Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
DOĞUMA DOĞRU
Op. Dr.  HAKAN ÇOKER
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı
Yazı Boyutu:
Doğal doğum nedir ve nasıl hazırlanılır?

Günümüzde doğumu yaklaşan bir anneye sorulan en temel sorulardan biri nasıl doğum yapacağıdır. Normal mi olacak yoksa sezaryen mi? Neye karar verdin? Değişen doğum gerçeğimizde sezaryen ameliyatı modern doğum şekli olarak görülmekte, normal doğum yapmak isteyen annelerimizin önüne de birçok müdahale doğumu kolaylaştırıcı faktörler olarak sunulmaktadır.

Bunun yanında gerek Sağlık Bakanlığı gerekse tıbbi otoriteler normal doğumun güvenli ve sağlıklı olduğunu vurgulamaktadır. Hatta bu konuda yürütülen kampanyalarla normal doğum özendirilmeye çalışılmaktadır. Normal doğum aslında doğumun kendisidir. Tıbbi bir sebep olmadan yapılacak tüm tercihler müdahaleli doğuma girer.

Ancak yapılan bunca çalışmaya rağmen önümüzdeki istatistikler sezaryen oranlarının istediğimiz gibi düşmediğini ortaya koymaktadır. Durum böyle olunca nerede yanlış yaptığımıza yeniden bakmak zorundayız. Belki de sezaryenin negatif etkilerini anlatmayı bırakmalıyız. Çünkü sezaryen gerçekten gerekli olduğunda mükemmel bir kurtarma ameliyatıdır. Bunun yerine kaybetmeye başladığımız gerçeklerin temeline inmek en iyi çözüm olacaktır. Doğumu tercih etmedikleri zaman anne ve bebekleri neler kaybederler? Nelerden vazgeçerler? Doğal doğum neden bu kadar önemlidir?

Doğal doğum mümkün olduğunca müdahale edilmeden yapılan doğumdur. Çünkü kendiliğinden başlayan doğal bir doğumda beden ve bebek ne yapacaklarını bildikleri mükemmel bir çalışma içindedirler. Yapacağınız her müdahale bu işleyişi az ya da çok bozabilir. İdeal olan bedenin bu mükemmel çalışmasını destekleyecek bir ortam yaratılarak anne ve bebeğinin fiziksel ve duygusal olarak desteklenmeleridir. Bu sayede hiçbir ilaç ve müdahaleye maruz kalmayan bir anne bebeğini, tüm doğal hormonlarının etkisi altında doğuracak, doğar doğmaz bebeğini göğsüne alabilecek ve bebeği ile güçlü bir bağ kurabilecektir. Doğum sonrasındaki kritik dakikalar anne ve bebeğinin bağ kurması açısından çok önemlidir. Sevgi ve coşku dolu bu doğum sonrasında anne ve bebeğinin buluşması onların gelecekteki davranışlarını da olumlu etkileyecektir.

ANNE VE BEBEĞİNİN HEDEFLEDİĞİ DOĞUM ŞEKLİ
Buradaki kritik kelime “mümkün olduğunca”dır. Doğal doğum felsefeleri gerekli modern tıbbi müdahaleleri dışlayan bir felsefe değildir. Tam tersine gerektiği zaman modern tıbbın tüm olumlu müdahaleleri kullanılacaktır. Burada önemli olan müdahalelerin fark gözetilmeden her anneye rutin olarak uygulanması yerine, gerekli şartlarda gerekli doğumlarda uygulanmasıdır. Kanıta dayalı tıp çalışmaları birçok müdahalenin rutin olarak her gebeye uygulanmasını destekleyecek kanıtlar bulamamıştır. Bu yüzden doğal doğum düşünen annelerin karşılaşabilecekleri tüm müdahaleleri bilmesi ve gerektiğinde bunları kullanabilmesi teşvik edilir. Ne olursa olsun, kesinlikle hiçbir müdahale yapılmadan bir doğumun hedeflenmesi en büyük yanlış olacaktır. Gerektiğinde yapılacak bu müdahaleler gerek annenin gerekse bebeğin sağlığı üzerinde olumlu etkiler yaratacaktır. Bu yüzden müdahalesiz doğum yerine, mümkün olduğunca müdahalesiz ancak kesinlikle sağlıklı bir anne ve bebeğinin hedeflendiği bir doğum şekli en akılcı çözüm olacaktır.

