Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
YENİ BİLİNÇ
HÜRRİYET KALALI
Yeni Bilinç Yaşam Koçu
Yazı Boyutu:
Tanrıçanın dönüşü

Dişil enerjinin hakim olacağı bir çağa giriş yaptık.* Son 50 yıldır dişil enerji, kontrolü mümkün olmayan bir süratle ve yoğunlukla gezegenimize giriş yapıyor.

Bu durumun en pratik göstergesi, eril egemen sistemlerin çöküşe geçmesidir. Peki, dişil enerji bunu nasıl başarmaktadır? Öngörülebilir ve kontrol edilebilir bir gelecekten bizi hızla uzaklaştırarak bunu başarmaktadır. Öngörülebilir ve kontrol edilebilir bir dünya fikri eril egemen bir fikirdir ve bin yıllardır bu fikir dünyayı yönetiyordu. Şimdi yönetemiyor. Kontrolü kaybetti.

Eril egemen anlayışın altında yatan temel güdü, içine doğduğumuz dünyanın korkutucu, tehdit edici olduğu, ayakta durmak için onunla mücadele etmek gerektiği idi. Doğayı kontrol etmek ve onun gadrine uğramak ihtimalinden sakınmak, eril egemen yaklaşımın esasını oluşturuyordu. Onun temelinde güç ve kontrol fikri vardı. Güvende olmak ve istediklerimizi elde etmek istiyorsak, güçlü olmalı ve çevremizdeki dünyayı bu güçle kontrol etmeyi başarmalıydık.

Eril egemen anlayış, metafizik düşüncesini de buna uygun olarak geliştirdi. Ona göre tanrı, mutlak gücü ve kaderin üzerindeki mutlak kontrolü içeriyordu. Bu yüzden, teslim olunmalı, merhametine sığınılmalı, önerdiklerine mümkün mertebe uygun yaşanmalıydı. Eril mistik gelenekler, kontrollerinin dışındaki bir dünyada metafiziği başlatıyor ve en tepede tanrının olduğu bir güçler hiyerarşisi yaratıyordu. Bu durumda metafizik alan, her halükarda insan güçlerinin alanını kapsıyor ve daha üstün bir konuma yerleşiyordu.

ERİL EGEMEN ANLAYIŞ
Eril egemen anlayış, temelde güçler hiyerarşisine inanıyordu. Kontrol edebildiği zannı onda kibri yaratıyor; kontrol edemediği zannı ise kompleksli düşünceleri yaratıyordu. Yetersizdi ve daha yeterli olanın önünde boyun eğmek zorundaydı. Eğer bunu yapmazsa güvenlik alanının dışına atılır ve doğanın acımasız kuvvetlerinin insafına bırakılırdı. Boyun eğmeliydi.
Eril egemen yaklaşımın temelinde, hayatın kaotik ve katastrofik olduğu ve ona düzen getirilmesi fikri vardı. Ölümü ve yaşamı güden güçlerle iyi geçinmeli ve toplumsal varoluş bir düzen içinde yürümeliydi.

Eril egemen anlayışın bu düşüncesinde çok samimi olduğu ve bu düşüncenin içine doğduğu evrenin nesnel bir incelemesinden doğduğu açıktı. Katastrofik koşullar devresel bir seyir izleyerek insanı yeniden ve yeniden vuruyordu. Ve bu düzeni, işleyişi anlamak ve ona göre pozisyon almaktan başka çıkar yol gözükmüyordu.

Eril egemen anlayış, bu temel bakışıyla dişil enerjiye baktığında şunu görüyordu: O enerji güvenli değildi. Kontrol edilemezdi, dengesizdi ve ziyadesiyle güçlüydü. Eğer ona teslim olursak, bizi hangi belalara sürükleyeceğini kestirmek mümkün değildi. En yıkıcı etkileri üretebilir ve insanlığı felakete sürükleyebilirdi. Eril anlayış, tüm samimiyetiyle buna inanıyordu. Ve böyle inandığı için de öncelikle dişil enerjiyi baskılaması ve kontrol etmesi gerekiyordu.

Bin yıllardır süren insanlık yürüyüşünde, oluşturduğumuz medeniyetin, dişil enerjiyi baskılamak ve kontrol etmek temelinde geliştiğini söylersem hiç de abartmış sayılmam.
Eril egemen anlayışın temelindeki güç ve kontrol kaygısı her alanda etkisini gösterdi. İnsanoğlu temelde üç alanda bilgiyi araştırıyor ve sentezliyordu. Bilim, Felsefe ve Mistisizm. Bilim tekrar edilebilir sonuçları almakla ilgilenirken; felsefe, sorulara ortak cevaplar bulmaya çalışırken ve mistisizm, insanlık ailesinin bir topluluk olarak ortak kaderini betimlerken, hep aynı şeyi yapıyordu. Kütle olarak, hepimizi bağlayan sonuçlar üretebilmek ve böylelikle şu anımızı ve geleceğimizi kontrol altında tutabilmek. Bu yüzden de tüm bilgi ve sentez yeteneğimiz bu temel niyetin rengini ve kokusunu taşır.

