Etkili iletişimin alt yapısında yedinci
adıma geldik. Tekrarlardan kısmen de olsa kaçınabilmek istediğim için önerim, bu yazıyı okumadan
önce ikinci ve dördüncü yazıları yeniden okumanızdır.
GÜÇ KULLANMAK NEDİR?
Çocuğumuzun (karşımızdaki insanın)istediğimiz davranışı göstermesi için, elimizdeki üstünlükleri kullanarak ve baskı yaparak onu denetlemektir. Ne ile baskı yaparız? Ödül ve ceza ile.
Güç kullanmanın etkilerini duygusal boyutta hissetmeye çalışalım:
1- Bir kişinin başka birine güç kullandığını hayal etmeye çalışın ya da varsa böyle bir anınız onu gözünüzün önüne getirin.
a) Hangi duyguları hissediyorsunuz? Not edin.
b) Bu olay şu anda olsa ne yapmak isterdiniz? Not edin.
2- Çocukluğunuza dönün, annenizin/babanızın/öğretmeninizin size güç
kullandığı bir yaşantınız varsa anımsayın.
a) Hangi duyguları yaşamıştınız? Not edin.
b) Ne yapmıştınız ya da yapmak isteyip de yapamamıştınız?
3- Şimdi de çocuğunuza güç kullandığınız bir olayı hatırlamaya çalışın veya güç kullandığınızı hayal edin.
a) Hangi duyguları yaşadınız/yaşıyorsunuz? Not edin.
b) Ne yapmıştınız, ne yapmak isterdiniz? Not edin lütfen.
Not aldığınız duygularınızın hepsi olumsuz değil mi?
Güç karşısında siz ne hissediyorsanız çocuğunuzun da aynısını hissedeceğini bilin.
Gruplarda bu çalışma sırasında gözlerimizin yaşardığı, pişmanlıkların dile getirildiği çok olur. Yaşanılan tüm duyguların olumsuz oluşu dikkat çekicidir. Bu duygular yalnızca cezada değil ödülde de hissedilir. Bir annenin “ Baban gelene kadar hiç sözümden çıkmazsan sana yarın istediğin...........alırım.” Ya da “ Karnende tüm derslerin pekiyi olursa yazın sana istediğin...........alırım.” dediğini varsayalım. Çocuğun duyguları neler olur dersiniz? Yaşasııın, der mi?
Gücün etkisi yaşanılan duygularla ölçülür.
Anababa çocuğa karşı güç kullanırken çocuktan da anababasına karşı olumsuz duygular yükselir. Güç karşısında hissedilebilecek duyguların neler olabileceğini taradığımda yetmiş yedi tane duygu buldum, belki daha da çoktur.
Acizlik, allak bullak olmak, anlaşılmamak , aşağılanmak , baskı
hissetmek, başarısızlık, burulmak, bezginlik, bıkkınlık, bitip tükenmek,
bozguna uğramak, çekinmek, çökkünlük, dehşet, direnme, düşmanlık,
eziklik, elem, endişe, evham, gaddarlık, gerginlik, gerilim, güçsüzlük,
güvensizlik, hainlik, haksızlık, hayal kırıklığı, hiçlik,hiddet, hor
görülmek, hüzün, iç yanması, içerlemek, inat, incinmek, incitmek,
itilmişlik, isyan, kaçmak,kahretmek, kanıksamak, karamsarlık, keder,
kendini suçlamak, kinlenmek, korku, küçük düşmek, küsmek, mutsuzluk,
onur kırılması, önemsenmeme, saldırganlık, sevilmeme, sınırlanmak,
sinirlenmek, stres, suçluluk, şaşkınlık, şüphe, taşkınlık, tedirginlik,
tehdit, tepesinin tası atmak, tiksinti, umutsuzluk, utanç, ürkmek,
üzüntü, vesvese, yalnızlık, yenilmişlik, yetersizlik, yılgınlık, yüreğin
pır pır etmesi, yok sayılma, zulüm.
