Çatışma çözme etkili iletişimin son
becerisi...
Önceki yazıda çocuğumuzla değerler konusunda çatıştığımızda nasıl
davranmamız gerektiğinden ve değer çatışmalarının uzun vadeli bir çözüm istediğinden söz etmiştim.
Bu yazı ise günlük gereksinim çatışmalarının nasıl çözülebileceğini anlatacak. Hatırlarsanız sorun
penceresinde, bir konu aynı anda her iki tarafa da sorun yaratıyorsa iletişim becerisi çatışma çözme
olmalıdır demiştim. Örneğin, sizin gereksiniminiz çocuğunuzun kış günü üşütüp hastalanmaması için
mevsime göre giyinmesi iken, dört yaşındaki kızınızın gereksinimi de fırfırlı etekli yazlık
elbisesiyle yuvaya gitmek istemesi olabilir. İşte bu yazı, bu örnekteki gibi birinin istediği
gerçekleştiğinde diğerinin kendini kaybetmiş hissedeceği durumlarda anababaların başvuracağı bir
etkili iletişim becerisi olan "Kazan-Kazan Çatışma Çözme
Yöntemi"nin yaşama nasıl geçirileceğini göstermeye çalışacak.
SORU:
Küçük kızınız bir kış sabahı dolabında fırfırlı yazlık
elbisesini göremese acaba yuvasına gitmek üzere hazırlanırken, "Ben fırfırlı elbisemi giymek
istiyorum" deme olasılığı ne kadardır? Çok az. Belki de hiç. O zaman gereksinim çatışmalarının
ortaya çıkmasından önce, sorun önleyici olarak yapabileceğimiz bazı şeylerin olduğunu
düşünebiliriz.
Gordon, çocuklarla aramızda çıkması olası sorunları önlemek için yapabileceğimiz 8
uğraştan söz ediyor:
1- Ortamı zenginleştirmek
2-
"
yoksullaştırmak
3-
" yalınlaştırmak
4-
"
kısıtlamak
5- "
çocuğa uygun hale getirmek
6- Bir uğraş yerine başkasını koymak
(değiş-tokuş)
7- Çocuğu ortamdaki değişikliğe hazırlamak
8-
Büyük çocuklarla geleceğe dönük düzenlemeler yapmak.
Ortamı zenginleştirmenin sonuçlarını biliriz. Çocuğun uğraşacağı bir şeylerinin olması
onunla ilgilenemeyeceğiniz zamanlarda kurtarıcınız olabilir. Bazı anneler oyuncakların çocuğun
odasından dışarı çıkmasına izin vermezler. Oysa oturma odasında onun oyuncaklarını getirip kendi
kendine oynayabileceği bir "yerinin" olması akşamları uyku öncesinde çok işe yarayabilir. (Birey ve
ait olma dengesi)
Ortamı yoksullaştırmak ve
yalınlaştırmak birlikte ele alınabilir. Babalar genellikle annelere göre çocuklarını daha
kısıtlı zamanlarda görüyorlar. Sohbetler ve oyunlar kısıtlı zaman içinde gerçekleşiyor. Baba-oğulun
güreşmesi bittikten sonra babanın oğluna "Haydi bakalım şimdi yatma zamanı, doğru yatağa" demesi
ile, dediğinin gerçekleşme olasılığı nedir? Sıfır. Çünkü çocuklar yatma zamanı yaklaşırken
uyarılmaya, heyecanlanmaya değil, sakinleşmeye ihtiyaç duyarlar. Olanaklıysa evin sessizleşmesi,
loşlaşması, anababanın TV seyretmemesi uyku öncesi çok işe yarar.
Çocuk büyürken ev
sadeleşmeli, "Yapma, dikkat et" demek yerine vazolar, biblolar geçici bir süre ortalıktan
kaldırılabilir.
Ortamı kısıtlamak da sorunların
oluşmasını engelleyebilir. Örneğin, çocuk parkları çok işe yarar. (Çocuğum soba ile ısınan bahçeli
bir evde büyümüştü. Ahşap bir oyun parkımız vardı. Ben çocuğumu değil, sobayı oyun parkı içine
almış, çocuğumu özgür bırakmıştım.)
