Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
YENİ BİLİNÇ
HÜRRİYET KALALI
Yeni Bilinç Yaşam Koçu
Yazı Boyutu:
Yaşamın büyüsünü hissedin! Siz her şeysiniz!

İnsanoğlu, sana söylenen şudur:
Sen bir mum ışığısın, çevreni ışıtarak tükenen…


Neden tükenerek çevremizi ışıttığımızı düşünürüz. Çünkü biliriz ki, zamana dayanabilen hiçbir şey yoktur. Zeus bile zamanın tanrısı olan Cronos’dan çekinirmiş. Zaman tarafından tüketiliyoruz sanki.

Tanrı Cronos’a bu gücü veren nedir? Öyle ki o, bizi mum ışığı olduğumuza ve zamanla tükeneceğimize inandırdı. Ve biz, kısıtlı ışıma süremizi en iyi şekilde geçirmek için çaba göstermemiz gerektiğine hükmettik. Cronos, en başta sonlu oluşumuza işaret eder ve bizi sonsuzluktan vahşice ayırır.

Ona bu gücü veren nedir? Yaşlanmamızın ve ölmemizin ardındaki anlam ve güç nedir?  Bize bir mum ışığı olduğumuzu ve zamanla tükeneceğimizi söyleyen sesin ardındaki anlam ve güç nedir?

Dünyaya geldiğimizden itibaren yavaş yavaş kendi varoluşumuzun farkına varırız. Bu ışığın gücüdür. İlk yaptığı şey bu boyutta algının çiçek açmasıdır. Algılama edimi tohumlarını bu boyuta serpmektedir.

VE KENDİMİZİN FARKINA VARIRIZ...
Farkına vardığımız şey var olduğumuzun bilincidir. Kim ve ne olduğumuza dair hiçbir izlenim yoktur. Işık, varoluş bilinci olarak kendini belli eder.

Sonra bize korkmamız gereken bir dünyada yaşadığımızı söylerler. Algılayan olmanın, ışığı bu boyuta taşıyan bir varlık olmanın yeterli olmadığını söylerler. Korkmamız gereken ve beklememiz gereken dış güçlerin olduğunu ve onların yasalarına ve arzularına tabi olmak zorunda olduğumuzu söylerler. Algılayan olmanın, bir farkındalık şaheseri olan bedene sahip olmanın önemsiz olduğunu söylerler. Kendimize yeterli olmadığımızı,dışımızdaki dünyaya ve onun güçlerine muhtaç olduğumuzu söylerler.

Böylelikle, algılama edimimiz dışa dönmeğe ve içinde bulunduğu boyuta ışığını döndürmeğe başlar. Algılama edimi dışa döndüğünde, ilk soru şu olarak belirir. Ben bu var oluşun içinde özel olarak kim ya da neyim? Algılama edimine yol açan ışık, kendi var oluşunun kesin bilincinde iken, bir boyutun içinde ışığını dışa döndürdüğünde, var oluşunun anlamını aramaya başlayan bir merak ve keşfetme dürtüsü ortaya çıkar.

VAROLUŞUMUN ANLAMI NEDİR?
Ben kimim ya da neyim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Şu anda ne yapıyorum? Bu temel metafizik sorular bilinçte yankılanır. Aslında bu sorular bilincin yaratılmasına neden olur. Ve ışık bilinci yaratır. Bilinç bu soruların cevabıdır. Soruyu soran kimdir? Soruyu soran ışığın sonsuzluklar boyunca kendini arayışıdır. Bütün mistik öğretilerde var olan yaradılışın ilk nedeni metaforu bunu açıklar. Yaradılışın ilk nedeni, Yaradan’ın kendi aşkınlığını görmek istemesidir. Ve sonsuzluğun pasif durumdan aktif duruma geçmesi dürtüsüdür.

Bilinçli varlık, bu boyutta ve her boyutta, ışığın kendini arayışına bir cevaptır. Işık kendini ararken bilinci yaratır.

Diyebiliriz ki, yaradılışın ilk nedeni, o her ne ise, bugün varoluşun özünde, varoluşu mümkün kılan ışıkta kendini belli eder. Ya da diyebiliriz ki, eğer yaradılışı mümkün kılan tanrı var ise, o tanrı tüm yaradılışın kendisi olarak ve yaradılışın ortak özü olan ışık olarak kendini belli etmektedir.

VAROLUŞU FARKEDİŞ...
İşte o ışık,  kendinin farkında olan bilinçli insan olarak da tezahür etmiştir. Algılama ediminin, ilk yaradılışın ilk nedeniyle aynı kaynaktan doğduğunu fark etmek, bizi varoluşu fark ediş yolculuğunda harika bir noktaya getirir.

Bizler kendi aşkınlığını arayan ilk nedeniz! Bizler kendi sonsuzluğunu yaratan bilinçli varlıklarız. Algılayanlar olmamız bizi yaradılışın ilk nedenine bağlar, onunla bir yapar.

Bizler algılayanlarız. Neyi algıladığımız ise başka bir konudur. Algıladığımız şeyin daha önce var olan ve varlığı kesin olan bir gerçeklik olduğunu bize söylerler. Halbuki bize öğretilen dünya, bizden önce dünyaya gelenlerin, kesinleştirdikleri dünya görüşleridir.  