Çocuğa dediğimizi yaptırabilmek için onun yüreğinde yaşattığımız bu kadar olumsuz duyguya değer mi? Üstelik kendimiz de olumsuz duygular yaşarken.
Anababanın bu gücü nereden gelir? Bu gücü anababaya çocuk verir! Evet. Çocuk acizliği ile bu gücü anababasına verir. Çünkü doğduğunda ihtiyaçları için tümüyle anababasına bağımlıdır. Neye gereksinimi vardır çocuğun? Memeye, mamaya, temizlenmeye, korunmaya, sevilmeye, güvenmeye, giysiye, oyuncağa ............. Kimde vardır bunların tümü? Anababada. (4. yazıda bu konu işlenmişti, ancak çocuklarımıza karşı neden güç kullandığımızı fark ettirmek için biraz farklı bir yaklaşımla yeniden değinmekte yarar görüyorum.)
Birinin yaşamını sürdürebilmek, istediklerini yapabilmek için bir
başkasına ihtiyacı varsa; o bir başkasının ihtiyacı olan o kişinin
üstünde gücü vardır. Anabanın çocuk, öğretmenin öğrenci , patronun işçi
üstünde gücü vardır. Kullanır, kullanmaz ama vardır. İşte bu nedenle
minicik bebek maddi manevi tüm ihtiyaçlarını karşılayan anababasına çok
büyük bir psikolojik boyut verir, diyor Gordon. Bu psikolojik boyutun
büyüklüğü babanın boyunun 1.90 olmasından ya da annenin profösör
olmasından falan gelmez. Her evde bu böyledir. Bebeğin ne zaman
acıktığını, ne zaman temizleneceğini, ne zaman sarılıp sarmalanacağını
bebek bilmezken anababası bilir. Bu dönem bu nedenle “Ben bilmem, sen
bilirsin” dönemidir. İşte bu “sen bilirsin” anababaya verilen bu büyük
psikolojik boyutun da nedenidir.
Tabii yalnızca gereksinimlerin karşılanması değil, buna ek olarak
anababanın “Cıss”ları, ya da gülücükleri, yani eksileri ve artıları da
psikolojik boyutun büyüklüğünü etkiler. Bunun için bebeklik ve ilk
çocuklukta anababa çocuğun gözünde “Tanrı” gibidir. Ancak bebek
büyüdükçe, kendi artılarını almaya başladıkça, kendi psikolojik boyutunu
da yavaş yavaş büyütmeye başlar. Yürüyebilme, çişini istediği zaman
tutup istediğinde bırakabilme, yemeğini yardımsız yiyebilme bebeğin
artılarıdır ve bunları fark ettiğinde “Ben bilmem, sen bilirsin
dönemi”nden “Ben de bilirim dönemi”ne geçer. (Bu dönem adları bana
aittir.) Artık toksa yememekte, üşümüyorsa giyinmemekte direnmeye
başlar. Çünkü artık onda da kendisiyle ilgili bilgiler vardır ve 4.
yazıda sözünü ettiğim “Birey olma” gereksinimini karşılamak için “ Ben
de varım, kendimle ilgili kararları kendim vermek istiyorum” dercesine
anababasıyla inatlaşmaya başlar. Bu zamanda çocuğunun her şeyiyle ilgili
kararları kendi vermeye alışık olan anababa, çocuğu için en iyisini
kendisinin bileceğini düşündüğünden bir köfte yerine üç köfte yedirmek,
üşümesin diye kalın giydirmek için dayatmaya başlar. Böylece güç
kullanma sahneye çıkar. “Eğer yemeğini bitirmezsen çizgi film
izleyemezsin/Eğer yemeğini bitirirsen sana çikolata vereceğim” demek güç
kullanmaktır. Çocuğun “Ben de bilirim” dediği zamanlarda anababa bunu
dikkate alıp Etkin Dinleme ile duygu ve düşüncelerini anlar ve
Kazan-Kazan Çatışma Çözme Yöntemiyle bu ilişki içinde sen varsın yani
senin isteklerini göz önünde bulunduracağım ama kendiminkileri de yok
saymadan, ben de varım, diyebilirlerse güç kullanmalarına gerek kalmaz.