Çocuklara, "Şurada suyla oynayabilirsin, buradaki duvara
resim yapabilirsin... bunların dışındaki yerlerde bunları yapamazsın" demek bir tür kısıtlamadır,
ancak bu kısıtlamanın içinde özgürlük de vardır, bu nedenle çocuklara bunlar kısıtlama gibi
gelmez.
Ortamı çocuğa uydurmak: Prizler, bıçaklar,
ilâçlar, kibritler, temizlik malzemeleri çocuğun ulaşamayacağı yerlere konduğunda ev çocuğa
uydurulmuş olur. Yeni yürümeye başlayan bebeğin olduğu bir evde koridorlardaki küçük yollukların
kaldırılması da çok işe yarar. Lavabo musluğuna ulaşabilmesi için minik bir tabure, atma-tutma
döneminde cam ve porselen tabak, bardak yerine kırılmazların alınması da sorun önleyici
uygulamalardır.
Bir uğraş yerine başkasını koymak
diğerlerinde olduğu gibi hepimizin bildiği bir kuraldır. Çocuğun elinden bir şeyi almak
istiyorsak önce ona başka bir şey vermeliyiz ki istediğimizi bıraksın. Değiş-tokuş yapmadan çocuğun
elindekini almak gözyaşı getirir.
Çocuğu ortamdaki
değişikliklere hazırlamak yapılması çok gerekli ve olabilecek sorunları önleyici bir çalışma
bence. Bu iki nedenle önemli: Önce çocuk yeni duruma kendini daha kolay uydurmak için bilgi elde
etmiş olur. İkincisi de anababası tarafından adam yerine konulmuş olur. Evde olacak değişiklikler;
eve misafir gelecekse kimin geleceği, ondan beklentilerin neler olacağı; ilk kez tiyatroya gidecekse
oranın nasıl bir yer olduğu, kuralları; doktora giderken doktorun ne yapacağı, aşı olacaksa
söylenmesi, ne kadar acıyacağı, ama onun buna dayanabileceği gibi şeylerle çocuk değişikliklere
karşı donatılmalıdır. Olacakları açıkça konuşmak böyle durumlarla baş etmesine yardımcı olacaktır.
(Oğlum büyürken bu tür açıklamaların hem O'nu hem de bizi çok rahatlattığını ve çocuğumu
olgunlaştırdığını hatırlıyorum. Galiba biraz da fazla ileri gitmiştim. 3,5 yaşında iken iğnesini
eline vermiş ve eczaneye (arkasından gözleyerek) iğne olmaya göndermiştim. İnanılır gibi gelmediğini
biliyorum ama bunu başarmıştı. Adam yerine konulan çocuk "adam gibi" davranıyor.
Daha büyük çocuklarla geleceğe dönük düzenlemeler yapmak da olası
sorunları önler. Örneğin, ileti panosu hazırlamak; odasını düzenleyebilmesi için misafir geleceğini
önceden haber vermek; odasına kapısını vurmadan girmemek; gerektiğinde kendisine ulaşabilmeniz için
arkadaşlarının isim ve telefonların listesini yapmasını istemek gibi şeyler muhtemel
sorunları önleyebilir. Özellikle ergen çocukların özel eşyalara, özel yaşama, bağımsız ve özel
uğraşları için uygun alanlara ihtiyaçları vardır. Keşke her anababa böyle olanakları çocukları için
hazırlayabilse...
Daha pek çok şey düşünülebilir. Anababaların bu uğraşları öncelikle çocuğa
saygıdır. Onun önemsendiğini göstermektir. Önemsenen çocuk da kendini önemli ve değerli hisseder.
