Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
DENETLEYEN ANNEDEN ETKİLEYEN ANNEYE
BİRSEN ÖZKAN
Psikolog-Eğitimci
Yazı Boyutu:
Büyüklerin güç kullanmasının çocuk üzerindeki etkileri

Etkili iletişimin alt yapısında yedinci adıma geldik. Tekrarlardan kısmen de olsa kaçınabilmek istediğim için önerim, bu yazıyı okumadan önce ikinci ve dördüncü yazıları yeniden okumanızdır.


GÜÇ KULLANMAK NEDİR?      
                         
Çocuğumuzun (karşımızdaki insanın)istediğimiz davranışı göstermesi için, elimizdeki üstünlükleri kullanarak ve baskı yaparak onu denetlemektir.  Ne ile baskı yaparız? Ödül ve ceza ile.  

Güç kullanmanın etkilerini duygusal boyutta hissetmeye çalışalım:

1-    Bir kişinin başka birine güç kullandığını hayal etmeye çalışın ya da varsa böyle bir anınız onu gözünüzün önüne getirin.
a)    Hangi duyguları hissediyorsunuz? Not edin.
b)    Bu olay şu anda olsa ne yapmak isterdiniz? Not edin.
2-    Çocukluğunuza dönün, annenizin/babanızın/öğretmeninizin size güç                             
kullandığı bir yaşantınız varsa anımsayın.
a)    Hangi duyguları yaşamıştınız? Not edin.
b)    Ne yapmıştınız ya da yapmak isteyip de yapamamıştınız?     
3-    Şimdi de çocuğunuza güç kullandığınız bir olayı hatırlamaya çalışın veya güç kullandığınızı hayal edin.
a)    Hangi duyguları yaşadınız/yaşıyorsunuz? Not edin.
b)    Ne yapmıştınız, ne yapmak isterdiniz? Not edin lütfen.

Not aldığınız duygularınızın hepsi olumsuz değil mi?

Güç karşısında siz ne hissediyorsanız çocuğunuzun da aynısını hissedeceğini bilin.

Gruplarda bu çalışma sırasında gözlerimizin yaşardığı, pişmanlıkların dile getirildiği çok olur. Yaşanılan tüm duyguların olumsuz oluşu dikkat çekicidir. Bu duygular yalnızca cezada değil ödülde de hissedilir. Bir annenin “ Baban gelene kadar hiç sözümden çıkmazsan sana yarın istediğin...........alırım.” Ya da “ Karnende tüm derslerin pekiyi olursa yazın sana istediğin...........alırım.” dediğini varsayalım. Çocuğun duyguları neler olur dersiniz? Yaşasııın, der mi?

Gücün etkisi yaşanılan duygularla ölçülür.




Anababa çocuğa karşı güç kullanırken çocuktan da anababasına karşı olumsuz duygular yükselir. Güç karşısında hissedilebilecek duyguların neler olabileceğini taradığımda yetmiş yedi tane duygu buldum, belki daha da çoktur. 


Acizlik, allak bullak olmak, anlaşılmamak , aşağılanmak , baskı hissetmek, başarısızlık, burulmak, bezginlik, bıkkınlık, bitip tükenmek, bozguna uğramak, çekinmek, çökkünlük, dehşet, direnme, düşmanlık, eziklik, elem, endişe, evham, gaddarlık, gerginlik, gerilim, güçsüzlük, güvensizlik, hainlik, haksızlık, hayal kırıklığı, hiçlik,hiddet, hor görülmek, hüzün, iç yanması, içerlemek, inat,  incinmek, incitmek, itilmişlik, isyan, kaçmak,kahretmek, kanıksamak, karamsarlık, keder, kendini suçlamak, kinlenmek, korku, küçük düşmek, küsmek, mutsuzluk, onur kırılması, önemsenmeme, saldırganlık, sevilmeme, sınırlanmak, sinirlenmek, stres, suçluluk, şaşkınlık, şüphe, taşkınlık, tedirginlik, tehdit, tepesinin tası atmak, tiksinti, umutsuzluk, utanç, ürkmek, üzüntü, vesvese, yalnızlık, yenilmişlik, yetersizlik, yılgınlık, yüreğin pır pır etmesi, yok sayılma, zulüm.  


