Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
DENETLEYEN ANNEDEN ETKİLEYEN ANNEYE
BİRSEN ÖZKAN
Psikolog-Eğitimci
Yazı Boyutu:
Çatışma çözmede yaşanmış örnekler

Sevgili anneler, babalar,
Bu yazıda çatışma çözme konusunda birkaç son söz ile grup çalışmalarıma katılan ana baba ve öğretmenlerin yaşantılarından seçtiğim iletişim becerisi örneklerine yer vererek sizlere veda etmek istiyorum...


İnsanlar bir arada yaşadıkları sürece aralarında çatışmaların çıkması kaçınılmazdır. Önemli olan çatışmaların olmaması değil, onların nasıl çözüldüğüdür. Eğer çatışma bir sorun olarak görülmezse çözüm de aranmaz. Bir taraf "Benim dediğim olacak" derse karşı taraf da var olmanın gereği olarak "Hayır benim dediğim olacak" diyecektir. Oysa biz bilinci ile ele alınan bir çatışma, bir sorun olarak ele alınır ve çözülür.

Damlatan bir musluğunuz varsa ne yaparsınız? "Damlatma, benim dediğim olacak, kes damlatmayı!" der misiniz? Bu sizin için bir sorundur, çözülmesi gerekir ve bu nedenle hemen çözümler üretmeye başlarsınız: Contasını değiştirmeyi düşünürsünüz, vanasını kapatırsınız, tamirci çağırırsınız, yeni musluk alırsınız vs... Ama onunla kavga etmezsiniz. İşte çocuğunuzla-eşinizle aranızda olan çatışmaları da damlatan musluk gibi sorun olarak görürseniz, o zaman çözüm ararsınız. Bu arayış sırasında karşılıklı güven ve saygı vardır. Sonuç başarılı ise, Yön.3'ün iyileştirici etkisi ortaya çıkar.

Çocuklar kendilerine güven duyulmasından ve yetişkinmiş gibi davranılmasından çok hoşlanırlar. Karar alındıktan sonra her iki tarafın da duyguları çok güzeldir. Çocukların Yön.1'de yaşadıkları korku, kızgınlık gibi yıpratıcı duyguları yerini sevgi, şefkat, güven, saygı ve mutluluk gibi duygulara bırakır. İyileştirici etkisi bu duyguların yaşanmasına bağlıdır. Şema ile gösterelim:



Yön.1 ve 2 de üst-ast ilişkisi vardır. 1'de çocuktan ana babaya doğru hissedilen duygular, 2'de çocuğunun karşısında kendini yenik hisseden ana babadan çocuğa karşı hissedilir. Oysa Yön. 3'te üst-ast ilişkisi yoktur. Yatay ve eşit bir ilişki vardır. Bu nedenle savaş yerini barışa bırakır. Yön.1 ve 2 de üst-ast ilişkisi olduğu için çekişme vardır, çekilmenin doğasında güç kullanma vardır. Oysa Yön.3'te güç kullanımı yoktur. Çocukların, ana babalarının isteklerini elde etmek için kendilerine baskı yapmayacaklarını bilmeleri, kendi isteklerini de ana babalarına yaptırmak için dayatmalarına gerek bırakmaz. Bu nedenle Yön.3 kullanılan evlerde kuşak çatışması olmaz. Çünkü çocukların güçle baş etmeleri gerekmez. Çocuklar ve gençler isyan edecek bir şey bulamazlar. Yön.3, çocuklarda korkuya dayalı saygıyı yok eder, yerine güven ve sevgiye dayalı çok anlamlı bir saygıyı getirir.

ÇOCUĞUN ANA BABANIN İYİ NİYETİNİ BİLMESİ ÖNEMLİ
Yön. 3 bazen başarısız da olabilir. Her iki taraf iyi niyetle ortak bir çözümde anlaşmış oldukları halde uygulamada sonuç alamamış olabilirler. Bir ya da iki taraf da hayal kırıklığı yaşayabilir. Böyle durumlar bile kızgınlığa yol açmaz. Çünkü çocuklar hayal kırıklıklarının Yön.1'deki gibi ana baba baskısından kaynaklanmadığını açıkça görürler. Olumsuzluğa neden ana baba değil, dış etkenlerdir. Üstelik, çözümde kendi paylarının olduğunu bilmek sonucu kabul etmelerini kolaylaştırır.

Sanıyorum burada önemli olan çocukların ana babalarının iyi niyetini bilmeleridir.