Benim gençliğimde çocuk doğduğunda evde hiçbir şeyin yeri değiştirilmez, çocuğun vazoları,
bibloları ellememesi çocuğa "öğretilirdi". Anneler, "Ben hiçbir şeyin yerini değiştirmedim,
"Cıss dedim mi hemen elini çekerdi" diye övünürlerdi. Bebekler ve çocuklar dünyayı, çevresini nasıl
öğrenir? Önce elleriyle. Çocuğa "elleme" demek, "Bunu merak etmen yanlış, öğrenmesen de olur"
demektir. Bebeğe daha ilk aylardan itibaren onu "terbiye etmek" için "Hayır" demek, bebeğin
gelişmesini engellemek demektir. Evin bebeğe göre düzenlenmemesi "Bu ev anababanın evi, buraya sen
sonradan geldin, bizim kurallarımıza göre yaşayacaksın, çevre sana uymasa da bu bizi ilgilendirmez,
sen uyum yapacaksın!" demektir.
BU EV KİMİN EVİ?
Gordon'un şu sorusu çok anlamlı: Bu ev kimin evi?
Evet sevgili
anababalar ev hepimizin evi desek de, tüm düzenlemeleri çocuğa göre yapsak da çatışmaların çıkması
yine de kaçınılmazdır. Zaten evde çatışma çıkmaması değil, önemli olan çatışmaların hangi yolla
çözüldüğü ya da çözülmeye çalışıldığıdır?
Hatırlarsanız birinci yazının sonunda çocuğunuzla
ilişkinizde sorun olduğunda:
1. "Ben büyüğüm, doğruları ben bildiğim için benim
dediğim olur" yaklaşımında mısınız?
2. "O henüz minnacık onun dediği olsun,
üzülmesin" diyenlerden misiniz?
3. Önce çok sabır gösterip dayanamayacak
noktaya geldiğinizde başa dönenlerden misiniz?
4. Yoksa, kendinizi yok
saymadan; çocuğunuzun da yaşı, boyu ne olursa olsun, onu kendinizle aynı haklara sahip bir "birey"
olarak görüp üst-ast ilişkisi kurmadan kazan-kazan diyenlerden misiniz?
diye sormuştum.
İlişkide sorun yokken "hangi tip" ana/baba olduğunuz da önemi yoktur. Hangi yaklaşımda
olduğunuz aranızda bir sorun olduğunda aniden ortaya çıkıverir ve yukarıdaki yaklaşımlardan birini
gösteriverirsiniz. Nasıl? Çocuğunuzla istekleriniz, ihtiyaçlarınız çatıştığında çatışmanızı çözme
biçiminizle.
Eğer o gün ve o saat neşeniz yerindeyse, kendinizle ilgili bir sorununuz yoksa,
başka bir deyişle kabul alanınız genişse hoşgörülü hatta kendi ihtiyaçlarınızdan ödün verici
olabilirsiniz. "Çocuktur, olacak o kadar" diyebilir ve çatışma konusunu onun istediği biçimde
çözebilir, yani onun istediğini yapabilir ya da yapmasına izin verebilirsiniz. Yorgun ve işiniz
başınızdan aşkınsa vay çocuğun haline! O zaman genellikle " Hayır efendim, o öyle olamaz," cümlesi
çocuğunuzun ihtiyacının ne olduğunu bile anlama sabrı göstermeden ağzınızdan
dökülüverir.
Çocuğumuzla adeta bir tahterevallide gibiyizdir. Bazen çocuğa kendi istediğimizi
dayatır (Ben kazanırım- o kaybeder), bazen de onun istediğini yaparız (Ben kaybederim- o kazanır).
Bazen de benim istediğime boyun eğmediğinde "Sen benim dediğimi yapmazsan ben de sana çizgi film
seyrettirmem" deyip kaybet-kaybet yaklaşımı gösterebiliriz.
(Çocukluğumda çocuğuna sözünü geçiremeyen
annelerin klişe sözlerinden biri de, "Sen beni dinlemiyorsun ben de seni akşama babana
söylemezsem, görürsün" idi. Şimdi düşünüyorum da anneyi ne kadar aciz kılan bir cümle. Şunu da
unutmamak gerekir, babası ile korkutulan çocuk babası ile
korkutur. Annesinin bir açığını yakaladığında, "Seni babama söylicem" cümlesini kullanmak bu
kez de çocuğun hakkı olurdu, çünkü bunu annesinden öğrenirdi.)
