Sevgili anneler, babalar,
Bu yazıda
çatışma çözme konusunda birkaç son söz ile grup çalışmalarıma katılan ana baba ve öğretmenlerin
yaşantılarından seçtiğim iletişim becerisi örneklerine yer vererek sizlere veda etmek
istiyorum...
İnsanlar bir arada yaşadıkları sürece aralarında çatışmaların
çıkması kaçınılmazdır. Önemli olan çatışmaların olmaması değil, onların nasıl çözüldüğüdür. Eğer
çatışma bir sorun olarak görülmezse çözüm de aranmaz. Bir taraf "Benim dediğim olacak" derse karşı
taraf da var olmanın gereği olarak "Hayır benim dediğim olacak" diyecektir. Oysa biz bilinci ile ele
alınan bir çatışma, bir sorun olarak ele alınır ve çözülür.
Damlatan bir musluğunuz varsa
ne yaparsınız? "Damlatma, benim dediğim olacak, kes damlatmayı!" der misiniz? Bu sizin için bir
sorundur, çözülmesi gerekir ve bu nedenle hemen çözümler üretmeye başlarsınız: Contasını
değiştirmeyi düşünürsünüz, vanasını kapatırsınız, tamirci çağırırsınız, yeni musluk alırsınız vs...
Ama onunla kavga etmezsiniz. İşte çocuğunuzla-eşinizle aranızda olan çatışmaları da damlatan musluk
gibi sorun olarak görürseniz, o zaman çözüm ararsınız. Bu arayış sırasında karşılıklı güven ve saygı
vardır. Sonuç başarılı ise, Yön.3'ün iyileştirici etkisi ortaya çıkar.
Çocuklar
kendilerine güven duyulmasından ve yetişkinmiş gibi davranılmasından çok hoşlanırlar. Karar
alındıktan sonra her iki tarafın da duyguları çok güzeldir. Çocukların Yön.1'de yaşadıkları
korku, kızgınlık gibi yıpratıcı duyguları yerini sevgi, şefkat, güven, saygı ve mutluluk gibi
duygulara bırakır. İyileştirici etkisi bu duyguların yaşanmasına bağlıdır. Şema ile
gösterelim:
Yön.1 ve 2 de üst-ast ilişkisi vardır.
1'de çocuktan ana babaya doğru hissedilen duygular, 2'de çocuğunun karşısında kendini yenik
hisseden ana babadan çocuğa karşı hissedilir. Oysa Yön. 3'te üst-ast ilişkisi yoktur. Yatay ve
eşit bir ilişki vardır. Bu nedenle savaş yerini barışa bırakır. Yön.1 ve 2 de üst-ast ilişkisi
olduğu için çekişme vardır, çekilmenin doğasında güç kullanma vardır. Oysa Yön.3'te güç
kullanımı yoktur. Çocukların, ana babalarının isteklerini elde etmek için kendilerine baskı
yapmayacaklarını bilmeleri, kendi isteklerini de ana babalarına yaptırmak için dayatmalarına gerek
bırakmaz. Bu nedenle Yön.3 kullanılan evlerde kuşak çatışması olmaz. Çünkü çocukların güçle baş
etmeleri gerekmez. Çocuklar ve gençler isyan edecek bir şey bulamazlar. Yön.3, çocuklarda korkuya
dayalı saygıyı yok eder, yerine güven ve sevgiye dayalı çok anlamlı bir saygıyı getirir.
ÇOCUĞUN ANA BABANIN İYİ NİYETİNİ BİLMESİ ÖNEMLİ
Yön. 3 bazen başarısız da
olabilir. Her iki taraf iyi niyetle ortak bir çözümde anlaşmış oldukları halde uygulamada sonuç
alamamış olabilirler. Bir ya da iki taraf da hayal kırıklığı yaşayabilir. Böyle durumlar bile
kızgınlığa yol açmaz. Çünkü çocuklar hayal kırıklıklarının Yön.1'deki gibi ana baba baskısından
kaynaklanmadığını açıkça görürler. Olumsuzluğa neden ana baba değil, dış etkenlerdir. Üstelik,
çözümde kendi paylarının olduğunu bilmek sonucu kabul etmelerini kolaylaştırır.
Sanıyorum
burada önemli olan çocukların ana babalarının iyi niyetini bilmeleridir.