Yine dördüncü yazıda bir olgunluk ölçeğinden söz etmiştim. Bazı yaşlarda
çocukların “Hayır” sözcüğünü çok kullandıklarını söylemiştim. Çocuklar
ve gençlerin “Birey olma”yı çok önemsedikleri bu zamanlar (1-3-6-16 yaş)
hem kendilerine çok güvendikleri, hem de destek bekledikleri
zamanlardır aslında. Özellikle ergenlik çağındaki gençler kendi
artılarını kazandıkça psikolojik boyutlarını da oldukça büyütürler.
Fiziksel gücü anababasından fazladır. Sosyal etkinlikleri vardır.
Yabancı dil/diller biliyordur. Spor yapıyordur vb. Başka bir deyişle
kendi artıları kendisine göre anababasının artılarından çok daha
fazladır. Bu nedenle de kendisini anababasından daha üstün görebilir.
Çocuğun, gencin “Ben” dediği zamanlarda anababa “Biz” derse çatışma
yaşanmaz. Yok eğer gencin “Ben” dediği zamanlarda anababa da eski
alışkanlıklarını sürdürüp “Ben” derse kuşak çatışması dediğimiz durum
yaşanır. Genç de “Sen-Ben” sürtüşmesi içinde olgunluğa ulaşamadan
yetişkin olur. Ancak bu yetişkinlik “Biz Bilinci”nden uzak,
Cüceloğlu’nun dediği gibi “Yetişkin çocuk” luktur. Oysa her anababanın
isteği atılgan bireyler yetiştirmekti. Güç kullanılan evlerde anababaya
bebekken verilen büyük psikolojik boyut gençken geri alınır. Genç bunu
nasıl gösterir? Her söylenene karşı gelerek, anababasının haklı olup
olmadığını sorgulamaya bile gerek görmeden beklediklerinin tersini
yaparak, kavga ederek, en kötüsü de “Bunlarla iletişim kurmaya bile
değmez” düşüncesiyle iletişimi tümden keserek evi otel gibi kullanmaya
başlayarak gösterir.
Sevgili anababalar çocuklarımızı dinleyelim, gözleyelim. Konuşmaları ve
davranışlarıyla bize çok şey anlatıyorlar. Eğer çocuklarımızın onurunu
zedelememeye özen gösterirsek, bu evde bizim olduğu kadar onun da söz
söylemeye hakkı olduğunu bilip ve bu hakkı onlara verirsek zaten insan
insana iletişim kuruyoruz demektir. O zaman kitaplara bile gerek kalmaz.
Şimdi şu soruyu sorarak konuya dönelim: Gücü olanın otoritesi de var mıdır? Ya da otorite olan güçlü müdür? Eğer “Güç” üzerinde düşünmemişseniz bu soruya hemen “evet” demiş olabilirsiniz. Bilgi de güçtür, tokat atmak da. Bilgideki güç “otorite” sıfatını ekler insana, oysa tokattaki güç “otoriter”liği. Toplumumuzda benim gördüğüm bu otorite ile otoriterlik kavramlarının birbirinin yerine, daha doğrusu otoritenin otoriterlik yerine kullanıldığıdır. Ben hiç “Falan kişi bu konuda otoriterdir,” dendiğini duymadım ama bilgisi, kültürü, iletişim biçimi ile hiç de otorite olmayan bir öğretmen için, yalnızca öğrencileri sınıfta “mum” gibi tuttuğu için “ falan öğretmen öğretmenlikte tam bir otoritedir” dendiğini duymuşumdur. Gordon “Çocukta Dış Disiplin mi İç Disiplin mi” kitabında bu konu üzerinde çok duruyor, ben sadeleştirerek ve otorite kavramı üzerinde durarak bunu “güç kullanma” ile bağdaştırmak istiyorum:
*Hazır bulunmuş otorite: Ünvana ve güce dayanır. Anababa, bebekleri