Bu boyuta doğduğumuzda, kendimize ve hayata dair bir bakış açısına ihtiyaç duyarız. Bu normaldir. Bu bakış açısı uzun çocukluk yıllarında bize önerilir, hatta tek gerçeklik olarak aktarılır. Bir süre sonra bir de bakarız ki, toplumsal realiteye üyelik gerçekleşmiştir. Ve çocuk ne zaman olduğunu kendisinin de anlayamadığı bir anda, ona aktarılan gerçekliği, bir yorum olmanın ötesinde mutlak bir gerçek olarak tanımıştır.

GERÇEKLİK BİR YORUMDAN İBARETTİR
Bir Toltek bilgesi olan Don Juan Matus, “Gerçeklik bir yorumdan ibarettir” der. Ve varoluşun içinde bir algılayan olarak bulunan insana aşağıdaki bakış açısını önerir.

İçine doğduğumuz toplumun bize dayattığı dünya yorumuna inanır ve üyeliğimizi  gerçekleştiririz. Buna “Birinci Dikkat” diyelim. Ortaklaşa inandığımız dünyadır bu. Bu dünyanın diğer adı ise Bilinen’dir. Aslında bilinen derken kastedilen, ortaklaşa karar verdiğimiz dünya yorumumuzdur. Buna, mistik, filozofik ve hatta bilimsel bilgiden kaynaklı dünya görüşü de dahildir. Bilinen, ortaklaşa öyle olduğuna inandığımız ve karar verdiğimiz bir farkındalık seçimidir.

Algılama eyleminin, bilinen bölgenin ötelerini tarama merakından ve içgüdüsünden kaynaklanan bir düzeyi vardır ki, biz buna “İkinci Dikkat” diyoruz. İkinci Dikkat’in diğer adı Bilinmeyen’dir. Bilinmeyen iki anlama gelir. Onu yaşayan algının henüz, yaşadığı deneyime bir açıklama getirememiş olması ile o bilinmeyendir. Ya da o, toplumsal gerçeklik için tamamıyla anlaşılmaz ve kabul edilemez göründüğü için bilinmeyendir. Birey için bilinmeyen, açıklama getiremediği sürece, dünya yorumunu derinden sarsan bir etki yaratırken, toplumsal bilinç açısından bilinmeyen, bilinen alanı zorlamadığı sürece yok sayılan bir farkındalık düzeyi olacaktır. Bunlar, bilinçli varlığın kendini dengede tutabilmesi için, normal ve kendiliğinden işleyen süreçlerdir.

KENDİ SONSUZLUĞUNUN FARKINA VARMAK İÇİN...
Bu boyutta ve her boyutta, algılayan varlığı mümkün kılan ışık, ilk yaratıcı nedenle bir olan ve aynı olan ışık, kendi sonsuzluğunun farkına varmak için boyutları yaratırken, bu boyutların aynasında kendini görmek ister. Bu boyutları yaratma eyleminin kendisi, ışığın kendisinin farkına varması eylemidir. Varoluşun, sonsuz boyutlarıyla var olmayı sürdürmesi, ışığın kendi varlığının idrakine varma eyleminin sürmesi demektir.

İlk neden kendini aşar ve ışığı yaratır. Işık kendini aşar ve bilinci yaratır. Bilinç kendini aşar, varlığı yaratır, tüm kozmosu yaratır. Aslında tüm evren bilincin şaheseridir.

Anlatmaya çalıştığım şey, algılayanlar olarak hepimiz ilk yaratıcı sebeple biriz. Ya da biz algılayanlar olarak ilk yaratıcı nedenin ta kendisiyiz.

Don Juan Matus, en son olarak “Bilinemeyen”’den söz eder. Bilinemeyen, hiçbir zaman bilinemeyecek olandır. Var oluş sonsuzluklar boyunca akıp giderken, onun gizeminin hiçbir zaman çözülemeyeceği anlamına gelir. İnsanoğlu ilk nedeni çözmek ister. Ve anlayabildiği tek şey ilk nedenin kendisi olduğudur. O bir algılayandır ve ilk neden algılayanın kendini anlama arzusudur. Algılayanın algılama edimi sonsuz boyutları yaratarak genişlerken, algılayanın kendi hakkında son sözü söylemesinin mümkün olmadığının anlaşıldığı bir an gelir. Ve o zaman anlarız ki, bizler algılayanlar, mutlak bir gizemiz, asla çözülemeyecek olan. Ve anlarız ki, tüm varoluş mutlak bir gizemdir, asla çözülemeyecek olan.

Bilinemeyenin varlığı, bilinçli varlığı aciz bırakmaz, tam tersi özgür kılar. Kendi varlığının gizemini bir kez idrak etti mi, artık yapılacak şey bellidir. Bu gizem çözülmek için değil, fark etmek için ve yaşanmak içindir. Bu gizem dolu varoluşu, algılayan, bilincin renkleriyle istediği gibi, özgürce yaratmaktadır. Ve bilinçli varlık ilk kez olarak sonsuzlukla tanışır. Sonsuzluk, ulaşılması mümkün olmayan bir tanım olmaktan çıkar ve  deneyimlenebilir bir realiteye dönüşür.