Görüldüğü gibi çatışma
çıktığında şekilde de olsa bir taraf kazanırken, diğer taraf kaybediyor. Bu yaklaşıma Gordon
kazan-kaybet diyor. Bir de gelecek yazının konusu olan kaybeden yok yönteminden söz ediyor. O
halde:
Kazan-Kaybet Yöntemleri
yukarıda sözünü ettiğimiz gibi ikiye ayrılıyor:
Kazan-Kaybet
Yöntemi / Yöntem 1 / Baskıcı Yöntem (Ben bilinci yaklaşımı)
Kaybet-Kazan Yöntemi / Yöntem 2 / Ödün Veren Yöntem (Sen bilinci
yaklaşımı)
Şimdi bu yaklaşımları ve sonuçlarını E.A.E kitabından örnekleyelim (Parantez
içleri bana ait):
Baba ve 10 yaşındaki kızı arasında yaşanan çatışmanın Yöntem 1 ile çözümünü
görelim:
Jane- Hoşça kal baba ben gidiyorum.
Baba- Tatlım yağmur yağıyor, ama sen
yağmurluğunu giymemişsin.
Jane- Gerek yok.
Baba- Gerek yok mu? Islanırsın, elbiselerin
mahvolur, hastalanırsın.
Jane- O kadar çok yağmıyor.
Baba- Yağıyor.
Jane-
Yağmurluk giymek istemiyorum. (Çocuk duygularını anlatıyor ama baba duymuyor.)
Baba- Tatlım bak,
biliyorsun, giyersen hem üşütmez, hem ıslanmazsın, Dön ve giy lütfen. (Hepimizin yaptığı gibi son
gayretle iknaya çalışıyor. İletişim engeli.)
Jane- O yağmurluğu hiç sevmiyorum.
Giymeyeceğim. (Direniyor.)
Baba- (Sabrı taşmış) Hemen odana git ve yağmurluğunu al. Böyle bir
havada okula yağmurluksuz gitmene izin vermem.
Jane- Ama ben onu sevmiyorum. (Duygusunu
yeniden dile getiriyor.)
Baba- Aması maması yok. Giymezsen annenle ben sana zorla giydirmek
zorunda kalacağız. (Gözdağı veriyor: İletişim engeli)
Jane- (Kızgınlıkla) Tamam tamam
siz kazandınız. O aptal yağmurluğu giyeceğim.
Baba kazandı, çocuk kaybetti. Acaba baba gerçekten
kazandı mı? Çocuğun evden çıkıp okula gidene kadar yağmurluğunu çıkarıp çantasına koymama garantisi
var mıdır?
Yöntem 1, ilk anda çabuk çözüme ulaşır gibi görünür ama tek taraflı alınan kararlara
çocuğun uyup uymadığını denetlemek sanıldığından da çok zaman alır.
ÖZETLEYELİM:Yöntem 1
etkisizdir çünkü:
• Anababa kendi çözümünü çocuğa dayatma biçiminde
sunduğu için çocuk bu çözüme/karara uymak istemez.
• Boyun eğebilir ama
bu boyun eğişi korktuğu içindir.
• Çözüme uymamak için kaçamak yollar
arar.
• Kendi isteklerini yok sayan anababasına karşı öfke duyar ve
düşmanca duygular besler. Sevgi ve şefkatin yerini kızgınlık ve nefret alır.
•
Yöntem 1 anababa-çocuk arasındaki ilişkiyi sürekli olarak kötüye götürür.
Gordon der
ki: "Çocukların bir işi yapma isteksizliği ile, aynı işin
Yön.1 kararıyla ona verilmesi arasındaki ilintiyi çok az anababa görür. Çocuğu bir şey yapmaya
zorlayarak hiçbir zaman işbirliği elde edilemez."