Ana babalar da
Yön. 3'te çocuklarına güven duyarlar, daha doğrusu duymalıdırlar. Uygulamalara başlandığı ilk
zamanlar eski alışkanlıkla "Haydi yapsana, hani söz vermiştin" gibi hatırlatmaların olmaması için
özen gösterilmelidir. Çocukların yapmaları gereken şeyleri yapmalarını hatırlatmak, onların sorumlu
davranabileceklerine güvenmemek demektir. Ana baba sorumluluğu çocuğa vermedikçe çocuk da sorumsuz
davranmayı sürdürecektir. Öyleyse, "Ya çocuğum anlaşmamızı unutursa..." düşüncesiyle önceden
hatırlatmaktansa, unutursa "Ben İletisi" göndermek daha iyidir.
Yön. 3'ün çocuk
üzerindeki etkisini özetleyelim:
Yön. 3 aile ve sınıf iklimini yumuşatır,
çocukları olgunlaştırır. Çocuğun eğitiminde ana banın, öğretmenin işini kolaylaştırır ve onları
çocuk üzerinde etkili kılar. İyileştirici bir etkisi vardır. Bu iyileşme birlikte, baş başa bir
sorun üzerinde çalışırken ve tatlı bir sonuca bağlarken yaşanan güzel duyguların sonucudur.
Artık yaşanmış örneklere gelmek istiyorum:
Gordon öğretisi ile tanışmadan önce Fen
Lisesi'nde danışmandım. Fen liselerinde son sınıf sosyal derslerin öğretmenlerinin özellikle
ikinci dönemde işleri çok zordu. Çocuklar üniversitede sosyal bölüm seçmeyecekleri için bu derslerde
test çözmek isterlerdi. İki öğretmen arkadaşım vardı. Şimdi rahmetli olan bu arkadaşlarımdan biri
tarih, diğeri Fransızca öğretmeniydi. Öğrencilerden öğrendiğime göre hem öğretmen, hem de öğrenciler
için sorun olan bu durumu bakın nasıl çözmüşlerdi:
Tarih dersinde:
Öğretmen:
Çocuklar test çözmek istediğinizi biliyorum ve anlıyorum. Ama benim de ders işlemem lâzım. Konuyu
işlemeden bu deftere işledim diye yazamam, bunu yapamam. İsterseniz her derste beş kişi benim
masamın yanına gelsin. Ben onlarla sessizce dersi işleyeyim, diğerleri test çözsün. Ama yazılıda
hepiniz her konudan sorumlu olacaksınız.
Hiç sorun çıkmadan anlaşmaları sürmüştü.
Fransızca dersinde:
Çocuklar: Fizik dersinde falan konuyu tam olarak anlayamadık. Bu
derste hep birlikte sizin de desteğinizle (Bu öğretmen fizik konusunda da yetkindi) üstünden geçmek
istiyoruz.
Öğretmen: Fransızca konuşarak çalışırsak neden olmasın?
İNSAN ONURUNA SAYGI!
Bu iki arkadaşım birçok öğretmenden farklı öğretmenlerdi.
Çocuklar onlara hiç sorun çıkartmadıkları gibi, onların söylediklerini dikkate alır, hatta onların
değerlerini kendi değerleri yaparlardı. Bunun nedeni çocukların bu öğretmenler yanında kendilerini
var ve değerli hissetmeleriydi. Onların esnetilebilecek kuralları esnetmeleriydi. Kurallara sıkı
sıkıya bağlı olan ve onları çocuktan daha değerli gibi gösterenlerse çocuklar üzerindeki etkilerini
kaybettikleri için onları etkileme şanslarını da kaybederlerdi. Bu arkadaşlarım da benim gibi Gordon
öğretisini bilmiyorlardı. Ama bildikleri çok önemli bir şey vardı bence: İnsan onuruna saygı.
Özellikle ergenlik çağındaki gençler varlık savaşındadırlar ve onurlarına çok düşkündürler.
Gordon öğretisi ile tanıştığımda, tüm ana baba ve öğretmenlerin bu öğretiyi öğrenmeleri ve
uygulamaları gerektiğini düşündüm. Okullarda ve halka açık seminerler vermeye başladım. Bir yuvada
verdiğim seminerden sonra tüm öğretmenleri ve velilerinin tümüne yakını ile grup çalışmaları yaptım.
Çocukların en yakınlarının, değer verdikleri büyüklerinin iletişim biçimlerini değiştirmeleri onları
nasıl etkileyecekti? Bunu çok merak ediyordum. Çünkü benim savım; büyükler değişince çocukların da
dolaylı olarak değişecekleriydi. Gordon örneklerinde bunu görmüş ve inanmıştım, ancak bizde nasıl
olacaktı? Ana babalarda ise evde ve yuvada güven ortamı içinde gelişen çocuklarının ilkokula
gittiklerinde "uzaydan gelmiş" yaratıklar gibi muamele görüp görmeyecekleri konusunda duydukları
kaygı ağır basıyordu. Zaman içindeki deneyimler beni haklı çıkardı ve çok mutlu etti. (Bu yuvanın
ilkokula gittiğinde öğretmeniyle sorun yaşayan bir öğrencisinin olayını hatırlıyor musunuz? Evrensel
doğrulardan ‘Birin değeri' değişim bir kişiden başlar ve yayılır.)
