Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
RADİKAL GÖRÜŞ
Dr.  KADİR TUĞCU
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı F.A.A.P.
Yazı Boyutu:
Mikroplar ve bağışıklık sistemi

İnsan vücudunun hastalanmasının önemli bir nedeni mikroplardır (bakteriler, virüsler, mantarlar ve parazitler). Vücudumuz bu mikroplarla, sahip olduğu bağışıklık sistemi ile mücadele eder.

Bağışıklık sistemimizin gücü, bünyemizdeki antikorların mevcudiyeti ve çeşitliliği ile doğru orantılıdır. Yani bir insanın bünyesinde ne kadar fazla ve çeşitli antikorlar mevcut ise, o insanın bağışıklık sistemi de o kadar güçlüdür. Vücudumuz antikorları çeşitli mekanizmalar ile kazanır. Bu kazanımın en önemli mekanizması geçirdiğimiz hastalıklar ve uygulanan aşılardır. Geçirilen hastalıklar sırasında insan vücudu o hastalığa karşı antikorlar üretir. Antikor kazanımının bir diğer yolu da aşılardır. Aşılar, insan vücuduna dışarıdan, zayıflatılmış bakteri ve virüslerin verilmesidir.
Sağlıklı bir bebek dünyaya geldiğinde sterildir, yani hiçbir organ veya dokusunda tek bir mikrop bile yoktur. Doğal olarak bu sterillik, bebeğin bağırsakları için de geçerlidir. Hatta bu durumun bir sonucu olarak bebeğin ilk çıkardığı kaka olan "mekonium" da sterildir. Henüz hiçbir mikrop ile tanışmamış bir bebeğin bağışıklık sistemi, henüz kendine ait tek bir molekül dahi, bağışıklık maddesi (antikor) oluşturmamıştır.

Bebeğin bakterilerle ilk tanışması normal doğum esnasında, anne vajeninden çıkışı esnasında olur. Doğumu takip eden günlerde bebek daha pek çok cins bakteri ve virüslerle tanışır ve bu tanışmalar esnasında üretilen antikorlar sayesinde bebeğin bağışıklık sistemi oluşmaya ve güçlenmeye başlar. Artık bebeğin bağışıklık sistemi her geçireceği hastalık ve yapılan aşılar ile sürekli güçlenecektir.

Doğum anında steril ve daha önce kendiliğinden hiçbir antikor üretmemiş bir bünyeye sahip olmasına rağmen bebek, annesinin hayatı boyunca geçirdiği bütün hastalıklar ve olduğu aşılar sonucu oluşmuş antikorları annesinden alarak dünyaya gelir. Yani bebeğin bağışıklık sistemi, annesinden gelen ve bir sene boyunca güçlerini koruyabilen antikorlardan oluşur. Yaşamının ilk bir senesinde, kendi antikorları oluşuncaya kadar bebeği bu antikorlar korurlar. Bu nedenle yeni doğan bir bebeğin vücudu, henüz hiçbir mikrop ile tanışmamış ve kendi antikorlarını üretmemiş olsa da yaşamının ilk bir senesinde dış dünyadaki hastalık yapıcı ajanlara en az annesi kadar dirençlidir. Bu sebeple, hayatlarının ilk senesinde bebeklerde "bakteriyel hastalıklar" son derecede nadir görülürler. Aynı sebeple, sağlam bebeklerin ilk 1 sene -steril ortamlarda- tutulmaları gereksiz ve zararlıdır.

"YAŞLI VİRÜSLER"
Benzer bir durum, suçiçeği ve kızamık gibi hastalıklara neden olan ve yapılarını değiştirmeyen "yaşlı virüsler" için de geçerlidir. Söz konusu yaşlı virüsler bir insanın hayatı boyunca sadece bir defa hastalık yapabilirler ve bu hastalanma sırasında üretilen antikorlar sayesinde bir daha aynı bedende tekrar hastalanmaya neden olamazlar. Bu nedenle, anneden gelen antikorlar sayesinde bebeklerde bir yaşına kadar bu hastalıklar görülmezler. Elbette bunun tek istisnası, annenin bu hastalıkları geçirmemiş olmasıdır.

GENÇ VİRÜSLER
Grip virüsleri, "genç virüsler"dir. Genç virüsler yapılarını -yaşlı virüslerin aksine- devamlı olarak değiştirirler. Bu nedenle genç virüslerin neden oldukları hastalıklar sonrasında vücudun kazandığı antikorlar ertesi sene bir işe yaramazlar. Bu itibarla, bebeklerin birinci senelerinde görülen ateşli hastalıkların büyük bir kısmı, bünyelerinde anneden gelen antikorların mevcudiyetine rağmen, bu genç virüslerin sebep olduğu "Grip gibi" virütik hastalıklardır. Bazı basit bakteriler sonucu oluşan hastalıklar da anneden gelen antikorlar sayesinde hafif atlatılırlar. Bu durumlarda bebeklere hemen antibiyotik verilmesi halinde bakteriler, bağışıklık sistemi onları tanıyıp antikor yapamadan yokolurlar ve bebeğin antikor üretememesi söz konusu olur. Bunun sonucunda aynı bakteriler bebekte tekrar tekrar hastalık yaparlar. Hele bir de, birinci yaşlarının sonuna kadar nerede ise steril bir ortamda büyütülen bebekler, hazırda annenin antikorları varken kendi antikorlarını oluşturamazlar. Bu bebekler, birinci yaşlarının sonunda anneden gelen antikorların etkinliklerini kaybetmeleri ile ikinci senelerinden itibaren, aynı durumlarda antibiyotik almamış bebeklere nazaran daha fazla sayıda hasta olurlar.