Ana babalar da Yön. 3'te çocuklarına güven duyarlar, daha doğrusu duymalıdırlar. Uygulamalara başlandığı ilk zamanlar eski alışkanlıkla "Haydi yapsana, hani söz vermiştin" gibi hatırlatmaların olmaması için özen gösterilmelidir. Çocukların yapmaları gereken şeyleri yapmalarını hatırlatmak, onların sorumlu davranabileceklerine güvenmemek demektir. Ana baba sorumluluğu çocuğa vermedikçe çocuk da sorumsuz davranmayı sürdürecektir. Öyleyse, "Ya çocuğum anlaşmamızı unutursa..." düşüncesiyle önceden hatırlatmaktansa, unutursa "Ben İletisi" göndermek daha iyidir.

Yön. 3'ün çocuk üzerindeki etkisini özetleyelim:



Yön. 3 aile ve sınıf iklimini yumuşatır, çocukları olgunlaştırır. Çocuğun eğitiminde ana banın, öğretmenin işini kolaylaştırır ve onları çocuk üzerinde etkili kılar. İyileştirici bir etkisi vardır. Bu iyileşme birlikte, baş başa bir sorun üzerinde çalışırken ve tatlı bir sonuca bağlarken yaşanan güzel duyguların sonucudur.

Artık yaşanmış örneklere gelmek istiyorum:

Gordon öğretisi ile tanışmadan önce Fen Lisesi'nde danışmandım. Fen liselerinde son sınıf sosyal derslerin öğretmenlerinin özellikle ikinci dönemde işleri çok zordu. Çocuklar üniversitede sosyal bölüm seçmeyecekleri için bu derslerde test çözmek isterlerdi. İki öğretmen arkadaşım vardı. Şimdi rahmetli olan bu arkadaşlarımdan biri tarih, diğeri Fransızca öğretmeniydi. Öğrencilerden öğrendiğime göre hem öğretmen, hem de öğrenciler için sorun olan bu durumu bakın nasıl çözmüşlerdi:

Tarih dersinde:
Öğretmen:
Çocuklar test çözmek istediğinizi biliyorum ve anlıyorum. Ama benim de ders işlemem lâzım. Konuyu işlemeden bu deftere işledim diye yazamam, bunu yapamam. İsterseniz her derste beş kişi benim masamın yanına gelsin. Ben onlarla sessizce dersi işleyeyim, diğerleri test çözsün. Ama yazılıda hepiniz her konudan sorumlu olacaksınız.

Hiç sorun çıkmadan anlaşmaları sürmüştü.

Fransızca dersinde:
Çocuklar:
Fizik dersinde falan konuyu tam olarak anlayamadık. Bu derste hep birlikte sizin de desteğinizle (Bu öğretmen fizik konusunda da yetkindi) üstünden geçmek istiyoruz.

Öğretmen: Fransızca konuşarak çalışırsak neden olmasın?

İNSAN ONURUNA SAYGI!
Bu iki arkadaşım birçok öğretmenden farklı öğretmenlerdi. Çocuklar onlara hiç sorun çıkartmadıkları gibi, onların söylediklerini dikkate alır, hatta onların değerlerini kendi değerleri yaparlardı. Bunun nedeni çocukların bu öğretmenler yanında kendilerini var ve değerli hissetmeleriydi. Onların esnetilebilecek kuralları esnetmeleriydi. Kurallara sıkı sıkıya bağlı olan ve onları çocuktan daha değerli gibi gösterenlerse çocuklar üzerindeki etkilerini kaybettikleri için onları etkileme şanslarını da kaybederlerdi. Bu arkadaşlarım da benim gibi Gordon öğretisini bilmiyorlardı. Ama bildikleri çok önemli bir şey vardı bence: İnsan onuruna saygı. Özellikle ergenlik çağındaki gençler varlık savaşındadırlar ve onurlarına çok düşkündürler.

Gordon öğretisi ile tanıştığımda, tüm ana baba ve öğretmenlerin bu öğretiyi öğrenmeleri ve uygulamaları gerektiğini düşündüm. Okullarda ve halka açık seminerler vermeye başladım. Bir yuvada verdiğim seminerden sonra tüm öğretmenleri ve velilerinin tümüne yakını ile grup çalışmaları yaptım. Çocukların en yakınlarının, değer verdikleri büyüklerinin iletişim biçimlerini değiştirmeleri onları nasıl etkileyecekti? Bunu çok merak ediyordum. Çünkü benim savım; büyükler değişince çocukların da dolaylı olarak değişecekleriydi. Gordon örneklerinde bunu görmüş ve inanmıştım, ancak bizde nasıl olacaktı? Ana babalarda ise evde ve yuvada güven ortamı içinde gelişen çocuklarının ilkokula gittiklerinde "uzaydan gelmiş" yaratıklar gibi muamele görüp görmeyecekleri konusunda duydukları kaygı ağır basıyordu. Zaman içindeki deneyimler beni haklı çıkardı ve çok mutlu etti. (Bu yuvanın ilkokula gittiğinde öğretmeniyle sorun yaşayan bir öğrencisinin olayını hatırlıyor musunuz? Evrensel doğrulardan ‘Birin değeri' değişim bir kişiden başlar ve yayılır.)