Çocuğa dediğimizi yaptırabilmek için onun yüreğinde yaşattığımız bu kadar olumsuz duyguya değer mi? Üstelik kendimiz de olumsuz duygular yaşarken.


Anababanın bu gücü nereden gelir? Bu gücü anababaya çocuk verir! Evet. Çocuk acizliği ile bu gücü anababasına verir.  Çünkü doğduğunda ihtiyaçları için tümüyle anababasına bağımlıdır. Neye gereksinimi vardır çocuğun? Memeye, mamaya, temizlenmeye, korunmaya, sevilmeye, güvenmeye, giysiye, oyuncağa  ............. Kimde vardır bunların tümü? Anababada. (4. yazıda bu konu işlenmişti, ancak çocuklarımıza karşı neden güç kullandığımızı fark ettirmek için  biraz farklı bir yaklaşımla yeniden değinmekte yarar görüyorum.) 


Birinin yaşamını sürdürebilmek, istediklerini yapabilmek için bir başkasına ihtiyacı varsa; o bir başkasının ihtiyacı olan o kişinin üstünde gücü vardır. Anabanın çocuk,  öğretmenin öğrenci , patronun işçi üstünde gücü vardır. Kullanır, kullanmaz ama vardır. İşte bu nedenle minicik bebek maddi manevi tüm ihtiyaçlarını karşılayan anababasına çok büyük bir psikolojik boyut verir, diyor Gordon. Bu psikolojik boyutun büyüklüğü babanın boyunun 1.90 olmasından ya da annenin profösör olmasından falan gelmez. Her evde bu böyledir. Bebeğin ne zaman acıktığını, ne zaman temizleneceğini, ne zaman sarılıp sarmalanacağını bebek bilmezken anababası bilir.  Bu dönem bu nedenle “Ben bilmem, sen bilirsin” dönemidir. İşte bu “sen bilirsin” anababaya verilen bu büyük psikolojik boyutun da nedenidir.


Tabii yalnızca gereksinimlerin karşılanması değil, buna ek olarak anababanın “Cıss”ları, ya da gülücükleri, yani eksileri ve artıları da psikolojik boyutun büyüklüğünü etkiler. Bunun için  bebeklik ve ilk çocuklukta anababa çocuğun gözünde “Tanrı” gibidir. Ancak bebek büyüdükçe, kendi artılarını almaya başladıkça, kendi psikolojik boyutunu da yavaş yavaş büyütmeye başlar. Yürüyebilme, çişini istediği zaman tutup istediğinde bırakabilme, yemeğini yardımsız yiyebilme bebeğin artılarıdır ve bunları fark ettiğinde “Ben bilmem, sen bilirsin dönemi”nden “Ben de bilirim dönemi”ne geçer. (Bu dönem adları bana aittir.) Artık toksa yememekte, üşümüyorsa giyinmemekte direnmeye başlar. Çünkü artık onda da kendisiyle ilgili bilgiler vardır ve 4. yazıda sözünü ettiğim “Birey olma” gereksinimini karşılamak için “ Ben de varım, kendimle ilgili kararları kendim vermek istiyorum” dercesine anababasıyla inatlaşmaya başlar. Bu zamanda çocuğunun her şeyiyle ilgili kararları kendi vermeye alışık olan anababa, çocuğu için en iyisini kendisinin bileceğini düşündüğünden bir köfte yerine üç köfte yedirmek, üşümesin diye kalın giydirmek için dayatmaya başlar.  Böylece güç kullanma sahneye çıkar. “Eğer yemeğini bitirmezsen çizgi film izleyemezsin/Eğer yemeğini bitirirsen sana çikolata vereceğim” demek güç kullanmaktır. Çocuğun “Ben de bilirim” dediği zamanlarda anababa bunu dikkate alıp Etkin Dinleme ile  duygu ve düşüncelerini anlar ve Kazan-Kazan Çatışma Çözme Yöntemiyle bu ilişki içinde sen varsın yani senin isteklerini göz önünde bulunduracağım ama kendiminkileri de yok saymadan, ben de varım, diyebilirlerse güç kullanmalarına gerek kalmaz.


