Sevgili anneler babalar,
etkili iletişimin alt yapısında sekizinci konuya geldik. Değerler... İnsanın yaşamına yön veren
ilkeler...
Uğruna cinayetlerin işlendiği, masum genç kızların aile meclisi kararıyla
canına kıyıldığı, savaşta askerlerin vatan uğruna seve seve ölüme gittiği, verilen sözden dönmemek
uğruna zararlara uğranıldığı değerler.
Fark edildiği gibi bunlardan bazıları yöresellik
/kültür içeriyor, bazıları içermiyor. İnsanlar iki tür değerler kümesiyle kendilerini var ederler:
* Yerel değerler
* Evrensel değerler
Yerel değerler kültürü içerir. Ülkeden
ülkeye, yöreden yöreye hatta semtten semte bile değişebilir. (İstanbul-Urfa; Nişantaşı-Ümraniye
gibi) Güneydoğumuzda tecavüze uğrayan masum bir kız, kirlendi diye öldürülüyor. İşte bu "namus
temizleme" yerel bir değerdir. Oysa evrensel değerler kültürden arınmış Afrika'da neyse
İskandinav ülkelerinde de "o" olan değerlerdir. Hakkaniyet gibi, birin değeri
gibi...
Değerler tüm yaşamımızı, ilişkilerimizi doğrudan etkilemesine karşın acaba kaç kişi;
"Benim değerlerim neler? Bu değerler benim düşüne taşına benimsediğim değerlerim mi yoksa bunlar
bana ana babamdan miras mı kaldı?" diye düşünmüştür. Birçok yuva eşlerin farklı değerlere sahip
olmasından dolayı yıkılıyor, birçok evde çocuklar ana babalarından kopup yuvayı, birçok öğrenci
okulunu terk ediyor.
İşte bu nedenle değerler üzerinde düşünmek gerek. Sorsam, en önemli
değeriniz nedir diye, hemen yanıtlayabilir misiniz? Eğer şimdiye kadar bu konu üzerinde düşünmedi
iseniz şimdi düşünmeye başlayabilirsiniz. Sizlere bir değerler listesi sunacağım. Sizler de kendi
değerlerinizden ek yapıp listeyi zenginleştirebilirsiniz. Sonra bu değerlerden hangilerinin
yaşamınız için vazgeçilmez olduğunu bulabilmeniz için bir sıralama yapabilirsiniz. Bu çalışma
kendinizle ilgili farkındalık yaşamanızı sağlayacaktır.
İŞLEM ŞU:
Listenizdeki değerleri en önemliden en
önemsize doğru sıralamanız gerekiyor. Diyelim ki benim verdiğim 18 değerin üstüne siz de 4 değer
eklediniz. O zaman sizin için en vazgeçilmez olanın yanındaki parantezin içine (1) en az önemi
olanın yanına ise (22) demelisiniz. Bu işlemi ciddi olarak ele alacak olanların en az yarım
saatlerini ayırmaları gerekiyor. Çünkü silip yeniden sıralayacaksınız. Ama sonuçta kendinizle ilgili
bir bilgi elde etmiş olacaksınız. Herhangi bir olay, durum karşısında niye öyle değil de böyle
davrandığınızla ilgili bilinç düzeyiniz gelişecek. Hatırlayalım: Paradigmalarımıza göre algılıyor;
algılamamıza göre davranıyor; davranışımıza göre bir sonuç elde ediyorduk. Şimdi de değerler
paradigmalarından söz ediyoruz.
DEĞERLER:
1- Doğruluk ( ) 2- Eşitlik ( )
3- Aile güvenliği ( ) 4- Şöhret ( ) 5- Özgürlük ( )
6- Mutluluk ( )
7- Kendiyle barışık olmak ( ) 8 -Aşk, sevgi ( ) 9- Estetik, güzellik (
)
10- Öz saygı ( ) 11- Başarı ( ) 12- Dostluk ( ) 13-
Bilgi ( ) 14- Bilgelik ( )
15- Barış ( ) 16-
Güç ( ) 17- Rahat bir yaşam ( ) 18- Sosyal saygınlık ( )
Bu çalışmayı
eşinizle/arkadaşlarınızla birlikte de yapabilirsiniz. Önceliklerinizin farklı olması muhtemeldir ve
bu doğaldır. Bu farklılıkların doğal olduğunu bilir ve "Sen benim değerlerimle yaşayacaksın" demez
isek ne evlilikler, ne de ana baba-çocuk ilişkileri yara alır.