Sizlere bu yuvada yaşanan olaylardan seçmeler sunacağım. İfadeler, bana olayları yazan öğretmenlere aittir. Bu örnekler çocuk-çocuk ve büyük-çocuk iletişimi örnekleridir. Çocukların isimleri değiştirilmiştir.

Orta gruba yeni kayıt yaptıran Ahmet adlı öğrenci oyun saatinde yanlışlıkla kendisine çarpan Ezgi'yi herhalde şikâyet etmek üzere bana yönelir.

Ezgi:
Ahmet, bir sorun yaşadığımızda gidip öğretmene şikâyet etmiyoruz. Sen bana rahatsız olduğunu söyledin mi? Canının acıdığını söyledin mi?
Ahmet: Hayır.
Ezgi: O zaman ne söylemen gerekiyor?
Ahmet: ???
Ezgi: Çok üzgünüm. Sana bilerek çarpmadım. Özür diliyorum.

Yine orta gruba yeni gelen başka bir öğrenci tatlı kaşığını yere düşürdü ve bana seslenip "Öğretmenim kaşığım düştü" dedi.
Murat: Sorunumuz olunca biz hemen öğretmene gitmiyoruz. Ne yapman gerekli?
Oytun: ???
Murat: Yeni geldiğin için mutfağın neresinde kaşık var, bilmiyorsundur. Gel benimle, bir kerelik sana nerede olduklarını göstereyim. Ama sonra kendi başına alacaksın.

Bu iki örnekte farklı eğitimlerin farkı, ne denli belirgin değil mi? Çocukların her sorunu olduğunda büyüklerin işe müdahil olmasının doğal sonucu olan bağımlılıkla; etkili eğitimin sonucundaki atılganca ve bağımsız davranışlar gece ile gündüz gibi.

Yine orta grupta kızlar evcilik saatinde evcilik oynuyorlar ve Burak da onlarla oynamak istiyor, fakat kızlar şiddetle karşı çıkıyorlar.

Burak: Siz beni istemediğiniz zaman ben ne hissediyor olabilirim?
Kızlar: Üzülüyorsundur. Fakat biz oyunda "baba" olsun istemiyoruz.
Burak: Ben ağzımı açıp baba olmak istiyorum demedim ki... Hemen de erkek olmak istediğimi düşünmüşsünüz. Ben köpek de olabilirim. Olur mu?
Kızlar: Olur.

Burak kızların kendisi ile empati yapmalarını sağladı. Hırçınlaşmadan durumu özetledi ve önerisini atılganca dile getirdi, amacına ulaştı. Bu örneğin benzerini Etkin Dinleme'de anlatmıştım. Oradaki oğlan çocuk kızlara "Kapıcınız olayım" diyerek kendini oyuna aldırmıştı. Bu çocuklar yetişkin olduklarında başarısızlık karşısında yılgınlığa düşerler mi? Kabahati karşıda aramak yerine istediklerini elde etmek için uğraşır ve başarı için yeniden yeniden denerler mi?

Büyük gruptan Ece elinde bir fotoğraf makinesi ile geldi. Birkaç resim çektikten sonra makinasına bir zarar gelebileceğinden endişelendiğini belirterek kaldırıp kaldıramayacağımı sordu. "Tabii" diyerek ofisteki yüksekçe bir askıya astım. Bir süre sonra Ece makinesini istediğini söyledi.
Ben: Şu anda meşgulüm, (Faaliyet saati) biraz bekleyebilirsen verebilirim.
Ece: (Yüzüme bakıyor ve düşünceli görünüyordu.)
Ben: Makineni hemen almak istiyorsun, bekleyecek olman seni üzdü.
Ece: Hayır öğretmenim, sorunun bana ait olduğunu düşünüyordum. Sizden yardım istemeden önce kendim halletmeliydim.
Ben: Bunu düşünmen hoşuma gitti. Yalnız ben makineni ofisteki yüksek askıya asmıştım.
Ece: Olsun. Yüksekte olsa bile, sandalyeye çıkıp alabilirdim. Hem alamazsam sandalyeleri yükseltebileceğimi biliyorum. Hiçbir şey yapamazsam siz varsınız.

