dağınık gibi... Burada anne  baba tarafından öğretmene sorulması gereken önemli bir soru var: “Peki siz bu durumda ne öneriyorsunuz? Yani çözüm için sizin öneriniz nedir?” Bu soruyu sormanız gerekiyor. Yani sorumluluğu biraz da öğretmene yüklemek gerekiyor, ama burada kantarın topuzunun da kaçmaması lazım. Eğer özel okulsa bazı anne babalar da; “Okula gönderiyorum, şu kadar da para ödüyorum, ders çalışma alışkanlığını da öğretmen verecek, yok disiplinli olmayı da öğretmen verecek” gibi bir anlayış var. Sorumluluğu bir başkasına atmak gibi bir yanlış yapılıyor. Öncelikle herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor.

EĞİTİM SİSTEMİ ÇOCUĞUN RUHSAL DURUMU İLE İLGİLENMİYOR
İkinci yanlış ise: İnsan; beden, zihin ve ruh olarak üç parçadan oluşan bir bütün. Genel eğitim sistemi sadece fiziksel ve zihinsel gelişime hitap ediyor. Yani matematik dersi ile çocuğu zihinsel olarak geliştirmeye çalışıyor. Ruhsal kısmıyla ilgilenmiyor eğitim. Yani, “Çocuk bu bilgiler karşısında ne hissetti? Bunu hayatına ne kadar yansıtabildi? Daha önceki bilgileri ile nasıl ilişkilendirebildi?” bunlarla ilgilenmiyor. Sistem, öğretmeni bir verici, öğrenciyi de bir alıcı gibi değerlendiriyor ve öğretme işlemini mekanik bir işlemmiş gibi görüyor.

“Çocuk okulda kendini nasıl hissediyor? Öğrenmeye hazır mı? Öğrenmek istiyor mu?” Bu sorunun cevabı: “Hayır!” Buraya gelen çocuklarla hep çalışıyoruz ve ilk sorduğumuz soru bu: “ Okulu seviyor musun? En çok sevdiğin ders hangisi?” Hayır, okula gitmek istemiyor ki çocuk. “Sevdiğim ders yok” diyor. Şimdi böyle bir algıyla, bir çocuğun 12 yılını okulda geçirdiğini düşünün...

ÇOCUKLAR OKULU HAPİSHANE GİBİ GÖREBİLİYOR!
- İşkence gibi...

Okul tam tersi zarar veriyor çocuğa. Gitmese belki daha iyi. Bu anlamda çocuklar okulu hapishane gibi görüyorlar. Dolayısıyla, çocuğu bu algıdan kurtarmak lazım. Yani, çocuğu getirmeye çalıştığımız nokta şu: “Öğrenmek keyiflidir. Hayat öğrenmenin kendisidir zaten. Öğrenmek deneyimlemektir. Hayat bir öğrenme yolculuğudur ve hiç bitmez... Okul bunun sadece bir yönüdür.

- Peki bu iki büyük yanlış dışında başka neler oluyor? Çocuğun mutlu bir eğitim almasını neler engelliyor?
Ders deyince çocuğun tüyleri diken diken oluyor. Ve eğitim sistemi bilinç düzeyinde bir şeyler yapmaya çalıştıkça, bilinçaltında şöyle mesajlar veriyor: “Bu konuyu kafana yerleştir, sınavda yaz, 100 al ve sonra unut!”

- Yani geçici bir öğrenme hali empoze ediliyor çocuklara?
Evet, yap ve sonra unut! Bir önceki yıldan sorumlu değilsin. İki yıl öncekinden hiç sorumlu değilsin. Yani hayatı böyle saçma sapan bölümlere ayırmış durumda eğitim sistemi. Çıkış noktası kötü niyetli değil. Yani bir programlama, bir müfredat var... İşi kolaylaştırmak için geliştirilmiş bir şey, ama bu müfredata da hapsolmuş bir eğitim sistemi ile karşı karşıyayız. Öğretmen diyor ki; “Benim bunlarla ilgilenecek vaktim yok. Çünkü ben konu yetiştirmeye çalışıyorum.” Çocuk anlıyor mu, anlamıyor mu, bu sırada düştü mü, yaralandı mı?.. Tüm bunlarla ilgilenemiyor öğretmen. Çünkü öğretmenin de tepesinde ona bu konuları yetiştir, diyen bir sistem var.