Sizlere bu yuvada
yaşanan olaylardan seçmeler sunacağım. İfadeler, bana olayları yazan öğretmenlere aittir. Bu
örnekler çocuk-çocuk ve büyük-çocuk iletişimi örnekleridir. Çocukların isimleri
değiştirilmiştir.
Orta gruba yeni kayıt yaptıran Ahmet adlı öğrenci oyun saatinde
yanlışlıkla kendisine çarpan Ezgi'yi herhalde şikâyet etmek üzere bana yönelir.
Ezgi: Ahmet, bir sorun yaşadığımızda gidip öğretmene şikâyet etmiyoruz. Sen
bana rahatsız olduğunu söyledin mi? Canının acıdığını söyledin mi?
Ahmet:
Hayır.
Ezgi: O zaman ne söylemen gerekiyor?
Ahmet:
???
Ezgi: Çok üzgünüm. Sana bilerek çarpmadım. Özür
diliyorum.
Yine orta gruba yeni gelen başka bir öğrenci tatlı kaşığını yere düşürdü ve bana
seslenip "Öğretmenim kaşığım düştü" dedi.
Murat: Sorunumuz olunca biz hemen
öğretmene gitmiyoruz. Ne yapman gerekli?
Oytun: ???
Murat:
Yeni geldiğin için mutfağın neresinde kaşık var, bilmiyorsundur. Gel benimle, bir kerelik
sana nerede olduklarını göstereyim. Ama sonra kendi başına alacaksın.
Bu iki örnekte
farklı eğitimlerin farkı, ne denli belirgin değil mi? Çocukların her sorunu olduğunda büyüklerin işe
müdahil olmasının doğal sonucu olan bağımlılıkla; etkili eğitimin sonucundaki atılganca ve bağımsız
davranışlar gece ile gündüz gibi.
Yine orta grupta kızlar evcilik saatinde evcilik
oynuyorlar ve Burak da onlarla oynamak istiyor, fakat kızlar şiddetle karşı çıkıyorlar.
Burak: Siz beni istemediğiniz zaman ben ne hissediyor olabilirim?
Kızlar: Üzülüyorsundur. Fakat biz oyunda "baba" olsun istemiyoruz.
Burak: Ben ağzımı açıp baba olmak istiyorum demedim ki... Hemen de erkek olmak
istediğimi düşünmüşsünüz. Ben köpek de olabilirim. Olur mu?
Kızlar: Olur.
Burak kızların kendisi ile empati yapmalarını sağladı. Hırçınlaşmadan durumu özetledi ve
önerisini atılganca dile getirdi, amacına ulaştı. Bu örneğin benzerini Etkin Dinleme'de
anlatmıştım. Oradaki oğlan çocuk kızlara "Kapıcınız olayım" diyerek kendini oyuna aldırmıştı. Bu
çocuklar yetişkin olduklarında başarısızlık karşısında yılgınlığa düşerler mi? Kabahati karşıda
aramak yerine istediklerini elde etmek için uğraşır ve başarı için yeniden yeniden denerler mi?
Büyük gruptan Ece elinde bir fotoğraf makinesi ile geldi. Birkaç resim çektikten sonra
makinasına bir zarar gelebileceğinden endişelendiğini belirterek kaldırıp kaldıramayacağımı sordu.
"Tabii" diyerek ofisteki yüksekçe bir askıya astım. Bir süre sonra Ece makinesini istediğini
söyledi.
Ben: Şu anda meşgulüm, (Faaliyet saati) biraz bekleyebilirsen
verebilirim.
Ece: (Yüzüme bakıyor ve düşünceli görünüyordu.)
Ben:
Makineni hemen almak istiyorsun, bekleyecek olman seni üzdü.
Ece:
Hayır öğretmenim, sorunun bana ait olduğunu düşünüyordum. Sizden yardım istemeden önce
kendim halletmeliydim.
Ben: Bunu düşünmen hoşuma gitti. Yalnız ben makineni
ofisteki yüksek askıya asmıştım.
Ece: Olsun. Yüksekte olsa bile, sandalyeye
çıkıp alabilirdim. Hem alamazsam sandalyeleri yükseltebileceğimi biliyorum. Hiçbir şey yapamazsam
siz varsınız.
