Günümüzde doğumu yaklaşan bir anneye
sorulan en temel sorulardan biri nasıl doğum yapacağıdır. Normal mi olacak yoksa sezaryen mi? Neye
karar verdin? Değişen doğum gerçeğimizde sezaryen ameliyatı modern doğum şekli olarak görülmekte,
normal doğum yapmak isteyen annelerimizin önüne de birçok müdahale doğumu kolaylaştırıcı faktörler
olarak sunulmaktadır.
Bunun yanında gerek Sağlık Bakanlığı gerekse tıbbi
otoriteler normal doğumun güvenli ve sağlıklı olduğunu vurgulamaktadır. Hatta bu konuda yürütülen
kampanyalarla normal doğum özendirilmeye çalışılmaktadır. Normal doğum aslında doğumun kendisidir.
Tıbbi bir sebep olmadan yapılacak tüm tercihler müdahaleli doğuma girer.
Ancak yapılan bunca
çalışmaya rağmen önümüzdeki istatistikler sezaryen oranlarının istediğimiz gibi düşmediğini ortaya
koymaktadır. Durum böyle olunca nerede yanlış yaptığımıza yeniden bakmak zorundayız. Belki de
sezaryenin negatif etkilerini anlatmayı bırakmalıyız. Çünkü sezaryen gerçekten gerekli olduğunda
mükemmel bir kurtarma ameliyatıdır. Bunun yerine kaybetmeye başladığımız gerçeklerin temeline inmek
en iyi çözüm olacaktır. Doğumu tercih etmedikleri zaman anne ve bebekleri neler kaybederler?
Nelerden vazgeçerler? Doğal doğum neden bu kadar önemlidir?
Doğal doğum mümkün olduğunca
müdahale edilmeden yapılan doğumdur. Çünkü kendiliğinden başlayan doğal bir doğumda beden ve bebek
ne yapacaklarını bildikleri mükemmel bir çalışma içindedirler. Yapacağınız her müdahale bu işleyişi
az ya da çok bozabilir. İdeal olan bedenin bu mükemmel çalışmasını destekleyecek bir ortam
yaratılarak anne ve bebeğinin fiziksel ve duygusal olarak desteklenmeleridir. Bu sayede hiçbir ilaç
ve müdahaleye maruz kalmayan bir anne bebeğini, tüm doğal hormonlarının etkisi altında doğuracak,
doğar doğmaz bebeğini göğsüne alabilecek ve bebeği ile güçlü bir bağ kurabilecektir. Doğum
sonrasındaki kritik dakikalar anne ve bebeğinin bağ kurması açısından çok önemlidir. Sevgi ve coşku
dolu bu doğum sonrasında anne ve bebeğinin buluşması onların gelecekteki davranışlarını da olumlu
etkileyecektir.
ANNE VE BEBEĞİNİN HEDEFLEDİĞİ DOĞUM ŞEKLİ
Buradaki kritik kelime
“mümkün olduğunca”dır. Doğal doğum felsefeleri gerekli modern tıbbi müdahaleleri
dışlayan bir felsefe değildir. Tam tersine gerektiği zaman modern tıbbın tüm olumlu müdahaleleri
kullanılacaktır. Burada önemli olan müdahalelerin fark gözetilmeden her anneye rutin olarak
uygulanması yerine, gerekli şartlarda gerekli doğumlarda uygulanmasıdır. Kanıta dayalı tıp
çalışmaları birçok müdahalenin rutin olarak her gebeye uygulanmasını destekleyecek kanıtlar
bulamamıştır. Bu yüzden doğal doğum düşünen annelerin karşılaşabilecekleri tüm müdahaleleri bilmesi
ve gerektiğinde bunları kullanabilmesi teşvik edilir. Ne olursa olsun, kesinlikle hiçbir müdahale
yapılmadan bir doğumun hedeflenmesi en büyük yanlış olacaktır. Gerektiğinde yapılacak bu müdahaleler
gerek annenin gerekse bebeğin sağlığı üzerinde olumlu etkiler yaratacaktır. Bu yüzden müdahalesiz
doğum yerine, mümkün olduğunca müdahalesiz ancak kesinlikle sağlıklı bir anne ve bebeğinin
hedeflendiği bir doğum şekli en akılcı çözüm olacaktır.