İNSANLIK BİRBİRİNE GÜVENİNİ KAYBETTİ
Eril egemen anlayış, insanlığı ayakta tutabilmek ve geleceğe taşıyabilmek için içinde yaşadığımız uygarlığı kurdu. Bu uygarlığın temel zafiyetleri şunlardı. Güç ve kontrolü sadece doğaya karşı değil, birbirinin üzerinde de sağlamaya çalışan insanlık, birbirine karşı güvenini kaybetti. Ve uygarlığın temel enerjisi güvensizlik enerjisi oldu. Ve daha da acısı güven duymadan yaşamanın derin acısı ve korkusu, insanın kendine olan güvenini kaybetmesine ve özüyle bağlantısını yitirmesine neden oldu. İnsanlığın gerçek travması budur. Kendi özüne olan güvenini kaybetmiş olması.

İşbirliği, paylaşma ve dayanışma yerine rekabetin ve güçlü olanın üstünlük sağladığı bu oyunun tek sonucu, insanın birbirine olan güvensizliğinin daha da derinleşmesi oldu. Bir yüzyılda iki dünya savaşı ve nükleer silahlarla yok olmanın eşiğine gelmiş bir dünya ne demek istediğimi yeterince örnekler sanırım.

GEZEGENİMİZ BİZİ İNSANCA YAŞATABİLECEK GÜÇTE!
Bu sırada, geliştirdiğimiz bilim, felsefe, mistisizm, sorunların kaynağına inemiyor, her zaman geçici çözümlerle yetiniyor; daha çok, güç ve kontrol temelli, güvensizlik temelli bu uygarlığın elindeki maşalara dönüşüyordu. Sentezlenen yeni bilgilerin hemen hepsi, maşa ihtiyacından kaynak buluyordu. Bilim, güvenlik ve konfor sağlıyor, kapasitesini kar ve rekabet dolu bir dünyayı ayakta tutmak için kullanıyordu. Oysa saygın bilim insanları, mevcut bilimsel seviyemizin ve dünyamızın kaynaklarının, gezegenimizde yaşayan herkesi, insanca yaşatmayı başaracak güçte olduğunu söyleyip duruyordu. Ve gezegenimizin, sanayi çağı başlamadan önceki bozulmamış doğasına çok kısa bir sürede dönebileceğini de ekliyorlardı. Fakat bunun için güvenmeye başlamak, gücü kontrol etmeyi bırakmak, ortak ve evrensel amaçlar için bir araya gelmek gerekiyordu.

Felsefe ve mistisizm, olup bitene anlam yüklemek zorunluluğuyla, üstün güçlerin oyuncağı olduğumuzu ve sınav içinde tutulduğumuzu söylüyordu. Bu ise insanın direncini zorluyor, geçici hissettiği bir dünyada kontrolü kendi dışındaki fizik-metafizik güçlere teslim etmesine neden oluyordu. Ya da anlamsızlığa teslim ederek kendini uyuşturuyordu.

Evrim sürecinin devresel bir maliyeti var; ve temelinde eril ve dişil enerjilerin dengeli ve harmonik hale gelmesi esası. Hayatı yaratan bu iki enerji, aslında tek bir enerjinin (yaşam enerjisi) bu boyutta iki farklı pencereden görünüşü.

Eril enerjinin dengesiz tabiatı, onu güç ve kontrol takıntılı yaptı. Bu, yaptığı ve olduğu her şeyin rengini, kokusunu belirledi. Oysa eril enerjinin esası, değişim ve dönüşümün kararlı niyetine sahip olmak ve her zaman, ne yönde gideceğine dair bir iç bilişe sahip olmaktı. Ve bu iç bilişi hayata geçirebilme iradesiydi.

DENGESİZ DİŞİL ENERJİ...
Ve dengesiz dişil enerji, güven ve sevgi açlığı çeken, dişil enerjisi karşılığında bu iki enerjiyi takas etmek isteyen enerjiydi. Ve dengeli dişil enerji, ki son 50 yıldır gezegenimizde çoğalan enerji budur; hayatla her an bağlantıda olan, yaratışın kaynağıyla her an temasta olan, anın her şeye yeter olduğunun farkındalığında yaşayan, yaşamı hücrelerinde hisseden, tanrı-tanrıça bilincini bedeninde ve dünyanın ruhunda hisseden, onu dışarıda aramaya ve tanımlamaya ihtiyaç duymayan, o muhteşem zekayla eşit ve özgür ilişkiyi kurabilen enerjidir.