Birbirlerini seven bir
gençkız ve bir delikanlı düşünün. Farklı evlerde, farklı kültürlerde ve doğaldır ki farklı
değerlerle büyüyüp olgunlaşmışlar. Bu iki insan evlenip bir araya geliyor. Diyelim ki kadının
paraya/rahat bir yaşama, erkeğin de bilgi ya da mutluluğa verdiği önem üst sıralarda olsun. Eğer
gençler bu değerlerinin bilinç düzeyinde farkında değillerse bu evde çatışma kaçınılmazdır. Kadın
eşini, ikinci bir işe girip para kazanacağı yerde boş zamanını kitap okuyarak geçirmekle,
tembellikle suçlayacak; koca da sevgili eşini mala mülke verdiği önemden dolayı küçümseyecektir.
Eğer bu değerlerinin bilinç düzeyinde farkında iseler ve etkili iletişim becerilerini de
biliyorlarsa değerler çarpıştığında etkin dinleme ile eşinin duygu ve düşüncelerini anlama, ben-dili
ile de kendi değerlerini aktarma şansına sahip olabilir ve değerler çarpışmalarının çatışmaya
dönmesine engel olabilirler.
Anadolu kökenli bir erkek arkadaşımla konuşuyorduk. Konu akraba
ilişkilerine geldi. O, "Eğer bacanağım evde değilse, baldızım yalnızsa eve girmem geri dönerim"
demişti. Ben de, "Eğer görümcem evde değilse ben eve girmeyip geri dönmeyi kendime ve damada karşı
saygısızlık, hakaret olarak görürüm. Birbirimize karşı art düşünceli değiliz ki yalnızken de
görüşmeyelim" demiştim. Bu durumda onun benimle ilgili değerlendirmesinin ne olduğunu bilmiyorum ama
ben bu durumun, tam da bir yerel değer farklılığı olduğunun bilincinde olduğum için arkadaşım
gözümde değerini kaybetmemişti. Çünkü evrensel değerlerde ortak olduğumuzu ve dostluğumuzu
yürütmek için önemli olanın bu olduğunu biliyordum.
Eşler arasında yerel değerlerde farklılık
olabilir. Bu normaldir. Dediğim gibi önemli olan benimki daha doğru, daha geçerli demeden, bu
farklılığı kabul etmektir. Farklılık, farklı olmak kötü,
yanlış, çirkin olmak demek değildir. Farklılık yalnızca farklılıktır, bazen de zenginlik. Yeter ki
eşler evrensel değerlerde birleşsinler.
EVRENSEL
DEĞERLER
Koşulsuz sevgi - Hakkaniyet - Birin Değeri
- Denge - Bilinçli Çalışma
Kişisel Bütünlük - Sabır - Onura
Saygı - Üstün Kalite - Gelişme ve Geliştirme
(Doğan Cüceloğlu)
DEĞERLERİ TEK TEK İNCELEYELİM:
*Koşulsuz sevgi. Koşulsuz sevgi her canlının en doğal hakkıdır. Özellikle
çocuklar koşulsuz sevgiye doymalı. Çocuğa, "Eğer uslu olursan seni severim, yaramazlık yaparsan
sevmem" demek çok büyük bir vicdansızlıktır. Koşulsuz sevgi çocuğa kendini var ve değerli
hissettirir.
*Hakkaniyet. Hukukun sağladığı
adaletten farklı bir şey bana göre. Hukuksal akrabalarımın bir miras durumu vardı. Baba ölmüştü.
Miras kalan bahçeli bir ev inşaat yapımı için müteahhite verilecek ve yasal olarak anne ve üç kardeş
arasında pay edilecekti. Aslında dört kardeş vardı. Bu bahçeli ev devlet tarafından göçmen
geldiklerinde onlara eşit paydaşlar olarak hepsine birden verilmiş ve küçük kardeş henüz doğmadığı
için evde payı olamamıştı. Doğal olarak mirasta da ancak babasından gelen minik bir paya sahipti.
Ben bunun hukuka uygun olduğunu ama hakkaniyete uymadığını söyleyerek annenin kaybından sonra ona
düşen daireden üç kardeşin pay almamasını, bunun küçük kardeşe kalmasını önermiştim ve zamanı
gelince öyle de olmuştu.
Hakkaniyet, hakkı olanın hakkını size zararı olacak olsa bile
sahibine vermektir. Kişi orada olmasa da hakkını korumaktır. Biri sevdiğiniz, diğeri sevmediğiniz
iki kişinin tartışmasını izlerken haksız ise sevdiğinizden yana çıkmamaktır, vb.