EĞİTİMDE BÜTÜNSEL YAKLAŞIM ŞART!
- Kendi yönteminizi, yani “Totus Eğitimi” nasıl ortaya çıkardınız?
Ben 14 yıldır öğretmenim. En son üstün zekalı çocuklara özel bir okulda ders vermeye devam ediyorum. Kişisel gelişimim ve kendimle ilgili aldığım tüm eğitimleri sınıfta uygulamaya başladım. Yani ders müfredatının içinde çocuklarla bunu paylaşmaya başladım. Onlar da bu tür deneysel çalışmalara çok açık çocuklar. İnanılmaz sonuçlar verdi. Birincisi: Ben hiç olmadığı kadar çocukla özel bir ilişki kurmaya başladım, paylaşmaya başladım. Ve yaptığım dersin ders bittikten sonra koridorda, yemekhanede ya da diğer derste devam ettiğini gördüm. Yani çocuk benim dersimde müfredatın hapsolmuşluğundan kurtulup, gerçekten öğrenmeye ve deneyimlemeye ve bunun için istek duymaya, bu işten keyif almaya başladı. Sonra ben dedim ki, “Bu bir tek benim dersimde olmamalı, bütün disiplinlerde olmalı. Nasıl olabilir?” diye düşünürken Totus ortaya çıktı. Totus, latince bütünsel demek. Yani fiziksel, zihinsel ve ruhsal yanları kapsayan bir eğitim anlayışı demek. Bunun içine ailenin katılması kendiliğinden oldu. Çünkü geleneksel eğitimdeki en büyük yaralardan biri de şu; anne babanın veli toplantısına gelip bütün bilgileri öğrenip sonra eve giderek çocuğu köşeye sıkıştırması.

AİLEYİ İŞİN İÇİNE KATMAK GEREK!
- Oysa, tam tersi birlikte çözüm üretmek gerekmez mi?

Evet, birlikte çözüm üretmek yani aileyi işin içine katmak gerek. Bunu bir okul formatında gerçekleştiremediğim için böyle bir merkez açmayı tercih ettim. Çocuk buraya geldiğinde önce ona bir test uyguluyoruz: “Öğrenme Stili Belirleme Testi”. Yani çocuğun kanalları neler? Önce bunu belirliyoruz. Sonra, çocukla çalışmaya karar verdiğimizde anne-babaya diyorum ki, “Sadece çocuk değil siz de buraya kayıt yaptırıyorsunuz. Biz çocukla belli periyotlarda çalışacağız, ancak ihtiyaç duyduğumuzda -bu 4-5 seansda bir oluyor genelde- sizi de davet edeceğiz buraya. Belki sizinle tek başınıza, belki grup olarak, ihtiyacımıza göre tamamen esnek bir takım seanslar yapacağız. Buna “Evet” diyorsanız biz sizinle çalışacağız.” Çünkü sadece çocukla çalışmak hiçbir şey ifade etmiyor. Anne baba ile çalışırken de olay şu; “Bu çocuk dağınık, çok yaramaz, dikkat etmiyor” diye şikayet etmiyoruz. Anne bunları zaten biliyor ve zaten bunlarla savaşıyor.

Biz şunu söylüyoruz: “Siz 10 yıldır bu çocuğun annesisiniz ve bu sorunları yaşıyorsunuz. Siz kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” Annenin de problemi var bu noktada. Bu onun da tercih ettiği bir şey değil. Bu defa anne çözülüyor. “Ben böyle olmasını istiyorum. Karşılaştırıyorum başka çocuklarla” diyor anne ve böylece başka bir döngü başlıyor. Annenin ve babanın evde kendini iyi hissetmesi gerekiyor. O zaman bu iyilik çocuğa yansıyor. Bu anlamda da “Öğrenci Merkezli Aile Koçluğu” dediğimiz şey ortaya çıkıyor. Çözüm üretirken anne babadan da yardım alıyoruz: “Biz çocuğun ders çalışması için şöyle bir strateji geliştirdik. Siz ne dersiniz işe yarar mı? Daha önce denediniz mi bu yöntemi?” diye soruyoruz.