Yine dördüncü yazıda bir olgunluk ölçeğinden söz etmiştim. Bazı yaşlarda çocukların “Hayır” sözcüğünü çok kullandıklarını söylemiştim. Çocuklar ve gençlerin “Birey olma”yı çok önemsedikleri bu zamanlar (1-3-6-16 yaş) hem kendilerine çok güvendikleri, hem de destek bekledikleri zamanlardır aslında. Özellikle ergenlik çağındaki gençler kendi artılarını kazandıkça psikolojik boyutlarını da oldukça büyütürler. Fiziksel gücü anababasından fazladır. Sosyal etkinlikleri vardır. Yabancı dil/diller biliyordur. Spor yapıyordur vb. Başka bir deyişle kendi artıları kendisine göre anababasının artılarından çok daha fazladır. Bu nedenle de kendisini anababasından daha üstün görebilir. Çocuğun, gencin “Ben” dediği zamanlarda anababa “Biz” derse çatışma yaşanmaz. Yok eğer gencin “Ben” dediği zamanlarda anababa da eski alışkanlıklarını sürdürüp “Ben” derse kuşak çatışması dediğimiz durum yaşanır. Genç de “Sen-Ben” sürtüşmesi içinde olgunluğa ulaşamadan yetişkin olur. Ancak bu yetişkinlik “Biz Bilinci”nden uzak, Cüceloğlu’nun dediği gibi “Yetişkin çocuk” luktur. Oysa her anababanın isteği atılgan bireyler yetiştirmekti. Güç kullanılan evlerde  anababaya bebekken verilen büyük psikolojik boyut gençken geri alınır. Genç bunu nasıl gösterir? Her söylenene karşı gelerek, anababasının haklı olup olmadığını sorgulamaya bile gerek görmeden beklediklerinin  tersini yaparak, kavga ederek, en kötüsü de “Bunlarla iletişim kurmaya bile değmez” düşüncesiyle iletişimi tümden keserek evi otel gibi kullanmaya başlayarak gösterir.


Sevgili anababalar çocuklarımızı dinleyelim, gözleyelim. Konuşmaları ve davranışlarıyla bize çok şey anlatıyorlar.  Eğer çocuklarımızın onurunu zedelememeye özen gösterirsek,  bu evde bizim olduğu kadar onun da söz söylemeye hakkı olduğunu bilip ve bu hakkı onlara verirsek zaten insan insana iletişim kuruyoruz demektir. O zaman kitaplara bile gerek kalmaz.


Şimdi şu soruyu sorarak konuya dönelim: Gücü olanın otoritesi de var mıdır? Ya da otorite olan güçlü müdür?  Eğer “Güç” üzerinde düşünmemişseniz bu soruya hemen “evet” demiş olabilirsiniz. Bilgi de güçtür, tokat atmak da.  Bilgideki güç “otorite” sıfatını ekler insana, oysa tokattaki güç “otoriter”liği. Toplumumuzda benim gördüğüm bu otorite ile otoriterlik kavramlarının birbirinin yerine, daha doğrusu otoritenin otoriterlik yerine kullanıldığıdır. Ben hiç “Falan kişi bu konuda otoriterdir,” dendiğini duymadım ama bilgisi, kültürü, iletişim biçimi ile hiç de otorite olmayan bir öğretmen için, yalnızca öğrencileri sınıfta “mum” gibi tuttuğu için “ falan öğretmen öğretmenlikte tam bir otoritedir” dendiğini duymuşumdur. Gordon “Çocukta Dış Disiplin mi İç Disiplin mi” kitabında bu konu üzerinde çok duruyor, ben sadeleştirerek ve otorite kavramı üzerinde durarak bunu “güç kullanma” ile bağdaştırmak istiyorum:



*Hazır bulunmuş otorite: Ünvana ve güce dayanır. Anababa, bebekleri doğduğu anda; öğretmenliğinin ilk gününde genç bir öğretmen, sınıfa ilk girdiği anda böyle bir otorite olma armağanını hazır bulurlar. Ancak bu hazır bulunmuş otorite sıfatının içi, zaman içinde çocuğu yok saymayan  etkili iletişim, bilgi, bilgelik, sevgi ve saygı ile doldurulmazsa çocuklar, özellikle gençler anababaya ve öğretmene hazır olarak sundukları bu otoriteyi verdikleri gibi geri alırlar. Yani bu otorite, kişi kendini eğitmezse zamanla yok olur.  Konusunda (anababalık, öğretmenlik vb.) otorite olmayanlar kendi varlıklarını sürdürebilmek için otoriter olmak zorundadır. Çünkü çocuklara kendilerini “saydırmak” için ellerinde başka bir şey yoktur. Bu otoriterlik ise beklediklerinin tersine  çocuk ya da gencin büyüğünü saymamasına, aralarının açılmasına, sonuçta büyüğün kaybetmesine neden olur. Tabii çocuk/genç kendini bu olumsuzluklardan etkilenmeden kurtarabilmişse.  Öğetmene, özellikle anababaya saygı duymamak, güvenmemek bir çocuk için ne büyük bir kayıptır.  Özetle olgunlaşamayan hazır bulunmuş otorite her iki taraf için de çok zararlıdır.


*Kazanılmış  otorite: Anababa hazır bulduğu otoriteyi kendini geliştirerek kazanılmış otoriteye dönüştürebilir. Kazanılmış otoriteye sahip olmak,  özellikle ergenlik çağında çocuğu olanlar için çok önemlidir. Çünkü genç kendi artılarını elde ettikçe  psikolojik boyutunu büyütürken bir yandan da anababasına sunduğu hazır otoriteyi de sorgulamaya başlar. Beni insan olarak dikkate alıyorlar mı? Bu evde benim duygu ve düşüncelerime önem veriliyor mu? Kendi değerlerimi oluşturmama izin var mı, yoksa her konuda dayatma karşısında mıyım? Bu ev benim de eşit haklara sahip olduğum  evim mi, yoksa anababamın evinde sığıntı mıyım? Özetle  ben var mıyım, sorusunu kendi kendine sorgulamaya başlar. Yanıtı olumlu ise genç, anababasına duyduğu sevgi ve saygıyı daha da artırır ve anababanın kazanılmış otoritesi onun üzerinde ömür boyu sürer. Böyle bir ilişki bağımlı değil ama bağlılıkla yürüyen bir ilişkidir. Evlât yaşamı ile ilgili önemli kararlarda anababasına danışmayı, onların görüşlerini almayı önemser.


Öğretmen-öğrenci ilişkisinde de durum aynı değil midir? Hangi öğretmenlerimizi sevgi ve saygı ile anıyoruz, hangilerini yolda görsek de görmezden gelmek istiyoruz?


“Bu evde ben de var mıyım?” sorusuna verdiği yanıt olumsuzsa genç, şekilde belki göstermese de özde anababasına saygısını kaybeder,  onları  ya defterden siler ya da ilişkisini yüzeyde sürdürmeye devam eder. Ancak yaşamları için önemli kararlar alma durumunda kaldığında anababasını asla danışman olarak düşünemez. Çünkü butip anababalar önemsiz konularda bile kendi istediklerini yapması için çocuklarına baskı yaparak önemli konulardaki etkili olma haklarını kaybetmişlerdir.


Bu ve bundan sonraki yazıda otorite olmayıp otoriter anababaların güç kullanımlarından ve etkilerinden söz edeceğiz.