Doğal bir doğumun en büyük avantajı
ilaç kullanımının en az seviyede olmasıdır. Bu sayede anne ve bebeği hazır olduğunda doğum
başlayacak ve doğumun kontrolü doğal olarak salgılanan hormonlarda olacaktır. İlaçsız bir doğumla
anne doğumun coşkusunu tüm farkındalığı ile hissedecek, bebekse aktifliği sayesinde yeni hayatına
çok daha kolay uyum sağlayacaktır. Bu hormonların anne ve bebek üzerindeki olumlu etkileri yapılan
çalışmalarla yavaş yavaş çok daha iyi keşfedilmeye başlanmıştır.
DOĞUMUN
HORMONLARI
Doğal bir doğumun önemini anlayabilmenin yolu biraz da salgılanan doğum
hormonlarını öğrenmekten geçer. Bunların başlıcaları oksitosin, endorfin ve
kotekolaminlerdir.
OKSİTOSİN: Doğal bir doğuma baktığımızda, doğum hormonlarının aktif
olarak salgılanarak doğumu yönettiklerini görüyoruz. Siz izin verdiğiniz takdirde, doğum anne ve
bebeğinin tam olarak hazır olduğu anda kendiliğinden başlar. Dünya Sağlık Örgütü’nün doğuma
götüren kanıta dayalı uygulamalar listesinde de ilk sırayı doğumun kendi başlaması gerektiği alır.
Kendiliğinden başlayan doğumların çok daha kolay ve kısa sürede olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Bu
sayede erken başlatılan doğumlardaki birçok olumsuzluk risklerini de almamış oluruz.
Bu
aşamada öncelikle beyinden salgılanan oksitosin hormonu, rahimdeki kasılmaları tetikler. Oksitosin
sayesinde rahim düzenli olarak ve ihtiyacı kadar çalışmaya başlar. Belli aralıklarla salgılanan bu
hormon, doğum dalgalarının aralıklı olarak gelmesini yönetir. Bu sayede dalgalar arasında anne ve
bebeğinin dinlenebilmesi için süre kalır. Oksitosin hormonu gittikçe artan seviyelerde salgılanır ve
doğumdan sonra da en üst seviyelerde kalır. Bu hormon, plasentadan bebeğe de geçer, hatta bebek aynı
zamanda kendi hormon salgısını da yapar.
Oksitosin hormonu, doğumdan sonra anne-bebek
bağlanmasından da sorumludur. Oksitosin özellikle doğum anında en yüksek seviyelerine ulaşır.
Doğumdan hemen sonra azalacağı beklenirken eğer bebekler anne kucağına bırakılır ve bebeğin anneye
alışması için süre tanınırsa, oksitosin seviyeleri daha da artar. Çünkü artık bebeğin dokunuşları da
oksitosin seviyesini tetiklemektedir. Bu sayede plasentanın doğal olarak daha kolay ve problemsiz
ayrılması da desteklenmiş olur.
Birçok hayvan deneyinde oksitosinin etkileri çok açık
görülür. Yeni doğum yapmış farelerden alınan kan, bakire farelere verildiğinde, onların da annelik
davranışları göstererek yeni doğmuş bebekleri korudukları ve temizledikleri görülmüştür. Yani
oksitosin bir anlamda da annelik hormonudur.
Son yıllarda yapılan çalışmalar oksitosin
hormonunun, sevginin olduğu her yerde kadın ve erkeklerde ayrı ayrı salgılandığını gösterir. Örneğin
cinsellik de bunlardan biridir ve seks sırasında kadın ve erkek ayrı ayrı oksitosin salgılarlar.
Bunun yanında oksitosin iyileşme, gevşeme, sosyal ilişkiler gibi birçok davranışlarımızda etkilidir.
Rahatlamamızı sağlayan birçok davranış aslında oksitosin salgısını arttıran davranışlardır.
Oksitosin sevginin ve gevşemenin olduğu her yerdedir. Yani doğal doğum sırasında anne ve bebeği bir
çeşit sevgi denizi içinde yüzer gibidir. Bu yüzden anne-bebek buluşmasında en üst seviyelere ulaşır.
Bu hormon aynı zamanda geriye doğru unutkanlık yapar, böylece annede doğumla ilgili daha çok pozitif
anılar kalır.
ENDORFİN: Doğum ilerledikçe ve dalgalar anne adayını zorlamaya
başladıkça, bedenin başka bir hormon salgıladığını görülür. Doğal bir ağrı kesici ve mutluluk
hormonu olan endorfin, doğal doğumlarda gittikçe artan oranlarda salgılanır. Böylece bedeniniz size
ihtiyacınız olan ağrı kesiciyi kendiliğinden sağlar. Doğuma hazırlık kurslarında öğretilen ilaç dışı
ağrı kesici tekniklerin bazıları, endorfin salgısını arttırmaya yönelik
tekniklerdir.