Bu çocuk herhalde 5-6 yaşındadır. Muhakemesine ve sorumluluk duygusuna hayran
olmamak elde değil. Biz büyüklerin kullandığı her bir etkili iletişim becerisinin çocuklar
üzerindeki etkileri çok kıymetli. Sorun kimin konusunu ciddiye alan bir büyüğün çocuğun gelişmesine
katkısına güzel bir örnekti. Çocuk yardım istemeyi en son çare olarak düşünüyor.
Orta grup
öğrencilerinden Ezgi ve Murat sanat odasında aynı sandalyeyi yerine kaldırmak için çekiştirip sorun
yaşıyorlar.
Ezgi: Önce ben aldım Murat, Bu yüzden ben koymak istiyorum.
Murat: Ben de koymak istiyorum. (Çekişme uzadıkça Ezgi'nin gücü tükenmek
üzere)
Ezgi: Biliyorum sandalyeyi sen de kaldırmak istiyorsun ama önce ben
aldığım için sana vermek istemiyorum. Bu davranışından rahatsız oluyorum, üstelik canım da acımaya
başladı.
(Murat davranışına devam ederken Burak durumdan rahatsız oldu ve)
Burak:
Sorunu böyle çözemezsiniz. Her ikiniz de mutsuz olabilirsiniz. Eğer sandalyeyi Ezgi alırsa
Murat üzülecek, Murat alırsa Ezgi üzülecek. İkiniz de nasıl mutlu olursunuz?
Ezgi ve Murat
düşünmeye başladılar, o anda...
Ezgi: İkimizi de mutlu edecek bir çözüm
buldum. Sandalyenin bir kolunu ben, bir kolunu Murat tutar, öyle koyarız. Bunu ister misin
Murat?
Murat: Tamam.
Ezgi "Ben önce tuttum napalım?" yaklaşımı
sergilemeden tam da yapılması gerekeni yapıyor, önce Etkin Dinliyor, sonra da Ben Dili ile kendini
anlatıyor.
ANNE BABA HAKEMLİK YAPMAMALI
Eğer ana babalar ve öğretmenler
bu örnekte olduğu gibi, çocuklar aralarında çatışma yaşarlarken işlerine karışıp hakem ya da hakim
rolüne soyunmasa, onlar sorunlarını kendileri çözebilecek ve bağımsızlaşma yolunda
ilerleyebilecekler. Kardeşler arasındaki çatışmalar da bu şekilde çözülür. Ancak birbirlerine zarar
verme noktasında işe karışarak Yön. 1 kullanmak bile gerekebilir. Bunun dışında yapılması gereken en
fazla Burak gibi davranmak olmalıdır.
ÇOCUKLARIN BİZ BİLİNCİ
Havanın güzel olduğu bir gündü. Orta grup öğrencilerini bahçeye çıkarmıştık. Bir ara Naz ile
Ezgi'nin bahçede olmadığını fark ettim. Diğer öğretmen arkadaşıma sordum, o da görmemişti. İçeri
girdim, nerede olabileceklerine bakıyordum. Banyodan sesler geliyordu. Naz ağlıyor, Ezgi onu teselli
ediyordu.
Ezgi: Biliyorum, şu anda çok üzülüyorsun. Çiş yaptığın için
utanıyorsun. Üzülmeni istemiyorum. Hem "ağlama arkadaşımız" sorunlarımızı çözemiyor, biliyorsun.
Naz: Biliyorum ama çok utanıyorum.
Ezgi: Evet. Ben de
utanırdım. Büyüdük diye değil mi? Ama sen oyuna daldın, yetişemedin ki!
Naz:
Hı hıı
Ezgi: İstersen sana yardım edebilirim. Çantanı getiririm, hem
seni kimse görmemiş olur.
Naz: Evet. Lütfen...
Ezgi: Bak
sorun çözüldü gördün mü? Hemen çantanı getiriyorum.
Ben bu örneği okuduğumda içimden
ağlamak gelmişti. Bilmem siz nasıl hissettiniz? Çocukların içinde zaten biz bilinci var. Eğer biz
büyükler çocukların önünü kesmesek onlar her şeyin üstesinden gelebilecek potansiyele sahipler. Tek
ki gerekli gereksiz müdahale etmeyelim, sorunlarını çözebileceklerine güvenip kendimizi
tehlikeli bir durum yoksa geri çekelim. Örneklerdeki öğretmenin tutumu dikkatinizi
çekmiştir.
GEÇEN YILIN ANA BABA GRUP ÇALIŞMALARINDAN BAZI ÖRNEKLER:
Beyza her akşam yemek yerken tüm kürdanları masaya saçar ve onlarla oynadıktan sonra toplaması da
bize kalırdı. Dün akşam yine kürdanları dökecekken:
Baba: Beyza'cığım, tüm
kürdanları döküp oynuyorsun, toplaması sana zor geldiği için bu iş bana kalıyor. Bu hiç hoşuma
gitmiyor.