Birinci slaytta  anababanın gücünü ceza olarak kullandığını varsaymış ve bu güce karşı çocuğun hem kendi ile ilgili hem de  anababasına karşı olumsuz duygular beslediğini göstermiştik.  İşte çocuk bu olumsuz duyguları yaşamak istemediği için güç karşısında “ Ben bu sıkıntıdan, bu kötü durumdan kendimi nasıl kurtarabilirim?” diye bebek ve ilk çocuklukta bilinçsiz; çocukluk ve gençlikte bilinçli olarak “Güçle baş etme yöntemleri” ni geliştirmeye başlar. Ne yazık ki bu baş etme yöntemleri çocukta önce  kendini geri çekmeye, davranış bozukluklarına, giderek ruhsal sorunlara neden olur.


Gordon 24 tane baş etme yöntemi sayıyor. Bunları grupluyor ve üç tip başetme yöntemi olduğunu söylüyor:



Savaşma tepkileri: Bazı çocuklar güç karşısında isyan eder ve sözlü ya da davranışsal olarak yanıt verirler. Anababa da bu yanıt karşışında baskıyı artırıp daha büyük cezalar verir; çocuk da daha büyük bir tepkiler verir ve olumsuz yönde bir kısır döngüye girilir. Bu durum bazı evlerde çocuk istismarına kadar gidebilir. Savaşma tepkilerinde çocuğun/gencin yaşadığı en kötü duygu besbelli ki intikam duygusudur. Gazeteler zaman zaman anababa katillerinden söz eder, bu intikam duygusunun tatmininden başka bir şey değildir.


Şimdi size şirin bir intikam öyküsü anlatayım. 


Bu öykü bir öğretmen grubumda matematik öğretmeni bir üyenin güç karşındaki ödeşmesidir. İlkokul bitirme sınavlarında (Bizim zamanımızda sınıfı geçtikten sonra mezun olabilmek için her dersten ayrı ayrı sözlü sınava girerdik) din dersi sınavında öğretmeni kendisine “ Çık benim kürsümün üstüne ve bize ezan oku” demiş. Öğrenci “Yapamam öğretmenim” demiş ama öğretmenin baskısıyla kürsünün üstüne çıkmış, fakat yine de ezanı okuyamayacağını, kendisine bu işin yanlış ve garip geldiğini söylemiş. Öğretmen öğrencisine sözünü geçiremediği için muhtemelen misafir öğretmene mahçup olduğunu düşündüğünden çok kızmış ve tahta cetvelle şort giydiği için açıkta kalan bacaklarına defalarca vurmuş, sınıftan atarak öğrenciyi ikmale de bırakmış.


Gel zaman git zaman küçük öğrenci matematik öğretmeni olarak Anadolu’nun bir kasabasına atanmış. Kasabanın ortasından geçen bir akarsu varmış. Bizim öğretmen uzun lâstik çizmelerini giyerek boş zamanlarında file ile bu akarsuda balık avlarmış. Bir gün derenin ortasında balık avlamaya çalışırken kıyıdan bir ses duymuş “ Karşıya nereden geçebilirim?” Delikanlı bakmış ufak tefek bir ihtiyarcık. Ona doğru yürümüş ve “Ben sizi geçiririm” deyip omuzuna almak için çömelirken ilkokul öğretmenini tanıyıvermiş. Tam derenin ortalarına geldiğinde başını yukarı çevirip “ Beni tanıdınız mı? Hani yıllar önce ezan okumadım diye bacaklarına cetvelle vurduğunuz öğrencinizim” demiş. Öğretmen “Ah evlâdım işte o zamanlar öyleydi. Başka bir yol bilmezdik, kusura bakma” demiş. Delikanlı “Yok öyle kusura bakma demek. Şimdi söyleyin siz mi suya inersiniz, yoksa ben mi çömeleyim?”, pazarlığından sonra derin bir nefes alıp suyun içinde çömelmiş, öğretmenini yarı beline kadar ıslatmış ve böylece ödeşmiş olmuş. Yaşadığı duygunun ödeşme olduğunu söylemişti bizlere.(Hepimiz sonra neler olduğunu merak ettik. Öğretmenini evine götürüp pantolonunu kurutmuş. Hoş sohbetten sonra gideceği yere ulaştırmış) Evet güç karşısında yaşanan acı duygular unutulmuyor ve tatmin arıyor.