*Birin değeri. Ailede birinin canı yanıyorsa, biri
mutsuz ise onun rahatsızlığı herkesi sarar. Duyguları işlerken sormuştum: "Ben üzüldüğümde bir kilo
üzülüyorum da çocuğum üzüldüğünde bir gram mı üzülüyor?" diye. İşte bunun için birin, bir canın
değerini asla göz ardı etmemeliyiz. Hep verilen bir örnek vardır: Çok kalın halkalardan oluşmuş bir
zincirin bir tek ince halkası varsa, o zincirin gücü zayıf halkanın gücü kadardır. Diğerlerinin
bükülmez, kırılmaz güçte olmasının hiçbir değeri yoktur. Evde çocuk mutsuz ise, kendini değerli
hissetmiyor ise babanın gücünün hiçbir önemi yoktur. Çünkü çocuğun mutsuzluğu dönüp dolaşıp babayı
etkileyecektir.
Birin değerini bilmek gerçekten çok önemli bir değerdir. Bazen şöyle
düşündüğünüz olur mu? "Ben tek kişiyim, benim bu işi yapmam neyi değiştirir ki, herkes farklı
düşünüp yaparken?" Çok şey değişir! Ben tek kişi olarak Gordon'un öğretisini Türkiye'ye
getirip sohbetler, seminerler, grup çalışmaları ile ödülsüz-cezasız da çocuk yetiştirilebileceğini
ve bunun zaten böyle olması gerektiğini anlatmaya başladığımda, psikolojinin büyükleri bırakın
ödülü, çocuk eğitiminde cezayı öneriyorlardı. Şimdi artık cezadan kimse söz etmiyor, ödül bile
tartışılır hale geldi. Etkili iletişim kitapları psikiyatri kliniklerinde ana babalara öneriliyor,
öğretmen adaylarına ders kitabı oluyor. Bu konuda tevazu gösteremiyorum. (Bacon ne demiş? "Fazla
tevazu göstermeyin gerçek sanırlar.") Bazen grup çalışmalarında ana babalar "Biz böyle çocuklar
yetiştireceğiz ama okula gittiklerinde ne olacak?" diye kaygılarını dile getirdiklerinde birin
değerini, yani kendi değerlerini küçümseyip inkâr etmemelerini söylerim. Bu yazı dizisinin sonunda
bu yöntemle yetişmiş bir çocuğun ilkokuldaki öğretmenine ve yönetime olan etkisini gösteren bir
yaşantıyı (daha başkalarını da) sizlerle paylaşacağım.
ANNE
OLUNCA ANLADIM ÖRNEĞİNDE OLDUĞU GİBİ...
Hülya Yıldırım da bir "Bir" dir. Ve o "Bir", "Anne
Olunca Anladım" sitesini kurarak binlerce anneyi etkileme şansına sahip oldu. Daha doğrusu anneler
bu şansa sahip oldular. O nedenle yapabileceklerimizi küçümsemeden işe atılalım ve yavrumuzun
da "Bir" olduğunu hiçbir zaman unutmayalım.
Birin değeri güzel yurdumuzda herkes
tarafından benimsendiğinde "namus temizleme" cinayetleri ortadan kalkacak. Şimdilik çok hayal gibi
görünse de gelecekte olacağına inanıyorum. Çünkü bizler evrensel değerlere sahip çocuklar
yetiştiriyoruz.
*Denge: Sayın
Cüceloğlu'nun çok güzel bir denge üçlüsü vardır. Der ki, "Kafa, gönül ve cep dengede olmalı" Bu
ne demek? Bazı insanlar vardır yalnız okuma-yazma ile yaşamlarını sürdürürler, para kazanmak
onlar için bir amaç değildir. Soyut değerleri öndedir ama yaşamları sefalete yakın bir yoksulluk
içinde olabilir. Bazıları da yalnızca sevgi insanıdır. Yaşamın gerçeklerinden uzak bir duygusallık
içindedirler. Bazıları ise işten, para kazanmaktan başka bir şey düşünmez, aileleri, özellikle de
çocukları için hiç "zamanları" yoktur. Evlâtları onunla olmak istediklerinde, "Sizin için
çalışıyorum, daha ne yapayım?" diye yakınırlar. Çocukları onların gözü önünde, ama onlar tarafından
"görülemeden" büyür giderler. Böyle ana babalara ne kadar yazık. Elbetteçocuklara da. Gerçekten her
şeyde denge çok önemli. Ata sözlerimiz bile vardır, "Her şeyin azı zarar, çoğu zarar, ortası
karar" diye.