doğduğu anda; öğretmenliğinin ilk gününde genç bir öğretmen, sınıfa ilk
girdiği anda böyle bir otorite olma armağanını hazır bulurlar. Ancak bu
hazır bulunmuş otorite sıfatının içi, zaman içinde çocuğu yok saymayan
etkili iletişim, bilgi, bilgelik, sevgi ve saygı ile doldurulmazsa
çocuklar, özellikle gençler anababaya ve öğretmene hazır olarak
sundukları bu otoriteyi verdikleri gibi geri alırlar. Yani bu otorite,
kişi kendini eğitmezse zamanla yok olur. Konusunda (anababalık,
öğretmenlik vb.) otorite olmayanlar kendi varlıklarını sürdürebilmek
için otoriter olmak zorundadır. Çünkü çocuklara kendilerini “saydırmak”
için ellerinde başka bir şey yoktur. Bu otoriterlik ise beklediklerinin
tersine çocuk ya da gencin büyüğünü saymamasına, aralarının açılmasına,
sonuçta büyüğün kaybetmesine neden olur. Tabii çocuk/genç kendini bu
olumsuzluklardan etkilenmeden kurtarabilmişse. Öğetmene, özellikle
anababaya saygı duymamak, güvenmemek bir çocuk için ne büyük bir
kayıptır. Özetle olgunlaşamayan hazır bulunmuş otorite her iki taraf
için de çok zararlıdır.
*Kazanılmış otorite: Anababa hazır bulduğu otoriteyi kendini
geliştirerek kazanılmış otoriteye dönüştürebilir. Kazanılmış otoriteye
sahip olmak, özellikle ergenlik çağında çocuğu olanlar için çok
önemlidir. Çünkü genç kendi artılarını elde ettikçe psikolojik boyutunu
büyütürken bir yandan da anababasına sunduğu hazır otoriteyi de
sorgulamaya başlar. Beni insan olarak dikkate alıyorlar mı? Bu evde
benim duygu ve düşüncelerime önem veriliyor mu? Kendi değerlerimi
oluşturmama izin var mı, yoksa her konuda dayatma karşısında mıyım? Bu
ev benim de eşit haklara sahip olduğum evim mi, yoksa anababamın evinde
sığıntı mıyım? Özetle ben var mıyım, sorusunu kendi kendine
sorgulamaya başlar. Yanıtı olumlu ise genç, anababasına duyduğu sevgi ve
saygıyı daha da artırır ve anababanın kazanılmış otoritesi onun
üzerinde ömür boyu sürer. Böyle bir ilişki bağımlı değil ama bağlılıkla
yürüyen bir ilişkidir. Evlât yaşamı ile ilgili önemli kararlarda
anababasına danışmayı, onların görüşlerini almayı önemser.
Öğretmen-öğrenci ilişkisinde de durum aynı değil midir? Hangi
öğretmenlerimizi sevgi ve saygı ile anıyoruz, hangilerini yolda görsek
de görmezden gelmek istiyoruz?
“Bu evde ben de var mıyım?” sorusuna verdiği yanıt olumsuzsa genç,
şekilde belki göstermese de özde anababasına saygısını kaybeder,
onları ya defterden siler ya da ilişkisini yüzeyde sürdürmeye devam
eder. Ancak yaşamları için önemli kararlar alma durumunda kaldığında
anababasını asla danışman olarak düşünemez. Çünkü butip anababalar
önemsiz konularda bile kendi istediklerini yapması için çocuklarına
baskı yaparak önemli konulardaki etkili olma haklarını kaybetmişlerdir.
Bu ve bundan sonraki yazıda otorite olmayıp otoriter anababaların güç kullanımlarından ve etkilerinden söz edeceğiz.