Anneden gelen antikorların birinci yıl sonunda etkinliklerini kaybetmesi olgusu, "Canlı virüs" ihtiva eden kızamık, kızamıkçık, kabakulak ve suçiçeği aşılarının bebeklere 1 yaşından sonra yapılmalarının da nedenidir. Geçmişte uzun seneler kızamık aşılarının, yapılan uyarılara rağmen inatla 9 aylık yapılması sonucu - anneden geçen kızamık antikorları yapılan aşıyı inaktif hale getirdiği için - pek çok çocuk aşı yapıldığı halde kızamığa yakalanmıştır. Hatta bazı kızamık virüslerinin yapılarında M-Proteini denen bir molekülün eksik olduğundan, bağışıklık sisteminin bu virüsleri hastalık etkeni olarak görememesi ve hiçbir mücadele göstermemesi sonucu, bu hastalanan çocukların bir kısmında, beyinlerinde harabiyet oluşması anlamına gelen "kızamık ensefalitleri" görülmüştür.
Doğumda steril olan bebek bağırsağının, Koli Basilleri ile istilasi ilk 36 saat içinde tamamlanır. Eğer tamamlanamazsa, bu bakterilerin oluşturduğu "K vitamini" sentezi yapılamaz ve bebekte, göbek kordonundan kanamalar olur. Bilhassa sezaryen doğumlarda anne vajeninden bakterileri alamamış bebeklerde bu durum sıklıkla görüldüğünden, artık her yeni doğan bebeğe iğne ile K vitamini verilmektedir.

Bağırsaklarda oluşan bu bakterilerin bir görevi daha vardır. Probiyotik etkileri ile hem yabancı, hastalık yapıcı bakterilerin yerleşip koloni yapmalarına mani olurlar, hem de gıdaların sindirilmelerinde yardımcı olurlar. İlk 1 sene çok sık antibiyotik verilen bebeklerde bu sistemlerin de oluşması sekteye uğrayacağı için, çocuklar çok sık ishal olacaklar, hele her ishal olduğunda da antibiyotik verilmesi halinde iş çığrından çıkacak, sindirim sistemleri de düzgün çalışamayacak, gaz, hazımsızlık, alerjiler, atopik egzemalar ve hatta astım böyle çocuklarda daha sık görülecektir.

ANTİBİYOTİK VE DEMİR KULLANIMI
Bakterilerin çoğalmaları esnasında en çok ihtiyaç duydukları madde demir elementidir. Bu sebeple, bakterilerin laboratuvarlardaki besi yerlerine, demir açısından zengin olan kan, beyin veya kalp dokusu konulmaktadır. Yaşamlarının ilk bir senelik hassas devresinde demir ilacı verilen bebeklerde, bu maddenin hastalık yapıcı mikropların gelişmelerine ve vücuda yerleşmelerine yardımcı olması sonucu, hastalıklar daha ağır seyir göstereceklerdir. Demir ve antibiyotiklerin yan yana kullanılması durumunda ise durum daha da vahimleşecek, alınan antibiyotiklerin etkisi ile zayıf yapıdaki bakterilerin de ortadan kalkması sonucu ortam sadece dirençli bakterilere kalacak ve bebeğin bünyesinde antibiyotiklere dirençli bakterilerin ortaya çıkması söz konusu olacaktır. Ayrıca her bebek dünyaya gelirken, demir depoları dolu olarak dünyaya gelir. Dışarıdan hiç demir almasalar bile, bu depo demiri onları 1 sene anemiden korur. Doğumda, kordon kanında 16g. Olan Hgb, 2 ay içinde 10 g.'ın altına iner (Himalaya'da doganlarda inmez) ve 1 sene sonra 11g.'a çıkar.

Sık antibiyotik kullanmış bebeklerin düzgün oluşamayan bağışıklık sistemlerini yerine koyacak kalıcı bir ilaç bulunmamaktadır. Gereksiz antibiyotik kullanımı sonucu bu duruma "getirilmiş" bebeklerin bağışıklık sistemlerinin güçlendirilebilmesi için sağlam erişkinlerin kanlarından hazırlanan "Gamma-globulinler" maalesef sadece geçici bağışıklık verebilmektedirler. Yine güçlendirme maksadı ile verilen ekinezya veya ethanol (alkol) ihtiva eden şuruplar, esasen hiçbir etki gösteremezler. Probiyotikler ise, sadece bağırsak boşluğundaki yararlı bakterileri temin ederler, sistemik etkileri yoktur, grip gibi hastalıklardan koruyamazlar. Bu gaye ile geliştirilmiş bazı aşılar da kısıtlı bir etkiye sahiptirler. Bu itibarla, bebeklerin bilhassa ilk yıllarında antibiyotik ve demir ilacı kullanımına çok dikkatli yaklaşılmalıdır.


Copyright 2007-2024 ® NETATÖLYE - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz alıntı yapılamaz.