*Bilinçli çalışma: Klâsik Türk
kadını/annesi ve sınav öncesi öğrencilerinde olmadığını düşündüğüm bir değer.
Yıllar önce
bir hastanenin fizik tedavi bölümünde muayene olmak için sıra bekliyordum. Yanımda iki büklüm olmuş
bir bayan ile onun yanında yabancı olduğu konuşmasından belli olan başka bir bayan vardı. Yabancı
yanımdakine sordu, "Bu hale gelene kadar niye bekledin?" Diğeri "Zaman mı vardı ki? Ev işleri, eşe
hizmet, çocuklar büyüsün derken gelemedim." Yabancı: "Kendini feda etmekle iyi yaptığını
zannediyorsun değil mi? Artık ömür boyu onların başına dert olacaksın" dedi.
Evet,
bilinçsizce koşullandırıldığımız gibi davranıyoruz. Oysa çalışırken yaptığım işte amacım ne? Kendime
yarar mı zarar mı getirir? Dengeyi nasıl sağlamalıyım? Nasıl çalışırsam daha az yorulur daha çok
verim alabilirim? Gibi soruların yanıtlarını düşünüp plan yapmalıyız. Bu yalnız kendimiz için değil,
birlikte yaşadığımız sevdiklerimizin de yararına olacaktır.
Öğrenciler için de bilinçli
çalışma çok önemli, aynı sorular ders çalışırken de geçerli.
*Kişisel bütünlük. Bir insana "insan" diyebilmek için kişisel bütünlüğü var mı
yok mu diye bakmak yeter. Kişisel bütünlük nedir? İnsanın düşündüğü ile söylediğinin; söylediği ile
yaptığının bir olması demektir.
Çocuk yetiştirirken ana babanın kişisel bütünlüğe sahip
olması çok önemli. Çünkü çocuklar çok dikkatlidir ve kişisel bütünlüğü olmayan anne ya da babasını
hemen yakalar, yüzüne vurur ve artık ona saygı duymaz olur. Bu durum çocuk eğitiminde ana babanın
etkisinin yok olması demektir. Bir anne kızına, "Aman Ayşe'ciğim ne çok alışveriş yaptık. Babana
hepsini bu gün göstermeyelim, çok kızar. Bazılarını önümüzdeki hafta gösterip şimdi aldık deriz"
derse; kızına, "Yalan söylemek çok kötü bir şeydir" deme hakkını kaybetmiş olur. Bu cümleyi
söylerse de kişisel bütünlüğü olmamış olur. Aynı biçimde sigara içen bir babanın da evlâdına
sigaranın zararları ile ilgili nutuk çekmesi kişisel bütünlüğe ters düşer.
*Sabır. Çok önemli bir değer. Ama daha önce bu sabırdan
"Lâ havle" sabrını anlamamalıyız demiştim. Kendi ihtiyaçlarımızı yok sayarak başkalarının yaptığı
her şeyi hoş görüp kabul etme sabrı değildir bu sabır. Bu sabır, bizi rahatsız eden bir
davranış karşısında duygularımızın itkisiyle davranmadan önce, ne tür bir iletişim kurmalıyım diye
düşünecek kadar bir süre tepki vermemeyi sağlayacak sabırdır. "Ne yapmalıyım? Etkin dinleme mi,
ben-dili mi, yoksa çatışma çözme mi kullanmalıyım? Bu yaşadığımız bir ihtiyaç çatışması mıdır, yoksa
bir değer çarpışması mı yaşıyoruz?" sorularının yanıtını bulana kadar tepki vermeden bekleme
sabrıdır.
Eğer sabır, evrensel bir değer olarak yaşamımızda var ise, çoğu çatışma başlamadan
biter zaten.
*Onura saygı. Ne kadar kıymetli
bir değer. Çocuklara karşı yapılan en büyük haksızlıklardan biri de onlara onurları yokmuş gibi
davranılmasıdır. Yolda yürürken önündeki taşı görmediği için tökezleyen küçük bir çocuğa annesinin
kızıp dikkatsizliği yüzünden tokatladığına çok tanık olmuşumdur. Oysa önündeki taşı görmediği için
kocasının yol ortasında onu tokatlamasıyla, onun çocuğunu yol ortasında tokatlaması arasında onur
zedelenmesi açısından hiçbir fark yoktur. Çocukların "ben" deme yaşlarında onurlarına özellikle
saygı göstermemiz gerekiyor. Onuru zedelenmiş çocuk/genç, bu olumsuz duyguyu kendine yaşatan
büyüğünden uzaklaşır ve ödeşme zamanını bekler. Onuru korunmuş çocuk/genç kendini o ilişki içinde
var ve değerli hisseder.