Dünyamıza giriş yapan bu enerji, her türlü fizik-metafizik hiyerarşiyi sonlandıran, ve bu bağlamda gelişmiş fizik-metafizik yapıların çöküşünü sağlayan; birlik, eşitlik, özgürlük, uyum ve biriciklik temelinde gelişen bir enerjidir.

GELECEK GİDEREK ÖNGÖRÜLEMEZ HALE GELİYOR
Tanrıça, eril egemen anlayış tarafından elbette bastırılmaya çalışılıyor. Elbette, güç ve kontrol tabanlı anlayış bir anda teslim olmayacak. Fakat hayatlarımıza bakarsak, geleceğin giderek öngörülemez hale geldiğini görüyoruz. Yarınlarımızdan giderek daha fazla emin olamıyoruz. Yani mevcut durum, bize her gün eril egemen anlayışın daha da işlemediğine dair ipuçları veriyor.

Tüm kurumsal yapılar, aile, devlet, etnik ve dinsel kurumsallıklar, vadettiklerini katılımcılarına giderek daha az verebiliyor, hatta çoğunlukla da veremiyorlar. Bu kurumlar kendilerini reforme ederek ayakta kalma sürelerini uzatmaya çalışıyorlar.

DİŞİL ENERJİYE GÜVEN!
Temelinde dişil enerjiye güvensizlik olan bu uygarlık, dişil enerjiye yeniden güven duymaya başlayacağı ana kadar çöküşünü sürdürecek. Ta ki dişil enerjinin güvenli bir enerji olduğu, tanrısallığın kaynağına en yakın enerji olduğu, ondaki katastrofik potansiyelin, tam da bu nedenle var olduğu ve ona güvenmek, teslim olmak yoluyla, eril enerjinin kendini yeniden yaratabileceği; teslim olurken, aynı zamanda, niyet ve yol sahibi, yön sahibi olabileceği ortaya çıkacak.

Ve anlamaya başlayacağız ki, eril egemen zamanlar boyunca hayatı ayakta tutan yine dişil enerji olmuştur. Hayatın esası, dünyaya yeni varlıklar getirmek ve hayatı ayakta tutmak için gereken yaşamsal sorumluluklardır her zaman. Dişil enerji, en aşağılandığı, bastırıldığı zamanda bile, bu görevini, hayatı ayakta tutma görevini yerine getirmiştir.

Tanrıçanın çağı geliyor. Bilim, felsefe ve mistisizm, kaynaklarını yeniliyor. Güç ve kontrol temelli, rekabet, kar etme ve biriktirme temelli bir uygarlıktan, iş birliği ve paylaşma temelli, dayanışma temelli, birlik ve bütünselliği çıkış noktası yapan, metafiziği bile dışarıda değil insan kalbinde ve bedeninde bulan, dünyada bulan bir uygarlık geliyor.

Kaynağın ruhunun gezegenimizle ve bedenlerimizle birleştiği, eşit, özgür ve farkında bir dünyanın parçası olabilmem için, kendimi geliştirmem, kendi otantik doğamı gerçekleştirmem dışında hiçbir şeyin önemli olmadığı bir dünya geliyor.

HAYATININ AMACINI GERÇEKLEŞTİRMEK
Kendi hayatının amacını gerçekleştirmek, kendini gerçekleştirmek için bir araya gelmiş cesur ve sonsuz ruhların birbirine hizmet ettiği bir dünya geliyor.

Tanrıçanın çağı geliyor. Ona direnmezsek bereketiyle geliyor. Direnirsek, tüm eril egemen yapılar art arda çökecek; tanrıçanın eskiyeni, işe yaramayanı ortadan kaldırma vasfı harekete geçecek ve zaten geçti bile.

İnsanlığın önünde bir seçim yok. Seçimini çoktan yaptı. Tanrıçanın şefkatine ve şifasına ihtiyaç duyuyoruz hepimiz. Ona teslim olma başarımız, bu geçişin ne kadar zor ya da kolay olacağını belirleyecek.

Tanrıçanın çağı geliyor. Direnmeyeni kanatlarıyla yükseltecek. Direnenin tüm direncini çökertinceye dek üstüne gidecek.

Tanrıçanın çağı geliyor. Dengeli, harmonik bir eril enerjiyi de kendi rahminde yeniden yaratmak üzere, geliyor. Yeniçağın eril enerjisi tanrıçanın rahminden doğacak.

*Eril ve dişil enerjilerden söz edilirken erkek ve kadın kastedilmemektedir. Eril ve dişil enerjilerin hem kadın ve hem de erkekte mevcut olduğunu dikkate alarak okuyunuz.




Copyright 2007-2024 ® NETATÖLYE - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz alıntı yapılamaz.