Bu çocuk herhalde 5-6 yaşındadır. Muhakemesine ve sorumluluk duygusuna hayran olmamak elde değil. Biz büyüklerin kullandığı her bir etkili iletişim becerisinin çocuklar üzerindeki etkileri çok kıymetli. Sorun kimin konusunu ciddiye alan bir büyüğün çocuğun gelişmesine katkısına güzel bir örnekti. Çocuk yardım istemeyi en son çare olarak düşünüyor.

Orta grup öğrencilerinden Ezgi ve Murat sanat odasında aynı sandalyeyi yerine kaldırmak için çekiştirip sorun yaşıyorlar.
Ezgi: Önce ben aldım Murat, Bu yüzden ben koymak istiyorum.
Murat: Ben de koymak istiyorum. (Çekişme uzadıkça Ezgi'nin gücü tükenmek üzere)
Ezgi: Biliyorum sandalyeyi sen de kaldırmak istiyorsun ama önce ben aldığım için sana vermek istemiyorum. Bu davranışından rahatsız oluyorum, üstelik canım da acımaya başladı.
(Murat davranışına devam ederken Burak durumdan rahatsız oldu ve)
Burak: Sorunu böyle çözemezsiniz. Her ikiniz de mutsuz olabilirsiniz. Eğer sandalyeyi Ezgi alırsa Murat üzülecek, Murat alırsa Ezgi üzülecek. İkiniz de nasıl mutlu olursunuz?
Ezgi ve Murat düşünmeye başladılar, o anda...
Ezgi: İkimizi de mutlu edecek bir çözüm buldum. Sandalyenin bir kolunu ben, bir kolunu Murat tutar, öyle koyarız. Bunu ister misin Murat?
Murat: Tamam.

Ezgi "Ben önce tuttum napalım?" yaklaşımı sergilemeden tam da yapılması gerekeni yapıyor, önce Etkin Dinliyor, sonra da Ben Dili ile kendini anlatıyor.

ANNE BABA HAKEMLİK YAPMAMALI
Eğer ana babalar ve öğretmenler bu örnekte olduğu gibi, çocuklar aralarında çatışma yaşarlarken işlerine karışıp hakem ya da hakim rolüne soyunmasa, onlar sorunlarını kendileri çözebilecek ve bağımsızlaşma yolunda ilerleyebilecekler. Kardeşler arasındaki çatışmalar da bu şekilde çözülür. Ancak birbirlerine zarar verme noktasında işe karışarak Yön. 1 kullanmak bile gerekebilir. Bunun dışında yapılması gereken en fazla Burak gibi davranmak olmalıdır.

ÇOCUKLARIN BİZ BİLİNCİ
Havanın güzel olduğu bir gündü. Orta grup öğrencilerini bahçeye çıkarmıştık. Bir ara Naz ile Ezgi'nin bahçede olmadığını fark ettim. Diğer öğretmen arkadaşıma sordum, o da görmemişti. İçeri girdim, nerede olabileceklerine bakıyordum. Banyodan sesler geliyordu. Naz ağlıyor, Ezgi onu teselli ediyordu.

Ezgi:
Biliyorum, şu anda çok üzülüyorsun. Çiş yaptığın için utanıyorsun. Üzülmeni istemiyorum. Hem "ağlama arkadaşımız" sorunlarımızı çözemiyor, biliyorsun.
Naz: Biliyorum ama çok utanıyorum.
Ezgi: Evet. Ben de utanırdım. Büyüdük diye değil mi? Ama sen oyuna daldın, yetişemedin ki!
Naz: Hı hıı
Ezgi: İstersen sana yardım edebilirim. Çantanı getiririm, hem seni kimse görmemiş olur.
Naz: Evet. Lütfen...
Ezgi: Bak sorun çözüldü gördün mü? Hemen çantanı getiriyorum.

Ben bu örneği okuduğumda içimden ağlamak gelmişti. Bilmem siz nasıl hissettiniz? Çocukların içinde zaten biz bilinci var. Eğer biz büyükler çocukların önünü kesmesek onlar her şeyin üstesinden gelebilecek potansiyele sahipler. Tek ki gerekli gereksiz müdahale etmeyelim, sorunlarını çözebileceklerine güvenip kendimizi tehlikeli bir durum yoksa geri çekelim. Örneklerdeki öğretmenin tutumu dikkatinizi çekmiştir.