*Üstün kalite.
Yapılan her işte ve uğraşta yapabileceğimizin en iyisini yapmayı bir değer olarak
içselleştirdiğimizi bir düşünün. Nasıl bir çevre yaratırız? Daima ileriye giden bir
toplum...
*Gelişme ve geliştirme. Bugün
dünden daha iyi miyim, sorusu bizi bu değere götürür. Hem kendimiz, hem eşimiz, hem çocuklarımızın
gelişimi için elimizden geleni yapmalıyız.
Ben bir erkeğin eşini sevip sevmediğini, değer
verip vermediğini bu değere sahip olup olmadığı ile ölçerim. Eğer gelişmeyi yalnız kendi hakkı
olarak görüyorsa sevgisinden şüphe etmek gerek. Sevgi emektir, fedakârlıktır, çalışmadır,
destektir.
Evet sevgili anneler, babalar, aile içinde önemli olan yerel değerlerde örtüşmek
değil (keşke o da olsa) evrensel değerlerde örtüşmektir. Yavrunuzu eğitirken yerel değerler üzerinde
fazla durmadan, hele hele sizin değerlerinizi alması için dayatmadan, kendi değerlerini
oluşturmasına rehberlik etmek de bir değer olmalı aslında.
DEĞERLER ÇOCUKLARA NASIL ÖĞRETİLİR?
Yerel değerlerden çok evrensel değerler önemli
diyorum ancak, hangi ana baba kendi ailesinden aldığı değerlerini çocuğuna geçirmek istemez ki?
Bunun okul öncesi eğitim kurumlarında uygulanan profesyonel yolları var. Evde değerleri
çocuklarımıza geçirmenin en kolay yolu ise "öğretmeye" çalışmadan o değere model oluşturmaktır.
Yalnız model oluşturmak yetmez, eğer çocuğumuzla iletişimimiz iyi değilse bizi örnek almayacaktır.
Ya da tersi iletişimimiz iyi ise, onun gözünde sevgi, saygı, bilgi otoritesi isek olumsuz
yanlarımızı bile örnek alacaktır.
Çalıştığım bir yatılı okulda müthiş bir öğretmen vardı: Her
konuda bilgili, çok yetenekli, başarılı, çalışkan, tiyatro, müzik, edebiyat, fen, elektronik;
aklınıza hangi konu gelirse o konuda yetkin diyebileceğim bir öğretmen. Yani çocukların gözünde
kazanılmış otorite sahibi bir öğretmen. Bir özelliği vardı: Giyimine kuşamına pek önem
vermezdi.
Okulun açıldığı ilk gün bir öğrenci dikkatimi çekmişti. Pırıl pırıl bir delikanlı.
Giydiği forma olsa da üzerinde taşıması diğerlerinden farklı gelmişti bana. Yıl sonuna doğru
özellikle İstanbul'a ilk kez gelen öğrencileri de düşünerek çocukları operaya götürecektim.
Bahçede toplanmıştık. Öğrencilerin çoğu kendi olanakları elverdiğince temiz pak, derli toplu
giyinmişlerdi. Ama öğretim yılı başında temiz giyimi ile dikkatimi çeken delikanlı kravatı gevşek,
mintanının bir ucu kemerinden dışarı çıkmış bir vaziyette, ceketsiz yanıma geldi. "Ne o, sen
gelmiyor musun?" dedim. "Geliyorum" dedi. Ağzımdan kaçırdım: "Ama giyinmemişsin" O da, "Giyiniğim
ya... Hem giyinmek süslenmek için değil, örtünmek içindir" dedi. Ben "Bu birinin sözüne benziyor"
dedim, "Evet öyle " dedi gülerek. İkimiz de kimden söz ettiğimizi biliyorduk.
İşte böyle
sevgili anne ve babalar, eğer değerlerinizi çocuklarınıza geçirmek istiyorsanız, önce onların
gözünde kazanılmış bir otoriteye sahip olmanız gerekiyor. Ondan sonrası çok kolay: Değerlerinize
model olmak. Ve sorunsuz zamanda vermek istediğiniz değerler konusunda sohbetler
etmek.