Doğal bir doğumun en büyük avantajı ilaç kullanımının en az seviyede olmasıdır. Bu sayede anne ve bebeği hazır olduğunda doğum başlayacak ve doğumun kontrolü doğal olarak salgılanan hormonlarda olacaktır. İlaçsız bir doğumla anne doğumun coşkusunu tüm farkındalığı ile hissedecek, bebekse aktifliği sayesinde yeni hayatına çok daha kolay uyum sağlayacaktır. Bu hormonların anne ve bebek üzerindeki olumlu etkileri yapılan çalışmalarla yavaş yavaş çok daha iyi keşfedilmeye başlanmıştır.

DOĞUMUN HORMONLARI
Doğal bir doğumun önemini anlayabilmenin yolu biraz da salgılanan doğum hormonlarını öğrenmekten geçer. Bunların başlıcaları oksitosin, endorfin ve kotekolaminlerdir.

OKSİTOSİN: Doğal bir doğuma baktığımızda, doğum hormonlarının aktif olarak salgılanarak doğumu yönettiklerini görüyoruz. Siz izin verdiğiniz takdirde, doğum anne ve bebeğinin tam olarak hazır olduğu anda kendiliğinden başlar. Dünya Sağlık Örgütü’nün doğuma götüren kanıta dayalı uygulamalar listesinde de ilk sırayı doğumun kendi başlaması gerektiği alır. Kendiliğinden başlayan doğumların çok daha kolay ve kısa sürede olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Bu sayede erken başlatılan doğumlardaki birçok olumsuzluk risklerini de almamış oluruz.

Bu aşamada öncelikle beyinden salgılanan oksitosin hormonu, rahimdeki kasılmaları tetikler. Oksitosin sayesinde rahim düzenli olarak ve ihtiyacı kadar çalışmaya başlar. Belli aralıklarla salgılanan bu hormon, doğum dalgalarının aralıklı olarak gelmesini yönetir. Bu sayede dalgalar arasında anne ve bebeğinin dinlenebilmesi için süre kalır. Oksitosin hormonu gittikçe artan seviyelerde salgılanır ve doğumdan sonra da en üst seviyelerde kalır. Bu hormon, plasentadan bebeğe de geçer, hatta bebek aynı zamanda kendi hormon salgısını da yapar.

Oksitosin hormonu, doğumdan sonra anne-bebek bağlanmasından da sorumludur. Oksitosin özellikle doğum anında en yüksek seviyelerine ulaşır. Doğumdan hemen sonra azalacağı beklenirken eğer bebekler anne kucağına bırakılır ve bebeğin anneye alışması için süre tanınırsa, oksitosin seviyeleri daha da artar. Çünkü artık bebeğin dokunuşları da oksitosin seviyesini tetiklemektedir. Bu sayede plasentanın doğal olarak daha kolay ve problemsiz ayrılması da desteklenmiş olur.

Birçok hayvan deneyinde oksitosinin etkileri çok açık görülür. Yeni doğum yapmış farelerden alınan kan, bakire farelere verildiğinde, onların da annelik davranışları göstererek yeni doğmuş bebekleri korudukları ve temizledikleri görülmüştür. Yani oksitosin bir anlamda da annelik hormonudur.

Son yıllarda yapılan çalışmalar oksitosin hormonunun, sevginin olduğu her yerde kadın ve erkeklerde ayrı ayrı salgılandığını gösterir. Örneğin cinsellik de bunlardan biridir ve seks sırasında kadın ve erkek ayrı ayrı oksitosin salgılarlar. Bunun yanında oksitosin iyileşme, gevşeme, sosyal ilişkiler gibi birçok davranışlarımızda etkilidir. Rahatlamamızı sağlayan birçok davranış aslında oksitosin salgısını arttıran davranışlardır. Oksitosin sevginin ve gevşemenin olduğu her yerdedir. Yani doğal doğum sırasında anne ve bebeği bir çeşit sevgi denizi içinde yüzer gibidir. Bu yüzden anne-bebek buluşmasında en üst seviyelere ulaşır. Bu hormon aynı zamanda geriye doğru unutkanlık yapar, böylece annede doğumla ilgili daha çok pozitif anılar kalır.

ENDORFİN: Doğum ilerledikçe ve dalgalar anne adayını zorlamaya başladıkça, bedenin başka bir hormon salgıladığını görülür. Doğal bir ağrı kesici ve mutluluk hormonu olan endorfin, doğal doğumlarda gittikçe artan oranlarda salgılanır. Böylece bedeniniz size ihtiyacınız olan ağrı kesiciyi kendiliğinden sağlar. Doğuma hazırlık kurslarında öğretilen ilaç dışı ağrı kesici tekniklerin bazıları, endorfin salgısını arttırmaya yönelik tekniklerdir.