Endorfinin doğuma bir diğer katkısı; kadınlara doğumlarında “sanki başka
bir boyutta” olma duygusunu vermesidir. Bu etki sayesinde hamileler tam olarak doğuma ve
bebeklerine odaklanabilirler. Bu durumu doktor ve ebeler birçok annede gözlemlemişler belki de anlam
verememişlerdir. Hatta iletişim kopukluğu olarak adlandırdıkları bu durum aslında doğal bir doğumun
anneye olumlu etkisidir. Doğumun sonlarına doğu anneyle iletişim kurulmasında güçlük çekilmesi
tamamen bu hormonlarla açıklanabilir. İzin verildiği takdirde her hamile doğumunda bu geçiş anını
hissedebilecektir. Bu “başka bir boyutta olma” duygusu doğal bir doğumun sağlıklı ve
etkili bir şekilde ilerlemesinin göstergesidir. Bu sırada hamile izin verildiği takdirde, bedenini
izleyerek rahat ettiği pozisyonları alır, istediği gibi sesler çıkarır. Bedeni onu yönlendirir. Bu
doğal hareketler sayesinde anne, aktif doğumun tüm avantajlarını yaşamaya başlar. En rahat ettiği
pozisyonları alarak dalgaları daha konforlu karşılayabilir.
Endorfin hormonu aynı zamanda da
bağlanmayı arttıran hormonlardan biri olarak gösterilir. İzin verildiği takdirde doğum anında
annenin tüm algıları hayatında hiç olmadığı kadar açıktır. Oksitosin hormonu ile birleştiğinde bu
sevgi kokteyli, anne ve bebeğinin, o ilk dakikalardaki kritik bağlanmalarından sorumludur. Doğum
anını takip eden ilk dakikalar ve saatler, bebeğin yenidünya ile ilgili ilk mesajlarını aldığı
kritik saatlerdir ve gelecekteki davranışları üzerinde de etkilidirler. Bu yüzden Dünya Sağlık
Örgütü ve tüm diğer kuruluşlar, doğumdan sonra bebeğin, her şey yolundaysa, doğar doğmaz anne
kucağına verilmesini önerir. Bu anlarda anne-bebek buluşmasının pozitif etkilerini en yüksek
seviyede yaşatmak için, sessiz bir ortam sağlanmalı ve bu buluşma anına saygı
gösterilmelidir.
KOTEKOLAMİNLER: Doğumda etkili bir diğer hormon grubu da
kotekolaminlerdir. Bu grubun hormonları olan adrenalin ve noradrenalin, aslında stres anında
salgılanan hormonlardır. İlkel beynin kontrolündedir ve tehlike anında bizi koruyan
hormonlarıdır. Çünkü tehlike anında güce ihtiyacınız vardır. Bir diğer adı da kaç-dövüş
hormonudur. Tehlike anında kaçar veya karşı koyarsınız. Salgılandığı anlarda bedenimizdeki kan
kol ve bacaklara yönlendirilir. Bu yüzden yüzümüzde bir sıcaklık hissedilir. Kalbimiz çok hızlı
çarpmaya başlar. Nefesimiz sıklaşır. Gözbebeklerimiz büyür, ağzımız heyecanlandığımızda olduğu gibi
kurur.
Doğumlarda açlık, soğuk, korkular, güvensizlik gibi durumlarda salgılanması doğumun
gidişini bozar. Özellikle korku nedeniyle artan salgısı, rahim kaslarının çalışma düzenini bozar,
dalgalar daha ağrılı hissedilir. Ağrı daha çok korkuya, korku daha çok gerginliğe, gerginlik daha
çok ağrıya neden olur. Dr. Dick Read buna, “korku-gerginlik-ağrı çemberi” ismini
vermiştir. İlerlemeyen doğumların arkasında genellikle bu yatar. Korkular beyin için tehlike
sinyalleridir. Bu durumda ilkel beyin doğumun tehlike geçene kadar durdurulmasının daha
sağlıklı olduğunu düşünür.
Aslında doğumu yöneten hormonlar diğer memelilerle birebir
aynıdır. Bu yüzden özellikle çevrenizdeki kedilerin doğumlarını izlediğinizde, doğum için güvenli
bir yer aradıklarını gözlemlersiniz. Bazen meraklı gözler doğum yaparken kedileri izlemek isterler.