Birinci slaytta anababanın gücünü ceza olarak kullandığını varsaymış ve
bu güce karşı çocuğun hem kendi ile ilgili hem de anababasına karşı
olumsuz duygular beslediğini göstermiştik. İşte çocuk bu olumsuz
duyguları yaşamak istemediği için güç karşısında “ Ben bu sıkıntıdan, bu
kötü durumdan kendimi nasıl kurtarabilirim?” diye bebek ve ilk
çocuklukta bilinçsiz; çocukluk ve gençlikte bilinçli olarak “Güçle baş
etme yöntemleri” ni geliştirmeye başlar. Ne yazık ki bu baş etme
yöntemleri çocukta önce kendini geri çekmeye, davranış bozukluklarına,
giderek ruhsal sorunlara neden olur.
Gordon 24 tane baş etme yöntemi sayıyor. Bunları grupluyor ve üç tip başetme yöntemi olduğunu söylüyor:
Savaşma tepkileri: Bazı çocuklar güç karşısında isyan eder ve sözlü ya
da davranışsal olarak yanıt verirler. Anababa da bu yanıt karşışında
baskıyı artırıp daha büyük cezalar verir; çocuk da daha büyük bir
tepkiler verir ve olumsuz yönde bir kısır döngüye girilir. Bu durum bazı
evlerde çocuk istismarına kadar gidebilir. Savaşma tepkilerinde
çocuğun/gencin yaşadığı en kötü duygu besbelli ki intikam duygusudur.
Gazeteler zaman zaman anababa katillerinden söz eder, bu intikam
duygusunun tatmininden başka bir şey değildir.
Şimdi size şirin bir intikam öyküsü anlatayım.
Bu öykü bir öğretmen grubumda matematik öğretmeni bir üyenin güç
karşındaki ödeşmesidir. İlkokul bitirme sınavlarında (Bizim zamanımızda
sınıfı geçtikten sonra mezun olabilmek için her dersten ayrı ayrı sözlü
sınava girerdik) din dersi sınavında öğretmeni kendisine “ Çık benim
kürsümün üstüne ve bize ezan oku” demiş. Öğrenci “Yapamam öğretmenim”
demiş ama öğretmenin baskısıyla kürsünün üstüne çıkmış, fakat yine de
ezanı okuyamayacağını, kendisine bu işin yanlış ve garip geldiğini
söylemiş. Öğretmen öğrencisine sözünü geçiremediği için muhtemelen
misafir öğretmene mahçup olduğunu düşündüğünden çok kızmış ve tahta
cetvelle şort giydiği için açıkta kalan bacaklarına defalarca vurmuş,
sınıftan atarak öğrenciyi ikmale de bırakmış.
Gel zaman git zaman küçük öğrenci matematik öğretmeni olarak Anadolu’nun bir kasabasına atanmış. Kasabanın ortasından geçen bir akarsu varmış. Bizim öğretmen uzun lâstik çizmelerini giyerek boş zamanlarında file ile bu akarsuda balık avlarmış. Bir gün derenin ortasında balık avlamaya çalışırken kıyıdan bir ses duymuş “ Karşıya nereden geçebilirim?” Delikanlı bakmış ufak tefek bir ihtiyarcık. Ona doğru yürümüş ve “Ben sizi geçiririm” deyip omuzuna almak için çömelirken ilkokul öğretmenini tanıyıvermiş. Tam derenin ortalarına geldiğinde başını yukarı çevirip “ Beni tanıdınız mı? Hani yıllar önce ezan okumadım diye bacaklarına cetvelle vurduğunuz öğrencinizim” demiş. Öğretmen “Ah evlâdım işte o zamanlar öyleydi. Başka bir yol bilmezdik, kusura bakma” demiş. Delikanlı “Yok öyle kusura bakma demek. Şimdi söyleyin siz mi suya inersiniz, yoksa ben mi çömeleyim?”, pazarlığından sonra derin bir nefes alıp suyun içinde çömelmiş, öğretmenini yarı beline kadar ıslatmış ve böylece ödeşmiş olmuş. Yaşadığı duygunun ödeşme olduğunu söylemişti bizlere.(Hepimiz sonra neler olduğunu merak ettik. Öğretmenini evine götürüp pantolonunu kurutmuş. Hoş sohbetten sonra gideceği yere ulaştırmış) Evet güç karşısında yaşanan acı duygular unutulmuyor ve tatmin arıyor.