Endorfinin doğuma bir diğer katkısı; kadınlara doğumlarında “sanki başka bir boyutta” olma duygusunu vermesidir. Bu etki sayesinde hamileler tam olarak doğuma ve bebeklerine odaklanabilirler. Bu durumu doktor ve ebeler birçok annede gözlemlemişler belki de anlam verememişlerdir. Hatta iletişim kopukluğu olarak adlandırdıkları bu durum aslında doğal bir doğumun anneye olumlu etkisidir. Doğumun sonlarına doğu anneyle iletişim kurulmasında güçlük çekilmesi tamamen bu hormonlarla açıklanabilir. İzin verildiği takdirde her hamile doğumunda bu geçiş anını hissedebilecektir. Bu “başka bir boyutta olma” duygusu doğal bir doğumun sağlıklı ve etkili bir şekilde ilerlemesinin göstergesidir. Bu sırada hamile izin verildiği takdirde, bedenini izleyerek rahat ettiği pozisyonları alır, istediği gibi sesler çıkarır. Bedeni onu yönlendirir. Bu doğal hareketler sayesinde anne, aktif doğumun tüm avantajlarını yaşamaya başlar. En rahat ettiği pozisyonları alarak dalgaları daha konforlu karşılayabilir.

Endorfin hormonu aynı zamanda da bağlanmayı arttıran hormonlardan biri olarak gösterilir. İzin verildiği takdirde doğum anında annenin tüm algıları hayatında hiç olmadığı kadar açıktır. Oksitosin hormonu ile birleştiğinde bu sevgi kokteyli, anne ve bebeğinin, o ilk dakikalardaki kritik bağlanmalarından sorumludur. Doğum anını takip eden ilk dakikalar ve saatler, bebeğin yenidünya ile ilgili ilk mesajlarını aldığı kritik saatlerdir ve gelecekteki davranışları üzerinde de etkilidirler. Bu yüzden Dünya Sağlık Örgütü ve tüm diğer kuruluşlar, doğumdan sonra bebeğin, her şey yolundaysa, doğar doğmaz anne kucağına verilmesini önerir. Bu anlarda anne-bebek buluşmasının pozitif etkilerini en yüksek seviyede yaşatmak için, sessiz bir ortam sağlanmalı ve bu buluşma anına saygı gösterilmelidir.

KOTEKOLAMİNLER: Doğumda etkili bir diğer hormon grubu da kotekolaminlerdir. Bu grubun hormonları olan adrenalin ve noradrenalin, aslında stres anında salgılanan hormonlardır. İlkel beynin kontrolündedir ve tehlike anında bizi koruyan hormonlarıdır. Çünkü tehlike anında güce ihtiyacınız vardır. Bir diğer adı da kaç-dövüş hormonudur. Tehlike anında kaçar veya karşı koyarsınız. Salgılandığı anlarda bedenimizdeki kan kol ve bacaklara yönlendirilir. Bu yüzden yüzümüzde bir sıcaklık hissedilir. Kalbimiz çok hızlı çarpmaya başlar. Nefesimiz sıklaşır. Gözbebeklerimiz büyür, ağzımız heyecanlandığımızda olduğu gibi kurur.

Doğumlarda açlık, soğuk, korkular, güvensizlik gibi durumlarda salgılanması doğumun gidişini bozar. Özellikle korku nedeniyle artan salgısı, rahim kaslarının çalışma düzenini bozar, dalgalar daha ağrılı hissedilir. Ağrı daha çok korkuya, korku daha çok gerginliğe, gerginlik daha çok ağrıya neden olur. Dr. Dick Read buna, “korku-gerginlik-ağrı çemberi” ismini vermiştir. İlerlemeyen doğumların arkasında genellikle bu yatar. Korkular beyin için tehlike sinyalleridir. Bu durumda ilkel beyin doğumun tehlike geçene kadar durdurulmasının daha sağlıklı olduğunu düşünür.