Bu durum, yani izlenme duygusu bile kediler için tehlike anlamına gelebilmektedir.
İzlenildiklerini anladıkları anda kediler derhal başlamışsa bile doğumlarını durdurur ve daha
güvenli bir yere geçerler. İşte bu doğumun durdurulmasından kotekolaminler sorumludurlar. Güvenli
bir yer bulunduğunda, yani tehlike geçtiğinde kotekolamin salgısı azalır ve doğum yeniden
başlar.
KORKU VE GÜVENSİZLİK AZALDIKÇA DOĞUM KOLAYLAŞIR
Bu yüzden korku ve
güvensizlik gibi duygular azaltıldıkça, doğumlar kolaylaşacaktır. Bazen açık bir kapı, sık ve
izinsiz muayeneler, aşırı ışık, gürültülü bir ortam, bilinçaltı negatif bilgiler bu korkuları
yaratır. Bazen de hiç tahmin edemeyeceğiniz şeyler doğumu durdurur. Doğum odasında tedirgin bir
şekilde bekleyen gergin bir anne, baba, ebe hatta doktor bile doğumun en büyük engeli olabilir.
Çünkü gerginlik bulaşıcıdır. Ortamda gergin bir kişi olduğunda, bu gerginlik odadaki diğer kişilere
bulaşır. Birçok doğumda bu kişilerin uzaklaştırılması bile doğumun ilerlemesini
kolaylaştırabilmektedir.
Doğuma hazırlık kurslarının en temel etkilerinden biri de doğumla
ilgili korku ve güvensizlik duygularının, yerini pozitif beklentilere bıraktırmasıdır. Korkunun
panzehiri bilgidir. Bilgi sayesinde doğumların bizlere anlatılan kötü hikâyelerden çok daha farklı
bir şey olduğunu öğrenirsiniz. Bilgi sayesinde anne ve bebeğinin nasıl uyum içinde
çalışabildiklerini keşfedersiniz. Bilgi sayesinde bedeninizin doğum için yaratıldığını ve doğum
yapma gücünüzün içinizde olduğunu fark edersiniz. Bilgi sonrasında öğreneceğiniz gevşeme teknikleri
ile bedeninizi kolayca akışa bırakır ve doğumun kontrolünü bedeninize bırakabilirsiniz. İçinizdeki
doğum yapma gücünü keşfeder ve saygı duyarsınız.
Kotekolaminlerin salgılanması, doğumun
başında negatif etkiler yaratırken, doğumun sonlarına doğru ani salgılanmaları ile pozitif etkiler
oluşturur. Bu sayede doğum yapacak anneye, ne kadar yorgun olursa olsun fazladan bir güç gelir. Ani
hormon salgıları sayesinde bu kadınların, izin verildiği takdirde daha fazla ayakta durma istekleri
olur. Bu ani salgılanan stres hormonları, Michel Odent’in tarif ettiği “bebek fırlatma
refleksi”nden de sorumlu tutulur. Bu refleks sayesinde annede dayanılmaz bir ıkınma isteği
oluşur ve bu da doğumu kolaylaştırır. Bu hormonlar aynı zamanda, doğum anının o büyüsünü hissettiren
hormon kokteyline büyük katkı sağlar.
Bebeklere baktığımızda da, yukarıda saydığımız
hormonların plasentadan geçtiğini veya kendi bedenlerinde salgılandığını görüyoruz. Bu sayede bu
hormonların pozitif etkileri yavaş yavaş açıklık kazanmaya başlamıştır. Örneğin; salgılanan stres
hormonları sayesinde bebeklerde akciğer gelişimi daha iyi sağlanır, kalp atışları ve basınçları
dengelenerek doğum kanalından geçişleri kolaylaşır, dış ortama uyum sağlamak için gerekli
hazırlıklar yapılır.
BEBEKLER DOĞUMDA NE HİSSEDERLER?
Planlı sezaryeni tercih
edecek bir anne ve bebeği hormonların tüm bu olumlu etkilerini ve bebeği ile erken bir bağ kurma
şansını kaybedeceği çok açıktır. Bu hormonların ve erken temasın, anne ve bebekleri üzerindeki
fizyolojik ve davranışsal etkileri günümüzün en ilgi çeken araştırmaları içindedir. Belki de doğum
anı gelecekteki davranışlarımızı etkilemektedir. Bu buluşmanın en doğal ve travmasız bir şekilde
gerçekleşmesi, yani anne ve bebeğine saygılı bir doğumun tüm kadınlarımıza istisnasız sunulması,
belki de toplumumuzun gelecekteki sevme kapasitesini bile arttırabilecektir.
