Küçükken, yaşı ileri olanların
paylaştıkları tecrübelerine bazen anlam veremezdim. İlk gençlik dönemimde biraz daha kulak kabartır
olmuştum. Yine de uçarı aklımla bazı şeylerin gerçek olamayacağını düşünürdüm. Sonra, sonra ne mi
oldu? Tabii ki tökezledim. Bir çok kişinin başına geldiği gibi…İhaneti, haksızlıkları görünce
ayaklarım suya erdi.
Hatırlayamadığım kadar çok olumsuz durum, olay yaşadım.
Üzüldüm, ağladım, günlerce kafama taktım, düşündüm, kendi kendime sözler verdim. Ve fakat bu
sözlerin bazılarını tutamadım. Eee ruhtan ibaretiz.
Giderek kalp katılaşsa bile yine de bir
yerler hep kanıyor, acıyor. Bakıyorsun, büyümek işte bu yaşadıklarınla baş etmek demek. Güvenip,
paylaşıyorsun, kalbini açıyorsun. Sonra, o gidip birine diyor, o dediğini bir başkasına. Üstüne de
başka laflar koyuyor. Etraf bir anda dediğin sözün ötesinde, sadece tahmini olan, her kişinin kendi
duygu ve düşüncesinin de ilavesiyle üst üste konulan sözlerle dolu. Baktığında senin sözünle
uyuşmayan olaylar ve kelimeler dizisi…
Yaş aldıkça iyice öğreniyorsun, senin söylediklerinin
sadece karşındakinin anladıklarıyla sınırlı olduğunu. Yani sen söylesen de söylemesen de o senin
hakkında zaten bir yargıya (olumlu ya da olumsuz) sahip. Bu onun fikri ve doğrusu. Yani sen ağzınla
kuş tutsan, tuttuğun kuşu geri atıp havada iki burgu, bir yarım burgu yaptırıp geri yakalasan ne
fayda!
Yaş aldıkça artık tutunup kalmanın faydası olmadığını görüyorsun. Yavaş yavaş “hayatta
bırakmam” dediklerine bir anda “elveda” deyiveriyorsun. Bu kez hiç acıtmıyor üstelik. Üstüne
hafifliyorsun. Oluşacağını düşündüğün boşluk sadece senin düşünce illüzyonun. O görevini yaptı sana
“yaş” aldırdı. Bunu kavradığında ise biraz daha rahatlıyorsun.
Yaş aldıkça yeni insanlar
geliyor hayatına. Bu kez tedbirli olmakla, kendi değer setinden de taviz vermemekte ustalaşmış
oluyorsun. Ne oluyor? Maskeler olmuyor. Kızgınsan, kırgınsan, öfkeliysen ayıp olmasın diye yüzüne
sahte “gülücükler” kondurmuyorsun!. İçin neyse, yüzün o oluyor. Başka bir ileticiye ihtiyaç duymadan
yüzüne konuşuyorsun. Hal böyle olunca, onun demesine, öbürünün üstüne koymasına gerek kalmıyor. Ve
bir bakıyorsun böylesi daha kolaymış. Bunca zaman “kırmayım, üzmeyim, ayıp olmasın” dediklerin
aslında böyle yapınca kırılmıyormuş.
Yaş aldıkça senin hakkında HİÇ fikri olmayanların ya da
seni anlamayan, anlamaya çaba göstermeyen, senin yanında durmayanların, sadece sana yük olduklarını
anlıyorsun. İnsan olma onuru taşıyanların, yargıyla, kınamayla, onun bunun sözüne bakmadan, seni SEN
olarak kabul ettiğini öğreniyorsun. Ve tabii sen de kınadığın şeylerle sınandığını
öğreniyorsun.
Yaş almanın bedenine neler yüklediğini anlıyorsun. Her düşünce ve duygunun
bedenindeki yansıma olduğunu ve bunların etkisini yaşıyorsun. Hastalık denen şeyin, sadece sende
yolunda gitmeyen, düşünce ve duygular olduğunu kavrıyorsun. Her insanın senin hayatında görevliler
olduğunu öğreniyorsun. Yani yaş almanın senin yaşaman olduğunu anlıyorsun.
Yaş aldıkça,
haklı-haksız olmak, kusurlu-kusursuz olmak, suçlu-suçsuz olmak yanılgılarının aslında zihninin
oyunları olduğunu görüp, geçmişte olanlara tebessümle bakıyorsun. Bunların çözüm olmadığını, egonun
yaptıkları olduğunu görebiliyorsun.
Yaş aldıkça, insanlara cevap vermeyi bırakıp, yanında
seninle yol almak isteyenlere buyur diyorsun. Diğerlerini de zaten pek düşünmüyorsun. Çok da iyi
biliyorsun ki her şey bir tercih.
Yaş aldıkça bunları düşünebildiğin, görebildiğin, farkına
varabildiğin için “şükür” ediyorsun.
Ya da ben kendimce böyle yapmaya çalışıyorum, yaş almaya ve
yaşamaya sevgiyle devam ediyorum…