ÖĞRENMEK PEKALA KEYİFLİ OLABİLİR, OLMALIDIR DA...
- Uyguladığınız bütünsel eğitim, hangi yöntemleri bir araya getirdi ve nelere öncelik tanıyor?
Bizim için akademik anlamda ders, son yapılacak iş. Biz dersle başlamıyoruz. Öncelik çocuğun öğrenmeye hazır olması. Eğer gerekiyorsa tabii. Çocuk zaten buna hazır da olabilir. Eğer çocuk hazır değilse birebir seanslar yapıyoruz; oyunla, sanatla terapi ve duygusal özgürleşme teknikleri gibi... Öğrenmeye engel travmaları varsa, travma çözücü bir takım psiko-teknikler kullanarak çocuğun öncelikle, özgüvenli ve pozitif bir ruh haline sahip olmasını sağlıyoruz. Ondan sonra akademik olarak hangi dersten desteğe ihtiyacı varsa o derse başlıyoruz. Yani öncelik çocuğun öğrenmeyi talep etmesi.

Tabii bir de öğretmen faktörü var. Öğretmen ne durumda? Herkesin koşarak öğrenmeye gitmesini istiyorsak, öğretmenin de aynı ruh durumunda olması gerek. Bu nedenle öğretmenlerle de çalışmalar yapıyoruz. Oradaki slogan da, “ Öğretmek artık çok keyifli”
Bakın burada da keyif var. Keyif yoksa, içsel motivasyon yoksa orada işler görev icabı yürüyor demektir. Ama görev icabı bankada işler yürüyebilir, ancak okulda yürümez.

ANNE BABALIK BİR HİZMET ASLINDA...
- Sağlıklı bir başarı için sizce nasıl bir yol izlenmeli? Hem başarılı, hem mutlu öğrenciler nasıl yaratılabilir?
Bu soruyu anne babalar açısından yanıtlayabilirim. Anne babalar çocuk dünyaya getirirken bir bebek dünyaya getireceklerini zannediyorlar. O ilk 1 yıla odaklanıyorlar belki. Ama dünyaya çocuk getirmek, bir proje gibi ele alınması gereken bir şey. O çocuk dünyaya geldikten sonra nasıl bir hayat planlıyorsunuz? Evet ilk yıl bebek, sonra okul, sonra ergenlik, sonra bir yetişkinlik dönemi... Yani, uzun vadede aileye yeni bir birey katmak ne anlama geliyor sizin için ve bu konuda beklentileriniz neler? Uzun bir süre çocuk size muhtaç. Bakmanıza, doyurmanıza, ilginize, bir süre sonra paranıza muhtaç. Yani anne babalık, bu boyuta gelmiş bir ruha 18 yaşına kadar yardımcı olmak aslında, bir hizmet yani... Ama anne-babalar öyle düşünmüyorlar. “Çocuk sahibi olmak”tan söz ediyorlar. Daha da kötüsü kendi beklentilerini ve hayallerini gerçekleştirememiş bir kadın ve bir erkek, bir çocuk dünyaya getirip onun üzerinden var olmaya çalışıyor. Buna çok sık rastlıyoruz. Ve kendi beklentileri ve kendi egoları altında ezdikleri bir çocukla karşı karşıya kalıyoruz. Eğitimli anne-babalar (akademik eğitim) “Benimsin” duygusunu çok daha rafine bir şekilde veriyorlar çocuğa. Bu daha tehlikeli. Çünkü eğitimsiz olan doktor olmasını ya da mühendis olmasını istediğini söylüyor, çocuk da buna karşı bir tercih yaparak ya kabul ediyor ya da reddediyor. Eğitimli anne-babalar bu hissi daha alttan, gizli mesajlarla veriyorlar ve çocuk bu sefer kendi içinde çatışmaya başlıyor. Örneğin; çocuk “Ben tıp okumak istiyorum” diyor. Ama bakıyorsunuz, çocuğun hiçbir özelliği buna uygun değil. Yani bilinç ve bilinçaltı çatışması yaratılıyor çocukta.

“İŞLER KÖTÜ GİTTİĞİNDE TOPU TACA AT!”
- Çocuğu mutsuz eden bir eğitim anlayışı gelecekte ne gibi sorunları beraberinde getirebilir?