Bebeğiniz acaba
doğumda neler hissediyor? Ne güzel bir soru değil mi?
Daha önce aynı duygudan yola çıkarak
“Bebeğiniz doğumda ne ister?“ diye sormuştum.
Yani doğumda kimsenin sormadığı
soruyu…
Şimdi yeniden soruyorum: Acaba bebeğiniz doğumda neler hissediyor? Nasıl
anlayabiliriz bunu? Bebeklere sorsak bilirler mi?
Aslında biliyorlar. Çünkü beyinleri ve
zihinleri gelişmiş olarak doğuyorlar. Anne karnında daha çok erken dönemlerden başlayarak hissetmeye
ve kayıt yapmaya başlıyorlar. Bu kayıtlar onların dışarıdaki dünyayı algılamalarında ilk adım
oluyor.
VE DOĞUM ANI…
Algılarının en açık olduğu an… Belki de hayat
boyu algıları hiç bu kadar açık olmayacak. Bebekler doğum anının her aşamasını biliyorlar,
hissediyorlar ve hatta belki de düşünüp yorum yapıyorlar.
Biliyorsunuz uzun yıllar bebeklerin
acı çekmediklerine çünkü sinir yapısının yeterince gelişmediğine inanıldı. Birçok operasyon veya
müdahale anestezi hatta ağrı kesici verilmeden yapıldı. Oysa bebekler acı çektiklerine dair bütün
bulguları veriyorlardı. İğne yapılırken ayaklarını çekiyorlar ve kasıyorlardı. Ama biz
görmüyorduk.
Anestezi 1846 yılında keşfedildi. Ancak bebeklerdeki operasyonlarda uygulanmaya
başlaması için daha 140 yıl geçmesi gerekiyordu. Önceleri bebeklerde uygulamanın gereksiz olduğu ve
bebeklerin acıyı hissetmedikleri savunuldu. Ancak yıllar içindeki çalışmalar ve sivil toplum
hareketleri bunun böyle olmadığını bize gösterdi. Acının olabileceği her müdahalede bebeklerde de
acı ile ilgili stres hormonlarının salındığı gösterildi.
Bebeklerde ilk anestezi
uygulamaları 1980’li yıllara denk geliyor. Düşünün ne kadar yakın bir geçmiş. Daha yakın bir
zamana kadar anestezi olmadan yapılan sünnet vakalarını bile düşündüğünüzde, bebeklere karşı ne
kadar duyarsız kaldığımızı anlayabilirsiniz. Yoksa siz de hala doğum sonrası sünnetin daha kolay
olduğuna çünkü bebeklerin acı hissetmediklerine inananlardan mısınız? Eğer öyleyseniz yeni doğmuş
bebeğiniz en ufak bir acıda neden ağlıyor dersiniz?
Şu anda bile, yani modern tıbbın tüm
imkânlarının kullanıldığı bu çağda, kaç doktor, ebe hatta anne bebeklerin doğumda ne hissettiğini ve
istediğini soruyor merak ediyorum. Bunu sormuş olsak tüm doğumhane ortamlarını bir günde bile
değiştirebiliriz. Bunun para ile ilgisi yok. Bu maddi imkânlardan çok doğuma karşı daha insancıl
felsefe ile yaklaşım sonucu olacaktır.
Bugün bebeklerin birçoğu doğum sırasında hala şiddetli
çekiştirmeleri yaşıyorlar. Doğar doğmaz gözlerini kör edebilecek spotlarla karşılaşıyorlar. Gürültü
ve ışık kirliliğine doğuyorlar. Kordonlarının ani kesilmesi sonucu bir anda yeni çalışmaya başlayan
akciğer ve dolaşım sistemi ile baş başa kalıyorlar. Ciltleri temizlenme adına onlar için zımpara
gibi kalın olabilecek bezlerle siliniyorlar. Nefes yollarını temizleme adına birçok durumda gereksiz
olan sondalarla boğazları zedeleniyor. Ve her şeyden önemlisi anne kucağı ile buluşmaları gerekirken
annelerinden uzaklaştırılıyorlar ve yalnızlaştırıyorlar.
Ve tüm bu dönemlerde bebekler zeki
ve biliyorlar. Yaşadıklarını hissediyorlar. Her şeyin farkındalar ve kaydediyorlar. Bütün bu
yaşadıkları bilinçaltına kaydediliyor. Ve yıllar sonra belki de birçok davranışınızı bilinçaltına
yerleştirilmiş bu kayıtlar yönetiyor.