GEÇEN YILIN ANA BABA GRUP ÇALIŞMALARINDAN BAZI ÖRNEKLER:
Beyza her akşam yemek yerken tüm kürdanları masaya saçar ve onlarla oynadıktan sonra toplaması da bize kalırdı. Dün akşam yine kürdanları dökecekken:

Baba:
Beyza'cığım, tüm kürdanları döküp oynuyorsun, toplaması sana zor geldiği için bu iş bana kalıyor. Bu hiç hoşuma gitmiyor.
Beyza: O zaman beş tane çıkartıp oynayayım.
Beş tane yetmedi, beş daha çıkardı, sonra birlikte topladık.
Ben Dili çocuklara ana babalarının neden rahatsız olduklarını anlattığı için çocuk üzerinde etkilidir.

Başka bir örnek:

Reha'cığım (9 yaşında) pazar günü dedi ki:

Reha:
Anne sana her zaman her şey söylenmiyor. Ama şimdi eğitime gidiyorsun söyleyebilirim. Sen bir şey yapmamızı isterken suçlar gibi söylüyorsun, o zaman bizim de içimizden yapmak gelmiyor.
Anne: Ben de farkındayım, bunu neden yaptığımı bulmaya çalışacağım dedim. O zaman babasına dönüp "Babaların eğitimi de var mı?"dedi.

İşte kilit burada "Suçu gelin yapmışlar sahibi bulunmamış" diye bir atasözümüz bile var. Çocuğun itiraz ettiği davranış veya yapması gereken şey değil. O, suç işlemediğini kanıtlamaya çalışıyor. Ayrıca söyleneni yaparsa suçu kabul etmiş olacak. O nedenle itiraz ediyor.

Annenin anlattığına baktığımızda, çocuk kabulü yaşayacağından emin olduğu için annesini rahatlıkla eleştirebiliyor. Anne de geri bildirim aldığı için iyiye, güzele doğru kendini geliştirme şansını yakalıyor.

Reha bir gün de annesine "Anne bak sen hep yapma diyorsun ya, yapma ne demek? Yap demek, biliyor musun?" demişti. Çocuklarımızı dinlersek, onlardan çok şey öğrenebiliriz.

Yine aynı anneden başka bir öykü:
"Çok güzel bir parkta dolaşırken kızım Berna (6 yaşında) düştü ve iki parmağını hafif incitti, ağladı, onu sarmalamaya çalışırken, Reha da biraz ötede çimlerin üzerinde kendisinden üç yaş büyük teyzesinin oğluyla boğuşuyordu. Reha için her şey yolunda diye düşünüp onların yanına gitmedim, kızımla ilgilendim. Ama daha sonra kuzeninin fiziksel üstünlüğü karşısında zorlandığını hissedip oğlumun yanına gittim, sessizce durdum, aralarındaki güreş son buldu. Reha ağlamaklı:
Reha: Zaten siz beni hiç dinlemiyorsunuz.
Anne: Seni dinlemediğimizi düşünüyorsun.
Reha: Ben yokmuşum gibi davranıyorsunuz varsa yoksa Berna.
Anne: Seni dikkate almadığımızı düşünüyorsun.
Reha: Evet evet beni dikkate almıyorsunuz. (Ağlamaya başlıyor.)
Anne: Üzülmüşsün, canım benim.
Reha: Evet hep Berna hep Berna...
Anne: Berna'ya daha çok önem verdiğimizi düşünüyorsun.
Reha: Evet, işte bu yüzden ben de bütün öfkemi Berna'dan çıkartıyorum. Ona kötü davranıyorum. Bunca zaman bunu size anlatamadım ya yuh olsun bana.

Rahatlamıştı ve tekrar kuzeninin yanına gitti. Giderken de bana, "Bu kadar yeter" dedi. Bu konuşma, bir sorun karşısında oğlumla yaptığım en uzun konuşmaydı."

Annesinin onun yanına gitmesi, sessizce beklemesi bile Reha'ya kendini önemli hissettirmiş, duygulandırmış ve içini açmasına neden olmuştu. Konuşma sırasında annesinin etkin dinlemesi ile kardeşine neden kötü davrandığı gerçeğini dile getirdi. Bu konuşmadan sonra Reha'nın kardeşine olan davranışlarının değiştiğini öğrendik. Kabul ve bunu tam olarak çocuğa anlatan etkin dinleme adeta sihirli bir değnek gibidir..

Başka bir örnek (Erdinç 6 yaşında):

Erdinç: Yemek yemeyeceğim.
Anne: Demek canın bir şey yemek istemiyor.
Erdinç: Evet.
Anne: Bazen olabilir, insanın canı bir şey yemek istemeyebilir (Buradaki farkındalık ve kabul önemliydi benim için, çünkü eskiden yine kabul eder ama ısrar da ederdim, bu sefer sustum.)