Yazının başında değerlerinizi önemliden önemsize doğru sıralayabilmeniz için bir liste
vermiştim. Eşinizle ya da arkadaşlarınızla birlikte aşağıdaki uygulamayı yapabilirseniz, değerlerin
yaşamınızdaki yerini çok şiddetli olarak hissedebilirsiniz.
UYGULAMA:
En önemli beş değerinizin her birini küçük birer not kağıdına yazın.
Sonra bu beş değeri birinci sırayı verdiğiniz en önemliyi en alta, beşinci sıradaki değeri en üste
gelecek biçimde üst üste koyun. Sonra üstteki beşinci değerinizin ne olduğuna bakın, gözlerinizi
kapatın ve bu değere sahip olmanızın sizi nasıl bir insan yaptığını düşünün. Derinden hissetmeye
çalışın. Sonra herhangi bir nedenden dolayı (doğal afet, sosyal bir olay vb.) bu değer sizin
elinizden vazgeçmek istemediğiniz halde alınıyor. O değerin yazılı olduğu kağıdı ayaklarınızın
dibine, yere atın. Siz artık o değeriniz olmadan yaşam süreceksiniz. Bunu hissetmeye çalışın. Onun
yokluğu ile nasıl bir insan olursunuz? Hissetmeye çalışın. Sonra dördüncü, üçüncü, ikinci ve birinci
değeriniz için de aynı işlemi yineleyin. Ne hissettiğinize odaklanın.
Eğer değerlerinizi
sıralarken yeteri kadar zaman ayırmak konusunda titiz davranmışsanız, hissettiğiniz duyguların "yok
olmuşluk, hiçlik, insan olmaktan çıkmak " gibi var olma
sorunu haline geldiğini görebilirsiniz. Belki de gruplarda olduğu gibi gözyaşlarınız duygularınıza
eşlik bile edebilir.
Buradan şu noktaya gelmek istiyorum: Değerlerimiz bizi var eden
ilkelerimizdir ve değerlerimizden vazgeçmek istemeyiz, direnir, savaş veririz. (Hatta sembolik bile
olsa değerini grupta yere atmamakta direnenler bile olur.)
Şimdilik elde edilen bilgi: Benim değerlerim nasıl benim için vazgeçilmez ise, eşimin,
çocuğumun, başkalarının değerleri de onlar için vazgeçilmezdir. Vazgeçirmeye çalıştığımızda dirençle
karşılaşacağımızı bilmeliyiz.
Gruplarda derim ki, "Bakın ben hiçbir değerimi yere atmadım.
İster misiniz size birer değerimi vereyim ve siz onunla kendinizi var edip diğer değerlerinizi yavaş
yavaş edinmeye çalışın." Zor da gelse hiç yoktan iyidir deyip kabul ederler... Çünkü çaresizdirler
ve bir biçimde var olmak istemektedirler.
Bu noktada elde
edilen bilgi: İnsanlar kendilerini var etmek için başkalarının değerlerini bile
alabilir.
Eğer bir delikanlı evinde, özellikle babasının değerlerini yok sayması sonucunda
kendini önemsenmemiş, değersiz ve yok hissediyorsa, kendisini değerli ve var hissettiren kişilerin
yanına gidip onların ortamlarına girip onların değerlerini kolaylıkla alabilir.
İnsanlar
kendilerini bir ilişki içinde ne zaman var hissederler? Duygu, düşünce ve değerlerinin kabul gördüğü
zaman. Çocuklar ve gençler de böyledir. Kim onların değerlerine saygı gösterirse, onlar da onların
değerlerine saygı gösterip benimserler.
Çevremize, okuduğumuz haberlere bakalım, hangi
çocuklar o ya da bu örgüte kapılıp yaşamlarını karartıyorlar? Evinde kabul gören mutlu bir evlât,
var olmayı evinin dışında aramaz. Çeşitli örgütlere, cemaatlere katılan bu yavruların hepsinin
yuvasında mutsuz olduğu bir gerçektir ve ait olmak, kendilerini var etmek için
uğraşmaktadırlar.
Devam edelim: Son olarak grup üyelerine, "İsterseniz benim değerimi yere
atın ve kendi değerlerinizden yalnızca birini seçin ve onu alın" derim. Aldıkları değer genellikle
birinci sıradaki, yani en önemli değerleri olmaz. Sıra çoğunlukla değişir. Çünkü değerler
sıralanırken düşünce boyutunda sıralanır, ama yalnızca bir tane alacaksınız dediğimde, duygusal
boyutta seçilir. Heyecanla.