Aslında doğumu yöneten hormonlar diğer memelilerle birebir aynıdır. Bu yüzden özellikle çevrenizdeki kedilerin doğumlarını izlediğinizde, doğum için güvenli bir yer aradıklarını gözlemlersiniz. Bazen meraklı gözler doğum yaparken kedileri izlemek isterler. Bu durum, yani izlenme duygusu bile kediler için tehlike anlamına gelebilmektedir. İzlenildiklerini anladıkları anda kediler derhal başlamışsa bile doğumlarını durdurur ve daha güvenli bir yere geçerler. İşte bu doğumun durdurulmasından kotekolaminler sorumludurlar. Güvenli bir yer bulunduğunda, yani tehlike geçtiğinde kotekolamin salgısı azalır ve doğum yeniden başlar.

KORKU VE GÜVENSİZLİK AZALDIKÇA DOĞUM KOLAYLAŞIR
Bu yüzden korku ve güvensizlik gibi duygular azaltıldıkça, doğumlar kolaylaşacaktır. Bazen açık bir kapı, sık ve izinsiz muayeneler, aşırı ışık, gürültülü bir ortam, bilinçaltı negatif bilgiler bu korkuları yaratır. Bazen de hiç tahmin edemeyeceğiniz şeyler doğumu durdurur. Doğum odasında tedirgin bir şekilde bekleyen gergin bir anne, baba, ebe hatta doktor bile doğumun en büyük engeli olabilir. Çünkü gerginlik bulaşıcıdır. Ortamda gergin bir kişi olduğunda, bu gerginlik odadaki diğer kişilere bulaşır. Birçok doğumda bu kişilerin uzaklaştırılması bile doğumun ilerlemesini kolaylaştırabilmektedir.

Doğuma hazırlık kurslarının en temel etkilerinden biri de doğumla ilgili korku ve güvensizlik duygularının, yerini pozitif beklentilere bıraktırmasıdır. Korkunun panzehiri bilgidir. Bilgi sayesinde doğumların bizlere anlatılan kötü hikâyelerden çok daha farklı bir şey olduğunu öğrenirsiniz. Bilgi sayesinde anne ve bebeğinin nasıl uyum içinde çalışabildiklerini keşfedersiniz. Bilgi sayesinde bedeninizin doğum için yaratıldığını ve doğum yapma gücünüzün içinizde olduğunu fark edersiniz. Bilgi sonrasında öğreneceğiniz gevşeme teknikleri ile bedeninizi kolayca akışa bırakır ve doğumun kontrolünü bedeninize bırakabilirsiniz. İçinizdeki doğum yapma gücünü keşfeder ve saygı duyarsınız.

Kotekolaminlerin salgılanması, doğumun başında negatif etkiler yaratırken, doğumun sonlarına doğru ani salgılanmaları ile pozitif etkiler oluşturur. Bu sayede doğum yapacak anneye, ne kadar yorgun olursa olsun fazladan bir güç gelir. Ani hormon salgıları sayesinde bu kadınların, izin verildiği takdirde daha fazla ayakta durma istekleri olur. Bu ani salgılanan stres hormonları, Michel Odent’in tarif ettiği “bebek fırlatma refleksi”nden de sorumlu tutulur. Bu refleks sayesinde annede dayanılmaz bir ıkınma isteği oluşur ve bu da doğumu kolaylaştırır. Bu hormonlar aynı zamanda, doğum anının o büyüsünü hissettiren hormon kokteyline büyük katkı sağlar.

Bebeklere baktığımızda da, yukarıda saydığımız hormonların plasentadan geçtiğini veya kendi bedenlerinde salgılandığını görüyoruz. Bu sayede bu hormonların pozitif etkileri yavaş yavaş açıklık kazanmaya başlamıştır. Örneğin; salgılanan stres hormonları sayesinde bebeklerde akciğer gelişimi daha iyi sağlanır, kalp atışları ve basınçları dengelenerek doğum kanalından geçişleri kolaylaşır, dış ortama uyum sağlamak için gerekli hazırlıklar yapılır.

BEBEKLER DOĞUMDA NE HİSSEDERLER?
Planlı sezaryeni tercih edecek bir anne ve bebeği hormonların tüm bu olumlu etkilerini ve bebeği ile erken bir bağ kurma şansını kaybedeceği çok açıktır. Bu hormonların ve erken temasın, anne ve bebekleri üzerindeki fizyolojik ve davranışsal etkileri günümüzün en ilgi çeken araştırmaları içindedir. Belki de doğum anı gelecekteki davranışlarımızı etkilemektedir. Bu buluşmanın en doğal ve travmasız bir şekilde gerçekleşmesi, yani anne ve bebeğine saygılı bir doğumun tüm kadınlarımıza istisnasız sunulması, belki de toplumumuzun gelecekteki sevme kapasitesini bile arttırabilecektir.