Biz yemeğe başladık. Beş dakika sonra gelip sandalyeye oturdu, bir dakika sonra da yemeğe başladı. Üç köfte ve bir tabak pilav yedi.

KABUL KABULÜ GETİRİR
Aynı anneden bir örnek daha:
Cumartesi akşamı misafir gelecek. Bu arada Erdinç sabah yorgun uyandı ve huysuz.
Erdinç: Ben onların gelmelerini istemiyorum.
Anne: Demek onlarla beraber olmak istemiyorsun.
Erdinç: Evet istemiyorum.
Anne: İnsan bazen birisiyle olmak istemeyebilir, bana da oluyor...
Erdinç: Sen olsan ne hissederdin? Telefon et gelmesinler.
Anne: (Duygusal olarak çok yoğundu, anladım ki çok uykusuz ve yorgun, hiç cevap vermedim).
Erdinç: Ara gelmesinler. (Ağlamaya başladı).
Anne: (Bekliyorum bitmesini ama bitmiyor daha da ağlıyor) Erdinç'çiğim, tamam sen Yiğit ile olmak istemiyorsun, anlıyorum, ama Ahmet ve Seda bizim arkadaşlarımız ve biz birlikte olmak istiyoruz.
Erdinç: Ben istemiyorum, ara gelmesinler.

"Sabırla dinledim ama tıkandık aynı noktada, tek çözümü vardı onların gelmemesi. Cevap vermedim. Bu arada Erdinç'i uyuttum. Uyandığında misafirler gelmişti. Beni odasına çağırdı, biraz durduk, iki dakika, "Burada yalnız başıma kolaj yapmak istiyorum" dedi, peki dedim... 15 dakika sonra odasından çıktı ve güzel sayılabilecek bir akşam geçirdik."

Bu örnekte olduğu gibi sorun bazen çözülmez. Ama çocuğun duygularının, isteklerinin kabulü adeta onun ruhunu yelpazeler. Rahatlar, ferahlar. Belki de olayı kafacığında tartar ve bu kez o durumu kabul eder. Kabul kabulü getirir.

Fazla uzatmamak için daha fazla örnek yazmak istemiyordum ama sözünü ettiğim yuva çocuklarının birkaç örneğini daha yazmadan edemeyeceğim.

Erman (4 yaş): Öğretmenim arkadaşlarım benimle dalga geçiyor.
Öğretmen: Arkadaşlarının konuşması hoşuna gitmemiş, üzülmüşsün, kızmışsın.
Erman: Evet çok kızdım.
Öğretmen: Ne yapabilirsin?
Erman: Onlara duygularımı anlatabilirim.
Öğretmen sorununun sorumluluğunu çocukta bırakıyor.

4 yaşındaki Ezgi'nin uyuması gerekli. Yattı ama huzursuz.
Öğretmen: Uyumak istemiyorsun galiba.
Ezgi: Öğretmenim uyumak istiyorum da uyanınca hemen eve gitmek istemiyorum. Biraz oynamak istiyorum.
Öğretmen: Oyun oynamadan okuldan ayrılmak seni üzüyor.
Ezgi: Evet.
Öğretmen: Ne yapabiliriz?
Ezgi: Belki beni biraz erken uyandırabilirsiniz. Biraz oynar, sonra giderim.
Öğretmen: Bana uyar, tamam.

Öğretmen sorununun sorumluluğunu çocukta bıraktığı için, çocuk da çözümünü üretti.

Aşağıdaki örnek çocukların tümüyle yuvanın sahibi olan eğitimci arasındaki bir sorunun çözümü:
Öğretmen: Oynamanız için aldığım oyuncakları haber vermeden eve götürüyor ve getirmiyorsunuz. Bu benim için bir sorun. Oyuncaklar eksiliyor, eksik olunca bir işe yaramıyor, bu da beni üzüyor. Neden götürmek istediğinizi konuşalım mı?
1. Çocuk: Aynısını almak için çarşıya çıktık, ama bulamadık. O yüzden okuldakini aldım.
2. Çocuk: Ben götürdüm, oynadım, sonra getirdim.
3. Çocuk: Sizin üzüleceğinizi düşünmedim, yarın getirebilir miyim?
Öğretmen: Sizi dinledim ve nedenlerinizi çok iyi anladım. Ancak oyuncaklarımız bu şekilde azalırsa neler olabilir, bunları tartışalım.
4.Çocuk: Okulda oyuncak kalmaz, yeni çocuklar geldiğinde bu okulda da hiç oyuncak yokmuş derler ve okulumuzu beğenmezler.
5. Çocuk: Bize hırsız diyebilirler.
6. Çocuk: Oyuncaksız okulda bizim de canımız sıkılabilir.
Öğretmen: Bu sorunu hepimizi mutlu edecek şekilde nasıl çözebiliriz?
Ece: Ben buldum. Biz eve artık hiç oyuncak götürmeyelim. Oynamak istersek hafta sonu sizden izin alıp götürelim. Hem evde doya doya oynarız, hem de okulun oyuncağı eksilmez.
Öğretmen: Bu beni mutlu eder. Yalnız bir çizelge yapalım, alan adını yazsın, ya da küçük bir resim yapsın.