İşte bu aşamada hipnoz ve psikoterapi uzmanlarının
seansları devreye giriyor. Birçok uzmanın yaşadıkları tecrübeler artık yetişkinlerin, bilinçaltında
doğum anlarını yaşadıklarını ve bu bilgileri sakladıklarını bize gösteriyor. Sayıları binlerce olan
bu hipnoz tecrübelerinden, bebeklerin doğum sırasında ne hissedebildiklerini ve bu kayıtların
yetişkin davranışları üzerine etkilerini tahmin edebiliyoruz. Bu kayıtların ortaya çıkarılması ve
üzerinde çalışılması sayesinde birçok davranış sorunu tedavi edilebiliyor.
ÇEKİŞTİRMELER,
POPOYA SERT DARBELER, İĞNELER…
Hipnoz altında bebekliklerine dönen yetişkinlerin
kullandıkları kelimeler bizlere ipuçları veriyor. İlk kasılmalarla birlikte bebekler basınç
dalgaları, titreşimler, çalkantılı denizde olma gibi duygular hissediyorlar. Bazı bebekler
kasılmaları gel-git dalgalarına benzetiyorlar. (Aslında bu tanım rahmin çalışma prensibine de
uyuyor) Doğum anını enerji patlaması, kaydıraktan ters kayış, akıntılı nehir gibi algılayanlar var.
Doğum sonrası ilk dakikaları yüksek sesli ağlamalar, acı dolu yüz ifadeleri, kolların ve bacakların
çekiştirilmesi, üşüme duyguları ile ifade ediyorlar. Birçok bebek doğumhaneyi aşırı aydınlık ve
soğuk olarak hatırlıyor. Dokunuşların kaba olduğunu vurgularken, popoya sert darbeler, iğneler, göz
damlaları, başa aşağı tutulmalar ve diğer tıbbi müdahaleleri acı olarak algılıyorlar. Üstelik tüm
bunların yabancı maskeliler tarafından yapılması onları korkutuyor.
Yumuşak dokunuş ve
sesleri ise olumlu hatırlıyorlar. En çok da anneleri ile buluşmalarını mutluluk olarak algılıyorlar.
Bu anları güvenli bir yer olarak hatırlıyorlar.
“Braxton Hicks” olarak bilinen
hazırlık kasılmalarını tüm gebeler son ayında yaşarlar. Bunu biz doktorlar da dahil bir çoğumuz
rahmin doğuma hazırlanışı olarak algılarız ve anlatırız. Aslında belki şiddeti biraz azdır ama bu
kasılmalar, doğum kasılmaları ile birebir aynıdır. Annelerin birçoğu bu kasılmaları ağrı olarak
algılamazlar çünkü buna programlanmamışlardır. Ancak doğum sırasında aynı kasılmaları ağrı olarak
algılarlar çünkü doğumda ağrıya şartlanmışlardır.
Ama belki de bu hazırlık kasılmaları
rahimden çok bebeği hazırlamaktadır. Bu sayede bebek doğumda yaşayacağı baskı, basınç, titreşim
duygularına yavaş yavaş hazırlanmaktadır. Bunun sonucunda doğum başladığında, aslında bildiği bir
şeyi hissediyor ve yapıyor olacağından doğumu çok daha pozitif yaşayacaktır. Hissedeceği bu duygular
onu şaşırtmayacaktır. Bu kasılmaları bir çeşit doğuma hazırlık çalışmaları, doğuma hazırlık dansı
olarak görebilen anneler, bebekleri ile birlikte konuşarak doğuma hazırlanabilirler. Bu hazırlık
onların doğumda da ağrı algısını değiştirebilir ve doğumu gelip giden bir dalga dansı gibi
yaşamalarını sağlayabilir.
Bebekler hakkında bildiklerimizin hala çok az olduğunu
düşünüyorum. Bu bilincimiz ve keşiflerimiz arttıkça doğuma daha insancıl yaklaşımlar ülkemizde de
yerini alacaktır.
Bebeklerimiz nasıl dünyaya geleceklerini biliyorlar. Bedenlerimiz nasıl
doğum yapacaklarını biliyorlar. Bizim doktor, ebe, anne ve baba yapmamız gereken tek şey bu mükemmel
işleyişe izin vermek olacaktır. Doğuma yapacağımız küçük de olsa her bir gereksiz müdahale bu
mükemmel işleyişi bozmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.