Bebeğiniz acaba doğumda neler hissediyor? Ne güzel bir soru değil mi?

Daha önce aynı duygudan yola çıkarak “Bebeğiniz doğumda ne ister?“ diye sormuştum.
Yani doğumda kimsenin sormadığı soruyu…

Şimdi yeniden soruyorum: Acaba bebeğiniz doğumda neler hissediyor? Nasıl anlayabiliriz bunu? Bebeklere sorsak bilirler mi?

Aslında biliyorlar. Çünkü beyinleri ve zihinleri gelişmiş olarak doğuyorlar. Anne karnında daha çok erken dönemlerden başlayarak hissetmeye ve kayıt yapmaya başlıyorlar. Bu kayıtlar onların dışarıdaki dünyayı algılamalarında ilk adım oluyor.

VE DOĞUM ANI…
Algılarının en açık olduğu an… Belki de hayat boyu algıları hiç bu kadar açık olmayacak. Bebekler doğum anının her aşamasını biliyorlar, hissediyorlar ve hatta belki de düşünüp yorum yapıyorlar.

Biliyorsunuz uzun yıllar bebeklerin acı çekmediklerine çünkü sinir yapısının yeterince gelişmediğine inanıldı. Birçok operasyon veya müdahale anestezi hatta ağrı kesici verilmeden yapıldı. Oysa bebekler acı çektiklerine dair bütün bulguları veriyorlardı. İğne yapılırken ayaklarını çekiyorlar ve kasıyorlardı. Ama biz görmüyorduk.

Anestezi 1846 yılında keşfedildi. Ancak bebeklerdeki operasyonlarda uygulanmaya başlaması için daha 140 yıl geçmesi gerekiyordu. Önceleri bebeklerde uygulamanın gereksiz olduğu ve bebeklerin acıyı hissetmedikleri savunuldu. Ancak yıllar içindeki çalışmalar ve sivil toplum hareketleri bunun böyle olmadığını bize gösterdi. Acının olabileceği her müdahalede bebeklerde de acı ile ilgili stres hormonlarının salındığı gösterildi.

Bebeklerde ilk anestezi uygulamaları 1980’li yıllara denk geliyor. Düşünün ne kadar yakın bir geçmiş. Daha yakın bir zamana kadar anestezi olmadan yapılan sünnet vakalarını bile düşündüğünüzde, bebeklere karşı ne kadar duyarsız kaldığımızı anlayabilirsiniz. Yoksa siz de hala doğum sonrası sünnetin daha kolay olduğuna çünkü bebeklerin acı hissetmediklerine inananlardan mısınız? Eğer öyleyseniz yeni doğmuş bebeğiniz en ufak bir acıda neden ağlıyor dersiniz?

Şu anda bile, yani modern tıbbın tüm imkânlarının kullanıldığı bu çağda, kaç doktor, ebe hatta anne bebeklerin doğumda ne hissettiğini ve istediğini soruyor merak ediyorum. Bunu sormuş olsak tüm doğumhane ortamlarını bir günde bile değiştirebiliriz. Bunun para ile ilgisi yok. Bu maddi imkânlardan çok doğuma karşı daha insancıl felsefe ile yaklaşım sonucu olacaktır.

Bugün bebeklerin birçoğu doğum sırasında hala şiddetli çekiştirmeleri yaşıyorlar. Doğar doğmaz gözlerini kör edebilecek spotlarla karşılaşıyorlar. Gürültü ve ışık kirliliğine doğuyorlar. Kordonlarının ani kesilmesi sonucu bir anda yeni çalışmaya başlayan akciğer ve dolaşım sistemi ile baş başa kalıyorlar. Ciltleri temizlenme adına onlar için zımpara gibi kalın olabilecek bezlerle siliniyorlar. Nefes yollarını temizleme adına birçok durumda gereksiz olan sondalarla boğazları zedeleniyor. Ve her şeyden önemlisi anne kucağı ile buluşmaları gerekirken annelerinden uzaklaştırılıyorlar ve yalnızlaştırıyorlar.

Ve tüm bu dönemlerde bebekler zeki ve biliyorlar. Yaşadıklarını hissediyorlar. Her şeyin farkındalar ve kaydediyorlar. Bütün bu yaşadıkları bilinçaltına kaydediliyor. Ve yıllar sonra belki de birçok davranışınızı bilinçaltına yerleştirilmiş bu kayıtlar yönetiyor.