Okul bittiğinde bütün kitaplarını yakan çocuklar var. Üniversite bittikten sonra hiç kitap okumadığını söyleyen insanlar var. Yani bu eğitim bu insanlara zarar vermiş. Hiç gitmeseydi daha iyiydi. Öğrenmekten nefret eden, yeniye açık olmayan, kendisine düşünsel anlamda bir kutu yaratmış ve o kutunun içinde yaşayan bireyler üretiyoruz. Yani eğitim sisteminin doğruları ve yanlışları var; doğruyu yapan içeri girebilir ama yanlış yapan dışlanır. Bütün toplumsal çatışmalar bu eğitim sisteminin ürünü. Anlamak, empati kurmak, sevmek, bir işi yürrekten yapmak, tüm enerjinle bir şeye katılmak... Bunları öğretmiyor eğitim sistemi. Yani sorumluğu sadece öğrenciye yükleyen bu eğitim sisteminden, anne ve babadan şunu öğreniyor çocuk: “İşler kötü gittiğinde topu taca at!” Nasıl ki öğretmeni düşük notlar yüzünden öğrenciyi suçluyorsa, çocuk da ileride çalışmaya başladığında işler kötü gittiğinde; “Eleman suçlu, patron suçlu, sistem suçlu, Türkiye zaten böyle bir memleket, bu memlekette ne olur ki...” gibi sürekli şikayet edecek ve mızmızlanacak. Çözüm üretmeyen ve suçu başkalarına atan bir insan tipi çıkıyor ortaya. Yani taşın altına elini atabilen, deneyip yanılmayı göze alan cesur insanlar üretmiyor sistem.


DOĞRU OKULU SEÇMEKTEN ÇOK ÖĞRETMEN SEÇMEK ÖNEMLİ
- Peki ya veli öğretmen ilişkileri hakkında neler söyleyeceksiniz?

Öğretmeni “suçlamak”  hiç bir işe yaramaz, işleri daha kötü yapar. Beğenseniz de beğenmeseniz de -özel okul ya da devlet okulu- sizin çocuğunuzun öğretmeni. Ve sizinle kurduğu ilişkiden aldığı duyguyu götürüp çocuğunuza yansıtacak. Yani öğretmenle konuşurken çocuğunuzun öğretmeni ile konuştuğunuzu unutmayacaksınız. Çocuğunuza ne yansıtmasını istiyorsanız, onu vereceksiniz öğretmene. Örneğin; “Benim çocuğum ödülden hoşlanıyor. Benim çocuğum olumlu cümlelerden hoşlanıyor. Lütfen bunları söyleyin” diyeceksiniz ya öğretmene; hiç bir işe yaramaz. Onu öğretmene siz uygulayın. Yani çocuğunuzun neye ihtiyacı olduğunu düşünüyorsanız, bunu öğretmene birebir siz yaşatın. O da gidip ona yansıtacak aynı şeyi. “Bana bu konuda ne yapmamı önerirsiniz?” ya da “Birlikte ne üretebiliriz?” daha doğru cümleler. Bunlar her öğretmende işe yarar mı? Hayır, bazen çok zor durumlarla karşılaşılıyor. Orada da fazla ısrar etmemek gerekiyor belki.  Özellikle ilk 5 yıl, okul seçmekten çok öğretmen seçmek önemli.

Örneğin; bir özel okuldaki öğrencimizin öğretmeni, bir çocuğumuzun annesine ilaç önermiş. Ve demiş ki, “Sınıf 20 kişilik ve 13 öğrenci ilaç kullanıyor ve gayet iyiler. Siz de kullanın!” Yani 20 kişilik sınıfın 13 öğrencisi ilaç kullanıyor ve bunu öğretmen teşvik ediyor. Çünkü hareket etmeyen, uslu, dinleyen çocuklar istiyor.

- Bu çocuklar dersi dinliyorlar mı, yoksa uyuyorlar mı bu da başka bir konu...
Uyuyorlar! Bitkisel hayattalar. Ama annemiz bilinçli olduğu için “Kesinlikle ilaç kullanmayacağım” deyip başka çözümler aradı ve buraya geldi. Şimdi burada çocukla haftada bir çalışıyoruz. Öğretmeniyle irtibat halindeyiz. Ama bu emek isteyen bir iş. Bir çok anne-baba çocuğa bir hap verip rahat etmeyi tercih ediyor. Bu çözüm değil. Çünkü çocuk bu ilaçlara bağımlılık geliştirdiğinde çözümü olmayan daha büyük sorunlar yaşanabiliyor. Dolayısıyla, şimdi çocuğa yatırım yapmak lazım. Zaman ve emek harcamak lazım.

 

ÇOCUK, ANNE BABAYI KİŞİSEL GELİŞİM YOLCULUĞUNA ÇIKARAN BİR HEDİYE!
- Gerçek eğitimin ailede başlayıp yine aile ile devam ettiği konusu var bir de... Uzmanlar ailenin önemine dikkat çekiyor. Çocuk okulda iyi bir eğitim alsa bile ailesinden bunu destekleyen ya da bunun devamını getirecek bir destek göremediğinde, okula ve öğrenmeye karşı tepki duyduğu ve hatta okuldan soğuduğu söyleniyor. Bu sistemde veli, öğretmen ve öğrenci arasındaki ilişki nasıl dengelenebilir?

