Evet, istiyorum, hem de çok istiyorum! Ben küçücük bir çocukken bile oynadığımız evciliklerde hep anne olurdum.
Bebeğimi sallar, uyutur, karnını doyurur, gezdirirdim. Her şeyden ötesi severdim onu, çok severdim hem de... Ben biraz daha büyüdüm. İçimdeki anne de büyüdü. İleride kucağıma almayı hayal ettiğim bebeğim de, ona olan sevgim, özlemim de. İnşallah ile başlayan cümlelerime, “Rabbim beni anne olamamakla sınamasın” duası eklendi. Ne zaman hamile veya bebekli birisini görsem, bir gülücük geldi yerleşti yüzüme ve canım babamdan aldığım, beni babama “menekşe gözlüm” diye sevdiren yeşil gözlerime... Gün geldi içinde annelik duygularını besleyen, büyüten bu genç kız iyiden iyiye büyüdü. Baba evinden uçma zamanı geldi çattı!
2010 yılının Temmuz ayında görücü usulü tanıştığım eşimle evlendik. Biraz evliliğin tadını çıkaralım, dedik ve bebek fikrini erteledik. İçimde fırtınalar koparan, coşup coşup çağlayan bebek aşkımı biraz dizginlemek zorunda kaldım. Geceleri kafamı yastığıma koyduğumda sessiz sessiz gözyaşı döktüm. Eşime kızdım birçok zaman. Ertelemek neden gerekliydi ki? Paramız mı yoktu? Bebeğimize bakacak gücümüz mü? Yoksa ona verecek sevgimiz mi?
Vardı elbette sevgimiz! Hem de yüreğimden kopup gelen, yıllardır içimde büyüyen eşsiz bir sevgi. Ama şartlar, deyip bekledim. Tam 1,5 yıl! Nihayet o güzel konuşmayı yaptık eşimle. Bebeğimizin olmasını istiyorduk. Yani artık o da istiyordu. İtiraf etmeliyim, bu durumu ilk başta çok yadırgamıştım. Ben evlilikler de bebek isteyen taraf erkek, erteleyen taraf da kadın olur zannederdim. Biz de ise durum tam tersiydi. Dedim ya, nihayet o gün geldi. Dünyalar benim oldu. Şimdi tek yapmamız gereken, sevgimizin meyvesinin en kısa zamanda gelmesi için Rabbim’e dua etmekti. İçime çoktan düşmüştü sevgisi, heyecanı doğmamış bebeğimin.
Biz bu kararı vereli 1 ay oldu. 1 ay daha ne ki dediginizi duyar gibiyim. Aslında ben de öyle düşünüyorum. “Allah arattırmasın, inşallah en kısa zamanda tattırsın” diyor dilim ama yine de üzüldüm. Bir boşluk hissettim kendimde. Umudumuz diğer aylara kaldı. Bir prens ya da prenses ne fark eder ki... Saglıklı, sıhhatli, hayırlı bir evlat olsun da.
Ah be kuzum, ah be annesinin bir tanesi. Daha gelmeden sevdim ben seni. Rahmime düştüğünü öğrendiğim gün neler yaşarım hele sen bir düşün. Ya baban ne yapar acaba? Nasıl versem ki müjdeyi babacığına? Havalara sıçrar mı acaba senin geleceğin haberini verdiğimde? Boynuma atlayıp sarılır mı ki bana? Beni ne kadar çok sevdiğini haykırır mı ki?
Dedelerin, anneannen, babaannen, dayıların, amcan, halan onlar da merakla beklerler mi ki seni? Duyduklarında çok sevinirler mi ki?
Ya annen bebeğim? Daha kendi küçük bir çocukken bile senin hayalini kuran, anne olmak için yaratıldığını düşünen annen... Kuzum, ben seni daha sen gelmeden sevdim. Bir gün Allah’ım izin verirse, geleceğini bilmek bile şu anda bu satırları yazarken gözlerimden yaşların süzülmesine yetiyor. Yok, bunlar üzüntü gözyaşları değil miniğim. Sevinçten, sevgimden ve sana olan özlemimden... Gel be anneciğim artık. Beni daha fazla sensiz, sevgisiz, yavrusuz bırakma. Seni ilk kucağıma alacağım, ilk sütümü vereceğim, ilk göz göze geleceğimiz anı düşünerek, daha sen gelmeden aldığım kıyafetlerine, oyuncaklarına bakarak geçen gündüzümü gecemi gel de doldur.
Seni sabırsızlıkla, sevgiyle, hasretle bekleyen, seni çok seven ve sevecek olan annen.
Hilal Yılmaz
|