Yön.1'in çok açık olan başka bir
sonucu da çocuğa kendini denetleme şansı vermemesidir. Anababalar çocuklarına baskıyla bir şeyleri
yaptırırlarsa, büyüdüklerinde sorumlu yetişkinler olacaklarını sanırlar. Ancak gerçekte tam tersi
olur. Çünkü bazı çocuklar anababalarının baskılarına boyun eğerek baş etmeye çalışırlarken, kendi
davranışlarından sorumlu olmayı öğrenmek şöyle dursun, davranışlarını denetlemek için bir dış
otoriteye bağımlı olup çıkarlar. Yetişkin olduklarında kendilerini denetleyemez, davranışlarını
denetleyecek ve sorunlarını çözecek kişileri bulmak için bir otorite figüründen diğerine koşarlar.
Bu insanlarda soğukkanlılık ve sorumluluk duyguları yoktur. Çünkü bu özellikleri kazanmaları için
onlara hiç şans tanınmamıştır.
Anababalar bu kitaptan tek şey öğreneceklerse, onun şu
olmasını dilerim: "Güç ve otoritelerini kullanarak çocuğa bir şey
yaptırmaya her zorlayışlarında, onun kendini denetleme ve sorumluluk edinmeyi öğrenme şansını
elinden aldıklarını bilmelidirler"
YÖNTEM
2:
Aynı çatışmanın bu kez Yöntem 2 ile çözümünü
görelim:
Jane- Hoşça kal baba, ben gidiyorum.
Baba- Tatlım yağmur yağıyor, ama sen
yağmurluğunu giymemişsin.
Jane- Gerek yok.
Baba- Gerek yok mu? Islanırsın, elbiselerin
mahvolur ve hastalanırsın.
Jane- O kadar çok yağmıyor.
Baba- Yağıyor.
Jane -
Yağmurluk giymek istemiyorum.
Baba- Ben giymeni istiyorum.
Jane- O yağmurluğu
sevmiyorum, giymeyeceğim. Zorlarsan hırkamı da çıkartır giderim.
Baba- Tamam tamam vazgeçtim. Ne
halin varsa
gör.
**********
Babakendi
isteğinden ödün verip kızının istediği gibi davranmasına gönülsüzce de olsa izin vermiştir, daha
doğrusu katlanmıştır.
Yöntem 2, yöntem 1 kadar çocuğun sağlıklı gelişmesine engeldir. Yöntem
1 çocuğu, baskı karşısında tavır almayı öğrenir. Ceza korkusuyla ya da ödül hevesiyle isteneni
yapmayı öğrenir. Büyük karar verir, çocuk (sonucu kendisi için kötü olsa da) o sınırlara uyar. Oysa
Yöntem 2 çocuğu, sınırları olmayan bir dünyada yaşıyor gibidir. Ne yapacağına hep kendi karar verir.
Bu durum küçük bir çocuk için aslında ne büyük bir yüktür. Bu nedenle olduğunu sanıyorum, Yöntem 2
çocuğu, hep mutsuz, hep huzursuz, hep mız mızdır. Her istediği yapıldığı halde bir türlü mutlu
olmaz. Bencil ve şımarık oldukları için okulda sevilmemek de ayrıca bu çocuklara ızdırap
verir.
ÖZETLEYELİM:Yöntem 2
neden etkili olamıyor?
• Anababanın Yön. 2'yi kullanması,
çocuğun onlar üzerinde güç kullanmasını yüreklendirir. Anababasını denetim altında tutmak için öfke
nöbetlerine, ağlama krizlerine tutulur. Anababasını nasıl suçlu hissettireceğini de kolayca
öğrenir.
• Çocuk davranışlarını denetleme gereği duymaz. Bencil ve hep
"isteyen"dir.
• Arkadaşlık ilişkilerinde ve öğretmenin baskıcı olduğu
sınıflarda sorunlar yaşar ve bocalar.
• Bu kez anababadan çocuğa doğru
olumsuz duygular yükselir.
• Yön. 2'nin en önemli olumsuz etkisi ise
büyük bir olasılıkla çocuğun anababasının sevgisinden emin olamamasıdır. Yön. 2 çocuğu, anababasının
kendisine kırıldığını, kızdığını, sinirlendiğini hisseder, anlar ve bazen de açıkça görür. Hele
diğer yetişkinlerden ve arkadaşlarından acımasızca geri bildirim aldıkça sevilmediğini hissetmeye
başlar.