Kaçma tepkileri: En hafifi yalan söylemek olan kaçma tepkileri aşırı
yemek yeme, alkol/ uyuşturucu kullanma gibi genci gerçeklerden
uzaklaştıracak boyuta getirebilir. Evden ve okuldan kaçmalar hep baş
etme yöntemidir.
Bir örnek: Balkonumda kitap okuyordum, bahçede çocuklar grup oluşturmuş
konuşuyorlardı. İçlerinden biri “Ben anneme hep yalan söylerim” dedi.
Neden diye sordular “Çünkü ondan çok korkuyorum” diye yanıtladı.
Anababanın güç kullanmadığı evlerde çocukların yalan söylemeleri için
gerek yoktur.
Boyun eğme tepkileri: Baş etme tepkilerinin çocuk açısından en kötüsü
boyun eğme tepkileridir. Güç karşısında savaşamayacak, hatta kaçış
yolları bulamayacak kadar çaresiz olan çocuklar ve gençler ruhsal
çöküntüler yaşayıp psikiyatristlerin müşterileri yetişkinler olurlar.
Bu üç gruptan çocuk için en sağlıklısı şüphesiz ki savaşma tepkileridir.
Keşke her çocuk kaçma ve boyun eğme yerine büyüklerle savaşacak
cesareti kendinde bulabilse ve beden ve ruh sağlığını koruyabilse (Bu
ehven-i şer türünden tartışılabilir bir koruma olur, ama kaçma ve boyun
eğmeden iyidir diye düşünüyorum).
Sevgili anneler, babalar yazının başında çocuklara karşı güç kullanmanın araçlarının ödül ve ceza olduğunu söylemiştim.
Ödül-ceza nedir? Çocuğun istenmeyen davranışlarını yok etmek için
büyüklerin ellerindeki silâhtır. Ama öyle bir silâh ki zaman geçtikçe
geri tepen bir silâh.
Ödül-ceza hiç mi işe yaramaz? Ödül ve ceza vererek çocukların istenmeyen
davranışları yapmaları önlenebilir. Bu doğru. “Bu vazoyu bir daha
buradan alırsan eline iğne batırırım” dersek çocuk o vazoyu bulunduğu
yerden almamayı öğrenebilir. Peki bu öğrenme çocukta sorumluluk
duygusunu geliştirir mi, iç denetim sağlar mı?
Eğer iç denetimi ve sorumluluk duygusu gelişmiş çocuklar değil de itaat
etmeyi öğrenmiş çocuklar yetiştirmek istiyorsak ödül ceza
kullanmamızda sakınca yoktur. (Çocuğumuzun kişiliğini ve ruh sağlığını
göz önüne almazsak)
Yine ikinci yazıda çocuk eğitiminizde ödül-ceza varsa çocuğunuzda “dış
disiplin”, çocuğu eşit bir birey olarak gören etkili iletişimle “iç
disiplin”gelişir demiştim. “Ben iç disiplinden vaz geçtim, tek uslu
olsun/olsunlar da biraz nefes alayım” deseniz ve ödül-ceza kullanmaya
karar verseniz de bu öyle çok kolay bir iş değil. İnanın etkili iletişim
becerilerini öğrenip uygulamak çok çok daha kolay. Çünkü davranış
bilimciler laboratuvar araştırmalarında ödül ve cezanın etkili
olabilmesi için belirli kurallara göre verilmesi gerektiğini saptamış ve
bu kurallara uyulmadığında işlerin daha da zorlaştığını görmüşler.
Önümüzdeki yazıda ödül-cezanın etkili olabilmesi için koşulların neler
olduğunu, çocuk ve anababa üzerindeki etkilerini tartışacağız.
Otoriter değil sevgi, saygı otoritesi olan anababalar olmanız dileğimle.
Sevgiler...