Bunun ilk başladığı nokta anne-baba okulu. Yani daha anne-baba olmadan önce bunun eğitimini almak... Çok klişe bir laf ama; “Her şeyin ehliyeti var, okulu var. Anne babalığın yok!” Gerçekten de yok. Çünkü anne-babalık çok farklı... Bir çocuk yetiştirmek gerçekten uzmanlık isteyen bir şey. Maalesef biz çocuğu dünyaya getiriyoruz, ondan sonra da deneye yanıla, yanlışları gördükçe onlardan vazgeçmeye çalışarak bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. İşte, çocuk 5-6 yaşına geldiğinde yuva ile anaokulu ya da okulla tanışıyor. Ama bu süreçte yapılan yanlışlar çocuğa kazınıyor. Yani geriye dönüşü olmayan bir takım hasarlar yaratabiliyoruz çocuklarımızda. Bu anlamda anne babaların çocuk için değil, kendi kişisel gelişimleri için eğitime açık olmaları çok önemli. Çocuk bir vasıta. Aslında çocuk, ebeveyn için, onları kişisel gelişim yolculuğuna çıkaran bir hediye. Anne gelip, “Zor bir çocuğum var” diyor mesela. Ben diyorum ki, “Ne kadar şanslısınız. Sizi zorlayan, sizi öğrenmeye, gelişmeye, kabul etmeye, hayata kolları açmaya zorlayan bir çocuğunuz var. O olmasaydı yerinizde sayıyor olacaktınız.” Çocuklar bu anlamda gerçekten misyon sahibi olarak geliyorlar dünyaya.

- Bu yaklaşımınız gerçekten de çok hoş. Yani annelik ve babalık yeni bir okula giriş gibi bir şey?..
Kesinlikle. Anne hamile kaldığı anda böyle bir okula giriyorsunuz gerçekten. Bir de öyle bir şey ki; vazgeçme şansınız yok! Yani çok ciddi bir okul: Başka bir okul olsa beğenmedim, zorlandım diye bırakabilirsiniz. Ama 5 yaşına gelmiş bir çocuk anneyi çileden çıkardığında annenin bildiği hiçbir çözüm işlemediğinde, anne yaratıcı olmaya,  onu kabul etmeye, her şeye rağmen ona sarılmaya ve çözüm üretmeye zorlayan bir okulun içinde. Bu anlamda gerçekten çok zorlayııcı ama çok da geliştiren bir okul, “anne baba okulu.”


- Günümüzde çocuklar çocukluklarını yaşayamıyorlar. Okul, dersler, dersaneler, ve velilerin çocuktan beklentileri çok yüksek. Ve beklentiler arttıkça da çocuk potansiyelinin çok daha altında bir verim gösteriyor. Kendine ve oyuna ayırdığı zaman azaldıkça depresyona giriyor. Tam bir kısır döngü. Bu nedenle spor yapan, ve çocukluğuna zaman ayırabilen çocuğun daha başarılı olduğunu düşünüyorum.
Evet, kesinlikle böyle... Spordaki disiplin hayatlarına yansıyor. Hani kısır döngü dediniz ya, çocuklar belki daha anaokulundan itibaren bu döngünün içine giriyorlar. Daha ilkokul 1. sınıfta hızlı okuma kursuna gidiyor çocuklar. Çünkü anne; “Onlar gidiyorsa benimki geri kalmasın. Benimki de gitsin” diyor. Yani daha 1. sınıftan başladı bunlar. Dolayısı ile SBS sürecine gelindiğinde, yani çocuk 4, 5. sınıfa geldiğinde destek almadan kendi başına yürütebilir noktada olmuyor.

ARTIK YENİ ŞEYLER ÜRETMEK, KARA TAHTA MANTIĞINDAN ÇIKMAK GEREK!
- Annem ve babam, hala lisede gördükleri konuları hatırlayabiliyor. Onların zamanında dershane yoktu. Sadece okul vardı ve üniversiteyi kazanmak için özel bir çaba sarfetmelerine de gerek yoktu. Peki ne oldu, da böyle oldu?