Sonuçları tümüyle farklı olsa da bu iki yöntem bir konuda benzerdirler: İkisinde de
kazanmak isteyen, isteğini karşısındakine kabul ettirmeye uğraşır. Tavırları savaşçı tavrı gibidir.
Hırslı, bencil ve empatiden uzak... Yalnız Yön.2'nin Yön.1'e göre bir üstünlüğü vardır. Yön
2 çocuğu, kendi istediğini yaptırmak için formüller, kurnazlıklar bulmaya çalışır, yani hep düşünür
ve yaratıcılığı gelişir. Ancak anababaların bu yaratıcılık
için ödedikleri bedel çok yüksektir: Çocuklarına dayanamamak. (E.A.E den)
Bizim
dilimizde şöyle bir söz vardır: "Anababa çocuklarını ayırmaz, hepsini aynı derecede sever." Acaba?
Yön.2 ile anababalık hiç de kolay ve zevkli değildir, der Gordon.
ÇOCUĞU OLDUĞU GİBİ KABUL ETMEK GEREK!
Sürekli ödün vermemize neden olan çocuğumuzu, bize sorun çıkartmayan çocuğumuz kadar
sevebileceğimize ben de inanamıyorum. Ama çocuklar kendiliğinden mi böyle oluyor? Biliyoruz ki her
çocuk mizacıyla dünyaya geliyor, ama kişiliği çevresiyle etkileşim sonucu gelişiyor. Önemli olan
çocuklarımızın mizaçlarını/huylarını olduğu gibi kabul etmemizdir. Eğer çocuk bu kabulü yaşama
şansına sahip olursa işler daha kolay olacaktır. Annemin şöyle bir sözünü hatırlıyorum " Bilge
sakindir, Birsen hırçındır, ben ona göre davranırım." Burada müthiş bir bilgelik var. Eğer annem
benim kalıtsal olarak getirdiğim özelliğimi (kendisinden ödün vermeden) kabul etmeseydi ben
inatlaşacak, kendimi kabul ettirmek için savaş verip bekli de annemi pes ettirip bir Yön.2 çocuğu
olacaktım. Unutmayalım ki kardeşler aynı evde, aynı fiziksel koşullarda ancak farklı psikolojik
ortamlarda büyürler. Bu ne demek? Çocuğumuzla kurduğumuz ilişki, o çocuğu diğerinden farklı bir
psikolojik ortamda yaşatıyor. Eğer çocuk "zor çocuk" değilse ilişki sorunsuz, "zor çocuk" ise
sorunlu olacaktır. Bu da çocukların farklı psikolojik ortamlarda büyümelerine ve farklı kişilikler
geliştirmelerine neden olacaktır. Bu aslında tam da bir tavuk-yumurta döngüsü gibidir. Ama
anababalar çocuğa diyemezler ki, "Sen de uyumlu bir mizaca sahip olsaydın da abin/ablan gibi seninle
de iyi geçindeydik." Bunu değil söylemeye, düşünmeye bile hakkımız yok. Madem ki biz büyüğüz,
doğruyu yapmak bize düşer, çocuğa değil.
Sevgili anababalar ne çocuğumuzu ezerek ne de onun
istekleri karşısında "pas pas" olarak ilişki kurmamıza gerek yok. Hem kendimiz gibi olarak (duygu,
düşünce, istek ve ihtiyaçlarımızın farkına varıp dile getirerek) hem de çocuğumuzun da kendi gibi
olmasına izin vererek çatışmalarımızı çözebileceğimiz ve bu ilişki içinde her iki tarafın da mutlu
olup gelişebileceği, kendini var ve değerli hissedebileceği bir çatışma çözme yöntemi var: Kaybeden Yok /Kazan-Kazan/ Yöntem 3
Bir sonraki yazıda bu
yöntemi, sonuçlarını ve örneklerini bulacaksınız.
Sevgilerimle.