Beyza: O zaman beş tane çıkartıp oynayayım.
Beş tane yetmedi,
beş daha çıkardı, sonra birlikte topladık.
Ben Dili çocuklara ana babalarının neden rahatsız
olduklarını anlattığı için çocuk üzerinde etkilidir.
Başka bir
örnek:
Reha'cığım (9 yaşında) pazar günü dedi ki:
Reha:
Anne sana her zaman her şey söylenmiyor. Ama şimdi eğitime gidiyorsun söyleyebilirim. Sen
bir şey yapmamızı isterken suçlar gibi söylüyorsun, o zaman bizim de içimizden yapmak
gelmiyor.
Anne: Ben de farkındayım, bunu neden yaptığımı bulmaya çalışacağım
dedim. O zaman babasına dönüp "Babaların eğitimi de var mı?"dedi.
İşte kilit burada "Suçu
gelin yapmışlar sahibi bulunmamış" diye bir atasözümüz bile var. Çocuğun itiraz ettiği davranış veya
yapması gereken şey değil. O, suç işlemediğini kanıtlamaya çalışıyor. Ayrıca söyleneni yaparsa suçu
kabul etmiş olacak. O nedenle itiraz ediyor.
Annenin anlattığına baktığımızda, çocuk
kabulü yaşayacağından emin olduğu için annesini rahatlıkla eleştirebiliyor. Anne de geri bildirim
aldığı için iyiye, güzele doğru kendini geliştirme şansını yakalıyor.
Reha bir gün de
annesine "Anne bak sen hep yapma diyorsun ya, yapma ne demek? Yap demek, biliyor musun?" demişti.
Çocuklarımızı dinlersek, onlardan çok şey öğrenebiliriz.
Yine aynı anneden başka
bir öykü:
"Çok güzel bir parkta dolaşırken kızım Berna (6 yaşında) düştü ve iki
parmağını hafif incitti, ağladı, onu sarmalamaya çalışırken, Reha da biraz ötede çimlerin üzerinde
kendisinden üç yaş büyük teyzesinin oğluyla boğuşuyordu. Reha için her şey yolunda diye düşünüp
onların yanına gitmedim, kızımla ilgilendim. Ama daha sonra kuzeninin fiziksel üstünlüğü karşısında
zorlandığını hissedip oğlumun yanına gittim, sessizce durdum, aralarındaki güreş son buldu. Reha
ağlamaklı:
Reha: Zaten siz beni hiç dinlemiyorsunuz.
Anne:
Seni dinlemediğimizi düşünüyorsun.
Reha: Ben yokmuşum gibi
davranıyorsunuz varsa yoksa Berna.
Anne: Seni dikkate almadığımızı
düşünüyorsun.
Reha: Evet evet beni dikkate almıyorsunuz. (Ağlamaya
başlıyor.)
Anne: Üzülmüşsün, canım benim.
Reha: Evet hep
Berna hep Berna...
Anne: Berna'ya daha çok önem verdiğimizi
düşünüyorsun.
Reha: Evet, işte bu yüzden ben de bütün öfkemi Berna'dan
çıkartıyorum. Ona kötü davranıyorum. Bunca zaman bunu size anlatamadım ya yuh olsun bana.
Rahatlamıştı ve tekrar kuzeninin yanına gitti. Giderken de bana, "Bu kadar yeter" dedi. Bu
konuşma, bir sorun karşısında oğlumla yaptığım en uzun konuşmaydı."
Annesinin onun yanına
gitmesi, sessizce beklemesi bile Reha'ya kendini önemli hissettirmiş, duygulandırmış ve içini
açmasına neden olmuştu. Konuşma sırasında annesinin etkin dinlemesi ile kardeşine neden kötü
davrandığı gerçeğini dile getirdi. Bu konuşmadan sonra Reha'nın kardeşine olan davranışlarının
değiştiğini öğrendik. Kabul ve bunu tam olarak çocuğa anlatan etkin dinleme adeta sihirli bir değnek
gibidir..
Başka bir örnek (Erdinç 6 yaşında):
Erdinç:
Yemek yemeyeceğim.
Anne: Demek canın bir şey yemek istemiyor.
Erdinç: Evet.
Anne: Bazen olabilir, insanın canı bir şey
yemek istemeyebilir (Buradaki farkındalık ve kabul önemliydi benim için, çünkü eskiden yine kabul
eder ama ısrar da ederdim, bu sefer sustum.)