Kaçma tepkileri: En hafifi yalan söylemek olan kaçma tepkileri aşırı yemek yeme, alkol/ uyuşturucu kullanma gibi genci gerçeklerden uzaklaştıracak boyuta getirebilir. Evden ve okuldan kaçmalar hep baş etme yöntemidir.

Bir örnek: Balkonumda kitap okuyordum, bahçede çocuklar grup oluşturmuş konuşuyorlardı. İçlerinden biri “Ben anneme hep yalan söylerim” dedi. Neden diye sordular “Çünkü ondan çok korkuyorum” diye yanıtladı. Anababanın güç kullanmadığı evlerde çocukların yalan söylemeleri için gerek  yoktur.

Boyun eğme tepkileri: Baş etme tepkilerinin çocuk açısından en kötüsü boyun eğme tepkileridir. Güç karşısında savaşamayacak, hatta kaçış yolları bulamayacak kadar çaresiz olan çocuklar ve gençler ruhsal çöküntüler yaşayıp psikiyatristlerin müşterileri yetişkinler olurlar.

Bu üç gruptan çocuk için en sağlıklısı şüphesiz ki savaşma tepkileridir. Keşke her çocuk kaçma ve boyun eğme yerine büyüklerle savaşacak cesareti kendinde bulabilse ve beden ve ruh sağlığını koruyabilse (Bu ehven-i şer türünden tartışılabilir bir koruma olur, ama kaçma ve boyun eğmeden iyidir diye düşünüyorum).

Sevgili anneler, babalar yazının başında çocuklara karşı güç kullanmanın araçlarının ödül ve ceza olduğunu söylemiştim.

Ödül-ceza nedir?  Çocuğun istenmeyen davranışlarını yok etmek için büyüklerin ellerindeki silâhtır. Ama öyle bir silâh ki zaman geçtikçe geri tepen bir silâh.

Ödül-ceza hiç mi işe yaramaz? Ödül ve ceza vererek çocukların istenmeyen davranışları yapmaları önlenebilir. Bu doğru. “Bu vazoyu bir daha buradan alırsan eline iğne batırırım” dersek çocuk o vazoyu bulunduğu yerden almamayı öğrenebilir. Peki bu öğrenme çocukta sorumluluk duygusunu geliştirir mi, iç denetim sağlar mı?

Eğer iç denetimi ve sorumluluk duygusu gelişmiş  çocuklar değil de itaat etmeyi öğrenmiş çocuklar yetiştirmek istiyorsak  ödül ceza kullanmamızda sakınca yoktur. (Çocuğumuzun kişiliğini ve ruh sağlığını göz önüne almazsak)

Yine ikinci yazıda çocuk eğitiminizde ödül-ceza varsa çocuğunuzda “dış disiplin”, çocuğu eşit bir birey olarak gören etkili iletişimle “iç disiplin”gelişir demiştim.  “Ben iç disiplinden vaz geçtim, tek uslu olsun/olsunlar da biraz nefes alayım” deseniz ve ödül-ceza kullanmaya karar verseniz de bu öyle çok kolay bir iş değil. İnanın etkili iletişim becerilerini öğrenip uygulamak çok çok daha kolay. Çünkü davranış bilimciler laboratuvar araştırmalarında ödül ve cezanın etkili olabilmesi için belirli kurallara göre verilmesi gerektiğini saptamış ve bu kurallara uyulmadığında işlerin daha da zorlaştığını görmüşler.


Önümüzdeki yazıda ödül-cezanın etkili olabilmesi için koşulların neler olduğunu, çocuk ve anababa üzerindeki etkilerini tartışacağız.


Otoriter değil sevgi, saygı otoritesi olan anababalar olmanız dileğimle.

Sevgiler...


Copyright 2007-2025 ® NETATÖLYE - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz alıntı yapılamaz.