Bizden bir önceki kuşakla şimdiki kuşağı karşılaştırırken şunu atlamamak lazım: Onlar radyo dinleyerek büyüdüler. Onlar dinleyerek büyüdüler. Dolayısı ile oradan aldıkları bilgiler onların kendi kanallarıydı. Radyo frekansı gibi. İşitsel kanala 100.0 diyelim. 100.0’dan alıyorlardı onlar da. Böylece tamam oldu. Biz televizyonla büyüdük. Şimdiki çocuklar mamalarını reklam karşısında yiyorlar, 3 yaşında bilgisayar oyunu oynuyorlar. Beyin görsele, renge, bir sürü uyarana alışıyor. Sonra biz bu çocuğu 6 yaşına geldiğinde okula koyuyoruz, TRT radyosu gibi hala 100.0’dan yayın yapıyoruz. Ama çocuk artık 100.5’te. Almıyor çocuk! Çocuk bu başka dünyaya bakıyor, bakıyor ve 10 dakika sonra hareket etmeye başlıyor. Çünkü doğasını yaşıyor çocuk. Ondan sonra da bu çocuk “hiperaktif” diyoruz. Çocuğu etiketlemek yerine, “Biz nereden yayın yapıyoruz?” diye sormalıyız. Bizim işimiz bu. Para kazanan o değil benim. Dolayısıyla, benim ona ulaşmak için yeni yollar deniyor olmam lazım. Eğitim dönüşmedi maalesef. Son 20 yılda teknolojik ve görsel anlamda inanılmaz bir dönüşüm yaşandı, ama eğitim hala aynı. Ve sadece eğitimde bu böyle. Sağlıkta öyle değil mesela. Bir hastalığınız olduğunda yeni teknolojili hastane arıyorsunuz, modada öyle, mimaride öyle ama eğitimde hala kara tahta mantığı... Evet sınıflara teknoloji geldi. Projeksiyon var, bilgisayar var ama öğretmen onun içini nasıl dolduruyor? Çünkü eğitim fakültelerinde hala aynı şeyler öğretiliyor. Bu yüzden öğretmen ne yapıyor: Tahtaya yazacağı şeyi bilgisayara yazıp duvara yansıtıyor. Yani görselden anladıkları bu?! Eğitim teknolojisi kullanılmıyor maalesef. Bu sistem annenize hitap ediyordu, çünkü o radyo dinliyordu ama şimdiki çocuklara hitap etmiyor. Yani  biz eğitimciler de artık yeni şeyler üretmek, yeni şeyler söylemek zorundayız.


 

FİLİZ YILDIRIM KİMDİR?
Totus Eğitim Merkezi’nin kurucusu Filiz Yıldırım 14 yıldır eğitim dünyasının içinde bir öğretmen. 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu Yıldırım, devlet lisesi, özel okul, dershane gibi Türkiye’de ortaöğretimde faaliyet gösteren her tür eğitim kurumunda çalışmış ve eğitim sistemimizin açmazlarını birebir yaşamış bir eğitimci olarak, yıllarca çözümler üzerinde çalıştı. Dr. Judith Kravitz'ten Transformal Nefes eğitimi aldı, Hindistan Swami Vivekananda Yoga Üniversitesi'nin Yoga Öğretmenliği Programını tamamladı, Dr. İnci Erkin'den EFT eğitimi aldı; NLP, Transandantal Meditasyon, Çoklu Zeka gibi teknikleri öğrendi. Bu bilgileri öğrencileriyle paylaşarak, derslerine uygulayarak, öğrencilerinden aldığı geri bildirimlerle geliştirerek “Totus Eğitim Modeli” adını verdiği öğretim yöntemini oluşturdu. Alanında uzman ve yaratıcı öğretmenlerle, Çoklu Zeka konusunda yetkili psikologlarla bir ekip kurdu ve geliştirdiği modeli bu ekiple SBS’ye uyarladı. Üstün yetenekli öğrencilere eğitim veren TEVİTÖL’de de ders vermeyi sürdüren Filiz Yıldırım, ekibiyle birlikte Totus Eğitim Merkezi’nde ilköğretim öğrencileri için eğitime ve öğrenmeye yepyeni bir çözüm sunuyor, bu etkili yöntemle öğrencilerini başarıya ulaştırmanın keyfini yaşıyor.



BU YAZI DİZİSİNİN DİĞER BAŞLIKLARI İÇİN TIKLAYINIZ

DİZİ & ARAŞTIRMA BÖLÜMÜNÜN DİĞER KONULARI

Copyright 2007-2024 ® NETATÖLYE - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz alıntı yapılamaz.