Biz yemeğe başladık. Beş dakika sonra gelip
sandalyeye oturdu, bir dakika sonra da yemeğe başladı. Üç köfte ve bir tabak pilav yedi.
KABUL KABULÜ GETİRİR
Aynı anneden bir örnek daha:
Cumartesi akşamı misafir gelecek. Bu arada Erdinç sabah yorgun uyandı ve huysuz.
Erdinç: Ben onların gelmelerini istemiyorum.
Anne: Demek
onlarla beraber olmak istemiyorsun.
Erdinç: Evet istemiyorum.
Anne: İnsan bazen birisiyle olmak istemeyebilir, bana da oluyor...
Erdinç: Sen olsan ne hissederdin? Telefon et gelmesinler.
Anne: (Duygusal olarak çok yoğundu, anladım ki çok uykusuz ve yorgun, hiç cevap
vermedim).
Erdinç: Ara gelmesinler. (Ağlamaya başladı).
Anne: (Bekliyorum bitmesini ama bitmiyor daha da ağlıyor) Erdinç'çiğim, tamam
sen Yiğit ile olmak istemiyorsun, anlıyorum, ama Ahmet ve Seda bizim arkadaşlarımız ve biz birlikte
olmak istiyoruz.
Erdinç: Ben istemiyorum, ara gelmesinler.
"Sabırla
dinledim ama tıkandık aynı noktada, tek çözümü vardı onların gelmemesi. Cevap vermedim. Bu arada
Erdinç'i uyuttum. Uyandığında misafirler gelmişti. Beni odasına çağırdı, biraz durduk, iki
dakika, "Burada yalnız başıma kolaj yapmak istiyorum" dedi, peki dedim... 15 dakika sonra odasından
çıktı ve güzel sayılabilecek bir akşam geçirdik."
Bu örnekte olduğu gibi sorun bazen
çözülmez. Ama çocuğun duygularının, isteklerinin kabulü adeta onun ruhunu yelpazeler. Rahatlar,
ferahlar. Belki de olayı kafacığında tartar ve bu kez o durumu kabul eder. Kabul kabulü getirir.
Fazla uzatmamak için daha fazla örnek yazmak istemiyordum ama sözünü ettiğim yuva
çocuklarının birkaç örneğini daha yazmadan edemeyeceğim.
Erman (4 yaş):
Öğretmenim arkadaşlarım benimle dalga geçiyor.
Öğretmen: Arkadaşlarının konuşması hoşuna
gitmemiş, üzülmüşsün, kızmışsın.
Erman: Evet çok kızdım.
Öğretmen: Ne
yapabilirsin?
Erman: Onlara duygularımı anlatabilirim.
Öğretmen sorununun
sorumluluğunu çocukta bırakıyor.
4 yaşındaki Ezgi'nin uyuması gerekli. Yattı ama
huzursuz.
Öğretmen: Uyumak istemiyorsun galiba.
Ezgi:
Öğretmenim uyumak istiyorum da uyanınca hemen eve gitmek istemiyorum. Biraz oynamak
istiyorum.
Öğretmen: Oyun oynamadan okuldan ayrılmak seni üzüyor.
Ezgi: Evet.
Öğretmen: Ne yapabiliriz?
Ezgi:
Belki beni biraz erken uyandırabilirsiniz. Biraz oynar, sonra giderim.
Öğretmen: Bana uyar, tamam.
Öğretmen sorununun sorumluluğunu çocukta
bıraktığı için, çocuk da çözümünü üretti.
Aşağıdaki örnek çocukların tümüyle yuvanın
sahibi olan eğitimci arasındaki bir sorunun çözümü:
Öğretmen: Oynamanız için
aldığım oyuncakları haber vermeden eve götürüyor ve getirmiyorsunuz. Bu benim için bir sorun.
Oyuncaklar eksiliyor, eksik olunca bir işe yaramıyor, bu da beni üzüyor. Neden götürmek istediğinizi
konuşalım mı?
1. Çocuk: Aynısını almak için çarşıya çıktık, ama bulamadık. O
yüzden okuldakini aldım.
2. Çocuk: Ben götürdüm, oynadım, sonra getirdim.
3. Çocuk: Sizin üzüleceğinizi düşünmedim, yarın getirebilir miyim?
Öğretmen:
Sizi dinledim ve nedenlerinizi çok iyi anladım. Ancak oyuncaklarımız bu şekilde azalırsa neler
olabilir, bunları tartışalım.
4.Çocuk: Okulda oyuncak kalmaz, yeni çocuklar
geldiğinde bu okulda da hiç oyuncak yokmuş derler ve okulumuzu beğenmezler.