Anlarız ki, bu gizem dolu bir varoluştur ve algılayan varlığın kendini ifade etme aracıdır. Bu ifadenin özgürlüğüne bir sınır yoktur. Gizemi, sonsuzu ifade etmenin, düşlemenin bir sınırı yoktur.

BİLİNEMEYENİN VARLIĞI BİZİ SINIRSIZ YAPAR
Peki neden zamana yenik düşeriz? Yaşama arzumuza rağmen yaşlanır ve ölürüz? Çünkü, algımızı bilinmeyene ve bilinemeyene götürecek bir hafifliğe, doğmasızlığa sahip değiliz. Bilinenin tuzağına düştük! Ve bilinenin sadece bir yorum olduğunu, mutlak gerçek olmadığını unuttuk. İşte bizi öldüren bu unutkanlıktır.

Algılayan varlığımız ki, varlığımızın özü ve esasıdır, bilineni tanımlayan bilinç bölgesine tutsak oldu. Ve bilinç, bu tutsaklığa tahammül edemediği için, tekrar tekrar ölüyor. Çünkü algılayan kendi sonsuz doğasını özgürce ifade etmek istiyor ve yaratılmış bilinç tipi, buna izin vermediği için, o bilinç tipini sürekli yenilemek istiyor. Ölümün nedeni eskimiş bir bilinç tipinin algılayan tarafından yenilenmesidir.

Algılayan aslında bedeni öldürerek bilinci yenilemektedir. Bilinçli varlık, algılayan sayesinde bilinçli olmaktadır. Algılayanın, tutsak olduğu bilinç deneyiminden özgürleşmesi için bu boyuttaki bilinçli varlığın ipi eline alması gerekmekte... Bilinçli varlık, ölümüne neden olan, mutsuzluğuna neden olan her hayat olayının dışarıdan değil de, bilincinin dünyayı yorumlama biçiminden geldiğini anlamalıdır. Ve yeni bir bilinci yaratmaya istekli olmalıdır.

İşte, “kişisel gelişim” ya da “ruhsal büyüme” dediğimiz olgu tam da budur. Algılayan varlığımızın sonsuzluğunu bu boyutta özgürce ifade edebileceği bir bilinci yaratmak.

YAŞAM BÜYÜLÜDÜR...
Dikkatimizi yaşamın gizemine, kendi varoluşumuzun gizemine odaklayalım. Bizler büyülü varlıklarız. Algılayanlar olarak kendi seçimimizle yarattığımız sınırdan başka bir sınırımız yoktur.

Sonsuz doğamızı ifade edecek yeni bir bilinç yaratırken, eskisiyle kavga edemeyiz. Kullandığımız bilinç tipinin özüyle barışmamız, kendimizle ve hayatla kavgayı bırakmamız gerekir. Eski, gitmemek için kavgayı büyütmek isteyebilir. Biz, algılayan olarak ona direnmediğimiz sürece, eski varlığını sürdüremez. Ona her halde varlığını verenin biz olduğunu unutmamalıyız.

SEVGİ ÖZGÜRLEŞMEYE İZİN VERMEKTİR!
İnsanlık tarihini mümkün kılan bilincin sona erdiği zamanlardayız. Tek tek bilinçli varlıklar, asıl doğalarını keşfederek eski bilinçle barışıyor ve ona direnmeyi bırakıyorlar. Ve diyorlar ki, sadece bir deneyimdi. İyi ya da kötü değildi, güzel ya da çirkin değildi. Doğru ya da yanlış değildi. Sadece deneyimdi. Seni çok seviyorum. Eski bilinç; ona aşık olduğumuzu, onu çok sevdiğimizi duymak istiyor. O özgürleşmek için algılayan tarafından serbest bırakılmak istiyor. Sevgi özgürleşmeye izin vermektir. Kendimize duyduğumuz koşulsuz sevgiyle özgürleşiyoruz. Sadece deneyimdi, diyoruz. Sonsuzluk kendi aşkınlığını görmek istediği için..

Bizler bilinci yaratmak yoluyla hayatı yaratıyoruz.
Bizler, algılayanlar, ilk nedeni yaratıyoruz.
Bizler yeni bir bilinci yaratıyoruz.
Bizler niyet üstadlarıyız. Niyetimize aldığımız, mümkün olacağına inandığımız her şeyi yaratıyoruz.

Şimdi “Yeni Bilinci” yaratmaya niyet ediyoruz.
Varoluşun büyüsünü yaratmaya niyet ediyoruz.

Gerçekliğe mührünü vuran zaman şimdidir.
An’ı düşünün! Bu sizi ilk nedene bağlayacaktır.

Çok boyutlu doğanızı düşünün. Bu potansiyellerinizin sınırsız olduğunu keşfetmenize yol açacaktır.

Yaşamın büyüsünü hissedin!
Siz her şeysiniz!


Copyright 2007-2024 ® NETATÖLYE - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz alıntı yapılamaz.