Öğretmen bana sorunun tümüyle ortadan kalktığını, hatta birkaç ay sonra bu yöntemle kitaplıktan da kitap alıp getirmeye başladıklarını yazmıştı.

Yine okul sahibi ile tüm çocuklar arasındaki bir sorunun ele alınmasına başka bir örnek:
Öğretmen: Çocuklar tuvaletlere kağıt ve oyuncak attığınız için tuvaletler tıkanıyor. Tamircilere para veriyorum ve pislik olduğu için de çok üzülüyorum. Bunun bir daha yaşanmaması için ne yapabiliriz?
1. Çocuk: Kağıtları atmamalıyız.
Öğretmen: Ama yine de unutabilirsiniz diye kaygılanıyorum.
2. Çocuk: Buldum. Siz bir resim çizin, yapıştırın, hatırlamamız için.
Öğretmen: Ama ben iyi resim yapamam.
3. Çocuk: Tamam, biz sizin için çizeriz. Sonra tuvaletlere yapıştırırız.
Öğretmen: Olur. Resimlerinizle sizi odamda bekliyorum.

Öğretmen sonucu şöyle anlatmıştı: "Resimler çizildi. Hepsi çok mükemmeldi. Fotokopileri çekilip tüm tuvaletlere yapıştırıldı. Hepsi konuya çok dikkat edip birbirlerini kontrol ediyorlar. Sorumluluğu aldılar ve sorun tümüyle bitti."

KATILIM İLKESİNİN SIRRI
Sevgili anneler, babalar, son iki örnek çocukların düşünce selini nasıl uygulayabildiklerini ve kazan-kazanın ne kadar çabuk yapılabildiğini göstermesi açısından önemli. Dikkat etmemiz gereken en önemli şey de çocukların karara uymaları. İşte bunun nedeni daha önce de söylediğim gibi alınan kararda paylarının olması, sorunu sahiplenmeleri. Buna "katılım ilkesinin sırrı" diyoruz.

Kızları top oynamaya almayan 5. sınıf erkek öğrencilerinin aldıkları karardan sonra kendi aralarında konuşmalarını hatırlıyor musunuz? Öğretmenleri, birinin diğerine "Biz ne yaptık şimdi? Kendimiz karar verdik, cayamayız da..." dediğini duymuştu. Çocuklar dile getirmeyi bilemeseler de kendilerine olan saygıları nedeniyle Yön.3 kararlarına uyarlar.

Örnekler bitmez, son sözleri söylemeden çok şirin bir örnek ile bu bölümü sonlandırayım.

Naz hafta sonu boncukları ipe dizerek yaptığı kolyeleri okula getirerek birini Lâl'e hediye ediyor. Daha sonra Merve aynı kolyeyi beğenince Naz, Lâl'den kolyeyi geri almak için izin istiyor. Alıyor ve Merve'ye hediye ediyor. Lâl bir süre sonra Naz'a giderek,
Lâl: Biliyorum bana hediye ettiğin kolyeyi izin alarak geri aldın. Fakat Merve'ye hediye edeceğini söylemediğin için ben çok üzüldüm. Çünkü beni sevmediğini düşünüyorum.
Naz: Hayııır. Sadece o çok beğenince onu sevindirmek istedim.
Lâl: Ama önce bana verdin.
Naz: Ama izin aldım. Sen de verdin.
Lâl: Evet ama geri vermeyeceğini anlayınca üzülmeye başladım. Onu sevindirdin, ama ben üzüldüm.
Naz: Anladım.
Lâl: Beni de mutlu etmek ister misin?
Naz: Tamam buldum! Evde daha boncuk var. Sen istediğin rengi söyle, ben sana başka bir tane kolye yaparım.
Lâl: Pembe.