5. Çocuk:
Bize hırsız diyebilirler.
6. Çocuk: Oyuncaksız okulda bizim de
canımız sıkılabilir.
Öğretmen: Bu sorunu hepimizi mutlu edecek şekilde nasıl çözebiliriz?
Ece: Ben buldum. Biz eve artık hiç oyuncak götürmeyelim. Oynamak istersek hafta
sonu sizden izin alıp götürelim. Hem evde doya doya oynarız, hem de okulun oyuncağı eksilmez.
Öğretmen: Bu beni mutlu eder. Yalnız bir çizelge yapalım, alan adını yazsın, ya da
küçük bir resim yapsın.
Öğretmen bana sorunun tümüyle ortadan kalktığını, hatta birkaç ay
sonra bu yöntemle kitaplıktan da kitap alıp getirmeye başladıklarını yazmıştı.
Yine okul
sahibi ile tüm çocuklar arasındaki bir sorunun ele alınmasına başka bir örnek:
Öğretmen: Çocuklar tuvaletlere kağıt ve oyuncak attığınız için tuvaletler
tıkanıyor. Tamircilere para veriyorum ve pislik olduğu için de çok üzülüyorum. Bunun bir daha
yaşanmaması için ne yapabiliriz?
1. Çocuk: Kağıtları atmamalıyız.
Öğretmen: Ama yine de unutabilirsiniz diye kaygılanıyorum.
2. Çocuk: Buldum.
Siz bir resim çizin, yapıştırın, hatırlamamız için.
Öğretmen: Ama ben iyi resim yapamam.
3. Çocuk: Tamam, biz sizin için çizeriz. Sonra tuvaletlere yapıştırırız.
Öğretmen: Olur. Resimlerinizle sizi odamda bekliyorum.
Öğretmen sonucu şöyle anlatmıştı:
"Resimler çizildi. Hepsi çok mükemmeldi. Fotokopileri çekilip tüm tuvaletlere yapıştırıldı. Hepsi
konuya çok dikkat edip birbirlerini kontrol ediyorlar. Sorumluluğu aldılar ve sorun tümüyle
bitti."
KATILIM İLKESİNİN SIRRI
Sevgili anneler, babalar, son iki
örnek çocukların düşünce selini nasıl uygulayabildiklerini ve kazan-kazanın ne kadar çabuk
yapılabildiğini göstermesi açısından önemli. Dikkat etmemiz gereken en önemli şey de çocukların
karara uymaları. İşte bunun nedeni daha önce de söylediğim gibi alınan kararda paylarının olması,
sorunu sahiplenmeleri. Buna "katılım ilkesinin sırrı" diyoruz.
Kızları top oynamaya
almayan 5. sınıf erkek öğrencilerinin aldıkları karardan sonra kendi aralarında konuşmalarını
hatırlıyor musunuz? Öğretmenleri, birinin diğerine "Biz ne yaptık şimdi? Kendimiz karar verdik,
cayamayız da..." dediğini duymuştu. Çocuklar dile getirmeyi bilemeseler de kendilerine olan
saygıları nedeniyle Yön.3 kararlarına uyarlar.
Örnekler bitmez, son sözleri söylemeden
çok şirin bir örnek ile bu bölümü sonlandırayım.
Naz hafta sonu boncukları ipe dizerek
yaptığı kolyeleri okula getirerek birini Lâl'e hediye ediyor. Daha sonra Merve aynı kolyeyi
beğenince Naz, Lâl'den kolyeyi geri almak için izin istiyor. Alıyor ve Merve'ye hediye
ediyor. Lâl bir süre sonra Naz'a giderek,
Lâl: Biliyorum bana hediye
ettiğin kolyeyi izin alarak geri aldın. Fakat Merve'ye hediye edeceğini söylemediğin için ben
çok üzüldüm. Çünkü beni sevmediğini düşünüyorum.
Naz: Hayııır. Sadece o çok
beğenince onu sevindirmek istedim.
Lâl: Ama önce bana verdin.
Naz: Ama izin aldım. Sen de verdin.
Lâl: Evet ama geri
vermeyeceğini anlayınca üzülmeye başladım. Onu sevindirdin, ama ben üzüldüm.
Naz:
Anladım.
Lâl: Beni de mutlu etmek ister misin?
Naz:
Tamam buldum! Evde daha boncuk var. Sen istediğin rengi söyle, ben sana başka bir tane
kolye yaparım.
Lâl: Pembe.