Şimdi elde edilen bilgi:
Sorunsuz zamanda değerlere sahip çıkmak kolaydır. Ancak zor zamanlarda değerler yer değiştirebilir.
İşte bu nedenle insanları kolaylıkla yargılamamalıyız. Her insanı kendi koşulları içinde
değerlendirmek gerek, kendi koşullarımıza göre değil. Aslında kimin kimi değerlendirme hakkı
olabilir ki?
Evet, sevgili anne ve babalar değerlerle ilgili bu bölümü şu cümleyi yineleyerek
bitirelim: Benim değerim nasıl ki benim için vazgeçilmez ise, başkalarının değerleri de onlar için
vazgeçilmezdir. Değerlere saygılı olalım. Bu saygının tek koşulu olmalı. Benim değerim/değerlerim
başkalarına; başkalarının değeri/değerleri bana zarar vermediği sürece...
Şimdi biraz daha
somut olaylar üzerinde ilerleyelim.
BİR ÇATIŞMA
OLDUĞUNDA...
Aile içinde çoğu çatışma değerler konusundadır,
ama biz onları sanki ihtiyaç çatışmasıymış gibi ele alır ve haklı haksız tartışmaları ile çözmeye
çalışırız. Elbette ki çözemeyiz.
Evde bir çatışma olduğunda önce bu çatışmanın değer
çarpışması mı yoksa ihtiyaç çatışması mı olduğuna bakmalıyız. Bunu nasıl ayırt ederiz? Eğer
eşimizin, çocuğumuzun yaptığı ya da yapmadığı bende somut bir etki yaratıyorsa bu ihtiyaç
çatışmasıdır. Yemeği hazır ettiğim halde kimsenin masaya gelmemesi, yemeklerin soğuması bir sorundur
ve bu ihtiyaç çatışmasıdır. Böyle sorunlar altı basamaklı Çatışma Çözme ile çözülebilecek
sorunlardır.
Yok eğer üzerimde somut bir etkisi olmadığı halde rahatsızsam, yani "kanıma
dokunuyorsa" burada bir değer çarpışması var demektir. Oğlumun mor renkli pantolon giymesi benim
üzerimde somut bir etki yapmaz. İşimi, sporumu yapmama engel değildir, arkadaşlarımla buluşmama ya
da tiyatroya gitmeme mani değildir. Özetle somut olarak elle tutulur bir neden gösteremem mor
pantolonun beni neden rahatsız ettiğine. Ama bu durum benim estetik değerlerime uygun değil. Bu
benim sorunumdur. Böyle konularda çocukların üstüne gitmek hiçbir işe yaramadığı gibi çocuğumuz
üzerinde etkimizin iyice azalmasına neden olur.
Değer
kazandırmak ve değer çarpışmalarının çözümü uzun vadeli bir çalışmayı gerektirir, bunun
için:
1- Değerlerimize model
olmalıyız.
2- Değerimiz konusunda danışmanlık
yapabilmeliyiz.
a) Önce çocuğumuz tarafından
işe alınmalıyız.
b) Konu ile ilgili hazırlık
yapmalıyız.
c) Bilgi ve düşüncemizi bir kez
paylaşmalıyız.
d) Sorumluluğu çocukta
bırakmalıyız.
3- Gerektiğinde kendimizi
değiştirebilmeliyiz.
4- Başarılı olamamışsak huzur duası
edebiliriz!
MADDELERİ SIRA İLE ELE ALALIM:
1- Çocuklar babalarının
bu davranışından ne öğreniyor? Küçükler küçükleri dövemez, büyükler küçükleri dövebilir!
2- Çocuğum ön ergenlik çağına girdiğinde onunla kız-erkek
arkadaşlığı konusunda konuşmak ve bu konuda değer oluşturmasına rehberlik etmek istemiştim. Bir gün
odasına girip ona bu isteğimi ve zamanına kendisinin karar vermesini söyledim. Gordon öğretisini
henüz bilmiyordum ama ona olan saygımdan kararı kendisinin vermesini istemiştim. Yani Gordon'un
deyimiyle,
a) Kızlar konusunda beni işe
almasını önerdim ve beklemeye başladım. Günler, haftalar, aylar geçti ve oğlum beni işe almadı.
Yapacak bir şey yoktu.