İşte bu aşamada hipnoz ve psikoterapi uzmanlarının seansları devreye giriyor. Birçok uzmanın yaşadıkları tecrübeler artık yetişkinlerin, bilinçaltında doğum anlarını yaşadıklarını ve bu bilgileri sakladıklarını bize gösteriyor. Sayıları binlerce olan bu hipnoz tecrübelerinden, bebeklerin doğum sırasında ne hissedebildiklerini ve bu kayıtların yetişkin davranışları üzerine etkilerini tahmin edebiliyoruz. Bu kayıtların ortaya çıkarılması ve üzerinde çalışılması sayesinde birçok davranış sorunu tedavi edilebiliyor.

ÇEKİŞTİRMELER, POPOYA SERT DARBELER, İĞNELER…
Hipnoz altında bebekliklerine dönen yetişkinlerin kullandıkları kelimeler bizlere ipuçları veriyor. İlk kasılmalarla birlikte bebekler basınç dalgaları, titreşimler, çalkantılı denizde olma gibi duygular hissediyorlar. Bazı bebekler kasılmaları gel-git dalgalarına benzetiyorlar. (Aslında bu tanım rahmin çalışma prensibine de uyuyor) Doğum anını enerji patlaması, kaydıraktan ters kayış, akıntılı nehir gibi algılayanlar var. Doğum sonrası ilk dakikaları yüksek sesli ağlamalar, acı dolu yüz ifadeleri, kolların ve bacakların çekiştirilmesi, üşüme duyguları ile ifade ediyorlar. Birçok bebek doğumhaneyi aşırı aydınlık ve soğuk olarak hatırlıyor. Dokunuşların kaba olduğunu vurgularken, popoya sert darbeler, iğneler, göz damlaları, başa aşağı tutulmalar ve diğer tıbbi müdahaleleri acı olarak algılıyorlar. Üstelik tüm bunların yabancı maskeliler tarafından yapılması onları korkutuyor.

Yumuşak dokunuş ve sesleri ise olumlu hatırlıyorlar. En çok da anneleri ile buluşmalarını mutluluk olarak algılıyorlar. Bu anları güvenli bir yer olarak hatırlıyorlar.

“Braxton Hicks” olarak bilinen hazırlık kasılmalarını tüm gebeler son ayında yaşarlar. Bunu biz doktorlar da dahil bir çoğumuz rahmin doğuma hazırlanışı olarak algılarız ve anlatırız. Aslında belki şiddeti biraz azdır ama bu kasılmalar, doğum kasılmaları ile birebir aynıdır. Annelerin birçoğu bu kasılmaları ağrı olarak algılamazlar çünkü buna programlanmamışlardır. Ancak doğum sırasında aynı kasılmaları ağrı olarak algılarlar çünkü doğumda ağrıya şartlanmışlardır.

Ama belki de bu hazırlık kasılmaları rahimden çok bebeği hazırlamaktadır. Bu sayede bebek doğumda yaşayacağı baskı, basınç, titreşim duygularına yavaş yavaş hazırlanmaktadır. Bunun sonucunda doğum başladığında, aslında bildiği bir şeyi hissediyor ve yapıyor olacağından doğumu çok daha pozitif yaşayacaktır. Hissedeceği bu duygular onu şaşırtmayacaktır. Bu kasılmaları bir çeşit doğuma hazırlık çalışmaları, doğuma hazırlık dansı olarak görebilen anneler, bebekleri ile birlikte konuşarak doğuma hazırlanabilirler. Bu hazırlık onların doğumda da ağrı algısını değiştirebilir ve doğumu gelip giden bir dalga dansı gibi yaşamalarını sağlayabilir.

Bebekler hakkında bildiklerimizin hala çok az olduğunu düşünüyorum. Bu bilincimiz ve keşiflerimiz arttıkça doğuma daha insancıl yaklaşımlar ülkemizde de yerini alacaktır.

Bebeklerimiz nasıl dünyaya geleceklerini biliyorlar. Bedenlerimiz nasıl doğum yapacaklarını biliyorlar. Bizim doktor, ebe, anne ve baba yapmamız gereken tek şey bu mükemmel işleyişe izin vermek olacaktır. Doğuma yapacağımız küçük de olsa her bir gereksiz müdahale bu mükemmel işleyişi bozmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.


Copyright 2007-2024 ® NETATÖLYE - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz alıntı yapılamaz.