İnanır mısınız, şu anda bu örneği
değerlendirmek değil, bu çocukları bulmak, nasıl gençler olduklarını görmek geliyor içimden. Ne
kadar muhteşemler değil mi? Daha önceki bir yazımda "Çocuklar kendiliğinden öyle ya da böyle
olmuyorlar. Sen-Ben ya da Biz bilinci ile kurduğumuz baskıcı ya da etkili iletişim ile çocuklarımızı
şekillendiriyoruz" demiştim. Aslında biz onları şekillendirmiyoruz, bir kez daha yineleyeyim, kimse
kimseyi değiştirip, şekillendiremez. Kişi ancak kendini değiştirebilir. Ana baba ve öğretmenler
değiştikçe çocuklar da onlara uygun davranıp kendilerini yapılandırıyorlar.
Bu örnekteki
sevgili Naz, acaba daha sonraki kararlarında bu olayın etkisini hisseder mi dersiniz? Hiç şüpheniz
olmasın. Yeter ki çocukların deneyimlerinden ders almalarına izin verelim.
Yazı dizisinin
başlarında "Çocuğunuzun büyüdüğünde hangi kişilik özelliklerine sahip olmasını istersiniz?" diye
sormuş ve çalışmalarımda aldığım yanıtları sizlerin de vereceğinizi bildiğimi söylemiştim.
Hatırlayalım: Sorumluluk duygusu gelişmiş, öz güvenli, kendine ve çevresine duyarlı ve saygılı, hak
yemeyen, hakkını yedirmeyen, özgür düşünen ve düşündüğünü ifade edebilen, sorunlarını çözebilen,
bağımsız ama bağlı bir yetişkin olmasını her anne-baba ister.
Yukarıdaki örneklerdeki
küçücük çocuklarda bile bu özelliklerin var olduğunu net olarak görebiliyoruz değil mi? Bu nasıl
oldu? Yalnızca büyüklerin sen-ben paradigmasından biz paradigmasına; baskıcı ya da ödün veren
iletişimden etkili iletişime geçişleriyle oldu.
Benim son sözlerimden önce yine sözü bir
miniğe bırakayım:
ÖDÜL VARSA CEZA DA VARDIR!
Servis sürücüsü tüm
çocuklar indikten sonra 4 yaşındaki Nalan'a seslenir.
Sürücü:
Nalan'cığım al, sana bir şeker veriyorum.
Nalan: Amca teşekkür ederim ama
neden yalnız bana verdin?
Sürücü: Çünkü sen bana hiç sorun çıkartmıyorsun.
Sana ödül olarak verdim.
Nalan: Al o zaman şekerini. Sende ödül varsa ceza da
vardır. İstemiyorum.
Ne muhteşem bir değerlendirme değil mi?
Çocuklarınızın bu
çocuklar gibi olmasını istemez misiniz? Kim istemez ki. Yapılacak tek şey, çocuğu değiştirmekten
vazgeçip kendimizi değiştirmek.
Bu değişiklik sırasında bilincinde olmamız gereken bir konu
daha var:
Lisede okurken bir coğrafya
öğretmenimiz vardı. Fikret Hanım. Sınıfa "Sıpalar" diye girerdi, "Sıpalar" diye çıkardı. İçerik
hakaret olduğu halde, bu "sıpalar" sıfatı bize hiç de hakaret gibi gelmezdi. Sanki öğretmenimiz
sıpalar derken göğsünü açıyor ve hepimizi içine sokuyor gibi gelirdi bize.
İşte sevgili
anneler, babalar çocuklarınıza ne söylediğiniz değil, onu nasıl söylediğinizdir önemli olan.
Yapmacık kabul konusunda söylediğim sözü hatırlayalım. "Sözler yalan söyler ama gözler söylemez".
Sesimizin tonu, mimiklerimiz, bedenimizin duruşu çocuğumuza söylediklerimizden daha çok şey anlatır.
Ve önemli olan ilişkinin bütünüdür. Çocuklar büyük resme (ilişkinizin tümüne) bakarlar ve
söylediklerinizi ona göre değerlendirirler.
Çocuğum orta okuldayken ona bir konuda
haksızlık ettiğimi düşünüp "Kerem'ciğim kusura bakma ...yı hak etmemiştin, çok üzüldüm"
dediğimde, omzuma sevgiyle dokunarak "Boş ver anne, olur böyle şeyler, ne önemi var ki?" diyerek
beni teselli etmişti.
Denetleyen değil "Etkileyen Anababa" olma yolundaki uğraşlarınız
kolay gelsin.
Sevgi ve saygılarımla...
NOT: Bu yazıların
düzenlenmiş, genişletilmiş, ödevler ve bazı konularda örnek yanıtlarla zenginleştirilmiş hali, kitap
olarak Sistem Yayıncılık tarafından Kasım ayı içinde basılacak.