İnanır mısınız, şu anda bu örneği değerlendirmek değil, bu çocukları bulmak, nasıl gençler olduklarını görmek geliyor içimden. Ne kadar muhteşemler değil mi? Daha önceki bir yazımda "Çocuklar kendiliğinden öyle ya da böyle olmuyorlar. Sen-Ben ya da Biz bilinci ile kurduğumuz baskıcı ya da etkili iletişim ile çocuklarımızı şekillendiriyoruz" demiştim. Aslında biz onları şekillendirmiyoruz, bir kez daha yineleyeyim, kimse kimseyi değiştirip, şekillendiremez. Kişi ancak kendini değiştirebilir. Ana baba ve öğretmenler değiştikçe çocuklar da onlara uygun davranıp kendilerini yapılandırıyorlar.

Bu örnekteki sevgili Naz, acaba daha sonraki kararlarında bu olayın etkisini hisseder mi dersiniz? Hiç şüpheniz olmasın. Yeter ki çocukların deneyimlerinden ders almalarına izin verelim.

Yazı dizisinin başlarında "Çocuğunuzun büyüdüğünde hangi kişilik özelliklerine sahip olmasını istersiniz?" diye sormuş ve çalışmalarımda aldığım yanıtları sizlerin de vereceğinizi bildiğimi söylemiştim. Hatırlayalım: Sorumluluk duygusu gelişmiş, öz güvenli, kendine ve çevresine duyarlı ve saygılı, hak yemeyen, hakkını yedirmeyen, özgür düşünen ve düşündüğünü ifade edebilen, sorunlarını çözebilen, bağımsız ama bağlı bir yetişkin olmasını her anne-baba ister.

Yukarıdaki örneklerdeki küçücük çocuklarda bile bu özelliklerin var olduğunu net olarak görebiliyoruz değil mi? Bu nasıl oldu? Yalnızca büyüklerin sen-ben paradigmasından biz paradigmasına; baskıcı ya da ödün veren iletişimden etkili iletişime geçişleriyle oldu.

Benim son sözlerimden önce yine sözü bir miniğe bırakayım:

ÖDÜL VARSA CEZA DA VARDIR!
Servis sürücüsü tüm çocuklar indikten sonra 4 yaşındaki Nalan'a seslenir.
Sürücü: Nalan'cığım al, sana bir şeker veriyorum.
Nalan: Amca teşekkür ederim ama neden yalnız bana verdin?
Sürücü: Çünkü sen bana hiç sorun çıkartmıyorsun. Sana ödül olarak verdim.
Nalan: Al o zaman şekerini. Sende ödül varsa ceza da vardır. İstemiyorum.

Ne muhteşem bir değerlendirme değil mi?

Çocuklarınızın bu çocuklar gibi olmasını istemez misiniz? Kim istemez ki. Yapılacak tek şey, çocuğu değiştirmekten vazgeçip kendimizi değiştirmek.

Bu değişiklik sırasında bilincinde olmamız gereken bir konu daha var:



Lisede okurken bir coğrafya öğretmenimiz vardı. Fikret Hanım. Sınıfa "Sıpalar" diye girerdi, "Sıpalar" diye çıkardı. İçerik hakaret olduğu halde, bu "sıpalar" sıfatı bize hiç de hakaret gibi gelmezdi. Sanki öğretmenimiz sıpalar derken göğsünü açıyor ve hepimizi içine sokuyor gibi gelirdi bize.

İşte sevgili anneler, babalar çocuklarınıza ne söylediğiniz değil, onu nasıl söylediğinizdir önemli olan. Yapmacık kabul konusunda söylediğim sözü hatırlayalım. "Sözler yalan söyler ama gözler söylemez". Sesimizin tonu, mimiklerimiz, bedenimizin duruşu çocuğumuza söylediklerimizden daha çok şey anlatır. Ve önemli olan ilişkinin bütünüdür. Çocuklar büyük resme (ilişkinizin tümüne) bakarlar ve söylediklerinizi ona göre değerlendirirler.

Çocuğum orta okuldayken ona bir konuda haksızlık ettiğimi düşünüp "Kerem'ciğim kusura bakma ...yı hak etmemiştin, çok üzüldüm" dediğimde, omzuma sevgiyle dokunarak "Boş ver anne, olur böyle şeyler, ne önemi var ki?" diyerek beni teselli etmişti.

Denetleyen değil "Etkileyen Anababa" olma yolundaki uğraşlarınız kolay gelsin.

Sevgi ve saygılarımla...

NOT: Bu yazıların düzenlenmiş, genişletilmiş, ödevler ve bazı konularda örnek yanıtlarla zenginleştirilmiş hali, kitap olarak Sistem Yayıncılık tarafından Kasım ayı içinde basılacak.


Copyright 2007-2024 ® NETATÖLYE - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz alıntı yapılamaz.