Bir gün odamda uzanmış okuyordum, odama geldi ve adeta yatağıma
zıplayıp yanıma uzanarak, "Haydi seni kiraladım, şu kızlardan konuşalım" dedi. Tıpkı Gordon'un
dili ile konuştuğunu yıllar sonra fark ettim. Çocuklar demek ki "işe almadan" büyüklerinden
nasihatler dinlemek istemiyorlar. Neyse, çocuğumla olan sohbetlerimizin en unutulmazıydı benim için.
Ben anlatmaya doyamadım, o sormaya. Konuşmamın olumlu izlerini çocuğumun yaşantısında tanık oldum.
Çünkü konuşma zamanını kendi seçmişti ve bu nedenle de almaya çok açıktı. Eğitim sorunsuz zamanda
gerçekleşiyordu. Tıpkı Gordon'un dediği gibi.
b) Konu ile ilgili zaten hazırlıklı idim.
c) Bu konuşmadan sonra aynı konuya bir daha dönmedim. Eğer konuşmamızın ertesi
günü okuldan geldiğinde, "Kerem'ciğim, nasıl kızlarla ilgili bir gelişme var mı?" gibi sorularla
çocuğumun özel yaşantısına girmeye çalışsam ve konuşmamın sonucunu görmek için tekrarlar yapsam
herhalde oğlum, "Amaan anne konuştuğumuza bin pişman ettin beni" der miydi, demez miydi? En etkili
danışmanlık bir kez yapılan danışmanlıktır.
d) Benden aldığı bilgileri nasıl kullanacağı ona kalmış bir şeydi ve öyle
oldu.
3- Gerektiğinde kendimizi
değiştirebilmeliyiz.
Oğlum okula giderken her sabah ona sandöviç hazırlardım. Lise birinci
sınıfın ikinci günü sabah bana sandöviç hazırlamamamı, o hafta okul lokantasından yiyeceğini
söyledi. "Yalnız bir hafta mı yiyeceksin?" dedim. " Evet ....... Yemek Fabrikası bu hafta
bedava yemek veriyor, isteyenler önümüzdeki pazartesi ismini yazdıracak" dedi. Ben "Yemekleri
beğenirsen sen de yazılacak mısın?" dedim, "Hayır, yine evden götüreceğim" dedi. Ben " Bak burada ne
kadar farklıyız seninle. Ben bu haftadan sonra yemeyeceğimden eminsem şimdi de yemem, ama sen
yemekte bir sakınca görmüyorsun" dedim. "Evet, onların yemeklerini çalmıyorum ki, hatta kendileri
beni etkilemek için veriyor, niye yemeyeyim ki?" dedi. Düşündüm oğlum haklı idi. Ben onu dinlemekle
kendimi değiştirmiş ve onun davranışını yanlış görmemeyi öğrenmiştim. Oğlum da her ne kadar ona göre
modası geçmiş bir değere sahip olsa da, değerleriyle yaşayan bir anne modeli görmüştü.
Bu
farklılığımızı kabulüm ve dile getirmemin de olumlu etkilerini zaman zaman "Anne bak bu konuda da
farklı düşünüyoruz" deyişinden anlamışımdır.
Evet farklı olmak kötü değildir, zenginliktir.
Çocuklarımızı dinlersek belki işimize daha çok yarayacak pratik değerlere de sahip oluruz, ne
dersiniz?
4- Bazen en ideal ana babalar bile
çocukları üzerinde istedikleri etkiyi yapamayabilirler. Unutmayalım ki çocuklar mizaçları ile
dünyaya gelir. Biz elimizden geleni yapalım ve gerisini onlara bırakalım. Eğer istediğimiz sonucu
alamamışsak bir Hint duası edebiliriz:
"Tanrım bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek
için cesaret,
Değiştiremeyeceklerimi kabul için sükunet,
İkisini birbirinden ayırt etmek
için de akıl ver."
Her ilişkide sorunlar olması kaçınılmazdır. Önemli olan o sorunların nasıl
çözüldüğüdür.
Önümüzdeki yazıda ihtiyaç çatışmalarının Kazan-Kazan Çatışma Çözme ile nasıl
çözülebileceğini ele alacağız.
Değer çarpışmalarını çatışma haline döndürmeden ele
alabilmeniz dileğimle..
Not: Değerlerden vazgeçme
uygulaması Yöret Vakfı'nda Etkili Öğretmenlik grup çalışması sırasında uyguladığımız bir çalışma
idi. Ancak değer olarak değil, kişilik özellikleri olarak ele almıştık. Değerlere de çok güzel
uydu.