Bana sorarsan (ki bu yazıyı ben yazdığıma göre maalesef
sormak zorundasın) ana baba olmak yukarıda saydıklarımın hepsidir ama, en çok da ana baba olmak
geçmişe duyulan bir özlemdir. İnsanın çocukluğunu tekrar yaşamasıdır. Masumiyete duyulan
özlemdir. O şeker tadındaki "eski günlere" duyulan bir hasrettir. Çocukluk dediğin sokakta çılgınca
ip atlayıp top oynamanın ötesinde birşeydir. Çocukluk "masumiyet"tir. Her şeyi hiçbir hesap ve kaygı
gütmeden yapmaktır. Çocukluk geçmişi ve geleceği değil "anı" yaşamaktır. Çocukluk insanları sadece
"insan"olarak görmektir. Dünyayı ise bir oyun yeri olarak... Mesela, bu akşamdan itibaren tek odalı
izbe bir gecekonduda yaşamaya başlasak; artık caf caflı odan, oyuncakların, plazma televizyonumuz,
mutfak köşe takımımız, Fransız danteli perdelerimiz bilmem neyimiz olmasa biz dumur oluruz ama sen
yine de şikayet etmezsin. Kendine oyalanacak ve kendini mutlu etmeye yarayacak birşeyler bulursun.
Bazen yerdeki bir taş ya da bir sopa, bazen bitmiş tuvalet kağıdının kartonu, bazen bir poşet senin
elinde nelere dönüşmez ki! Tuvalet kağıdının kartonunu korsan gibi gözüne tutup "Baba bak kara
göründü!" dersin. Ya da eline taşı alıp kaşlarını kızgın kızgın çatarak (Bu arada kaşlarını çatsan
bile maalesef kızgın ve korkunç olamıyorsun. Tipin müsait değil!) "Baba bak işte ben bu taşı
hırsızların kafasına vuracağım" dersin. Bir ipi eline alıp okyanusta balık tutar, küçük bir balık
beklerken karşına balina çıkınca çığlık çığlığa kaçıp gülersin... Çocukluk dediğin sokakta çılgınca
ip atlayıp top oynamanın ötesinde bir şeydir. Bir küçük çikolata yemeyi en pahalı restaurantlarda
yemek yemeye değişmemektir. Okulda teneffüs zili çalınca o 10 dakikayı oyun ve çığlık dolu bir
sonsuzluğa dönüştürmektir... Her ana baba günün birinde çocuk olmuştur. Ve maalesef her ana baba
günün birinde büyümek "zorunda" kalmıştır. Kimimiz bu sarsıntıyı bilinçaltımıza itip daha az sorunlu
atlatabilmişken kimimiz tüm ömründe kişilik bozuklukları yaşayacak şekilde hasarla atlatmıştır
(Benim gibi!). O yüzden her ana baba çocuğuna sarıldığında aslında farkında olmadan kendi içindeki
çocuğa da sarılmaktadır. O yüzden her ana baba çocuk sahibi olduğunda aslında farkında olmadan o
unuttuğu ya da kaybettiği "masumiyetinin" o parlak ışığına çocuğunun gözlerinde hayran hayran
bakmaktadır...
Sana baştan sona güzel şeyler yazmak isterdim. Hayat şöyle güzel yaşamak böyle
güzel diye uzun uzun satırlar dizmek isterdim. Yağmur yağınca toprağın kokusu, sevince sevgilinin
dudakları, baharda çimenler, kırlarda kelebekler çok güzeldir diye sana aydınlık bir tablo çizmek
isterdim. Ama maalesef bu kadar basit değil. Birgün eninde sonunda büyüyecek ve "masumiyetini" yavaş
yavaş kaybetmeye başlayacaksın. Dünyanın sadece bir oyun yeri olmadığını, masallardaki kötü kurtun
her an okulda, işyerinde, otobüs durağında, asansörde gerçekten karşına çıkabileceğini göreceksin.
Şeytan denilen varlığın kutsal kitaplarda değil, bizzat senin içinde yaşadığını göreceksin. Mutluluk
denilen şeyin saatler, günler sürmediğini, hayatın sadece "an"lardan ibaret olduğunu göreceksin.
Bunları gördüğünde üzüleceksin, bunu sana açıkça söyleyeyim. Ama şunu da söyleyeyim ki o "an"lardan
ibaret mutluluğu tatmak için bu bedeli ödemek zorundasın bebeğim. Ve de üzüldüğünde aynı
nehirlerdeki çamurun içinden elmas kırıntıları çıkaran Afrikalı köleler gibi kederin içinden
mutluluğu tırnaklarınla kazıyarak çıkarabilmelisin. Yeri gelince hayatı çok da ciddiye almadan hani
o eski çocukluk günlerindeki gibi hafife alarak yaşamayı becerebilmelisin. Mutluluk denilen sabun
köpüğünü patlayıp yok olmadan önce doyasıya, iliklerine, hücrelerine kadar sindirerek
yaşayabilmelisin. Yağmur yağdığında toprağın kokusunu ciğerlerine öyle bir çekmelisin ki, seni
görenler "Acaba bu kadın deli mi napıyor bu!" demeli. Güzel bir yemek yerken öyle bir zevkle
yemelisin ki, ağzının şapırtılarından yan masada oturanlar sana ters ters bakmalı. Güldüğün zaman
öyle bir gülmelisin ki, arkadaşların seni başkalarına anlatırken "Biraz çatlak bir kızdır ama çok
iyidir!" demeli. Sevdiğin zaman öyle bir sevmelisin ki, sevgilin "Bana niye bu kadar çok
sarılıyorsun, bıktım artık" deyip şikayet etmeli... Mutluluk denilen sabun köpüğünü yakaladığında
onun canına oku, onu iliklerine kadar sömür bebeğim. Bir de şunu unutma, büyüdünde sana diyecekler
ki yarısı dolu bardağın boş tarafını görme dolu tarafını gör. Böyle zırva sözlere fazla aldırma.
Bardağın boş ya da dolu tarafını değil, her baktığında "bardağın kendisini" gör. Hayat insana
sunulmuş bir armağan ve içinde ne olduğu önemli değil. İçindekileri nasıl yaşadığın önemli. Bunu
unutma...
Niye bu kadar sevimli ve tatlı olduğunuzu anladım. "Baba bak, sen de bir zamanlar
böyle çocuktun ve sen de bu kadar sevimli ve tatlıydın"demek için... Bana tekrar çocukluğumu
yaşattığın için sana teşekkür ederim birtanem. İyi ki geldin!..
Özgür
Kapar
|