Her şey her an
değişir, değişiyor. Canlı her varlık için değişim enbüyük değişim olan ölümle son buluyor. Yani
değişimi durduramayız.Diyebiliriz ki, hayat bir değişim akışıdır. Her şey değişir. Asıl soruşu.
Engellenemez olan ve ölümle son bulan değişim akışını yönetebilirmiyiz? Onu kendi amaçlarımız için
kullanabilir miyiz? İşte, kişiselgelişim çalışmaları ile ortaya konan bulgular burada devreye
giriyor vebize bir cevap veriyor. Evet! Kaçınılmaz değişimi amaçlarımız
içinyönetebiliriz.
Kişisel gelişimin amacı da, bireyi öz gerçekleştirim sürecine
sokmaktır. Fakat, kişisel gelişim alanındaki bir yanlış anlamaya dikkat çekmek isterim. Kişisel
gelişim çalışmaları ile amaçlanan, insanı hedeflerine daha kolaylıkla ulaştıran birtakım yetenekler
kazandırmak değildir. Bugün çokça böyle anlaşılıyor ve uygulanıyor. Kişisel gelişimin amacı bireyi
öz gerçekleştirim sürecine sokmaktır. Diğer maddi sonuçlar birer yan ürün olarak devreye
girecektir.
Kişisel gelişim çalışmaları öncelikle enerjiyi tasarruf etme, ekonomize etme
tedbirlerini gündeme getirir.
İkinci aşamada kişisel gelişim çalışmalarının ilk amacının
bireyi, dünyayı ve olayları ve hayatındaki süreçleri yeni bir yerden görebileceğini iddia etmesidir.
O zaman herşey açığa kavuşacaktır. Fakat bireyin o yeni yerden kendini ve dünyayı görebilmesi için
yeterince bağımsız enerjisi yoktur. Aslında insanların büyük bir çoğunluğunun tüm enerjisini
gündelik hayatı ve rutinleri alır götürür. Bireyin, gündelik rutinlerinin dışında kalan yeni bir
çalışma için enerjisi yoktur. O yüzden, kişisel gelişim çalışmaları öncelikle enerjiyi tasarruf
etme, ekonomize etme tedbirlerini gündeme getirir. Çünkü kişisel gelişim, bilir ki, birey ancak
tasarruf edilmiş, bağımsız kullanım için hazır bir enerji fazlasıyla, bu yeni bakış açısını
hissetmeye başlayacaktır.
Başlangıçta iki temel önerme bireyin dikkatine sunulur; anlaması,
kavraması beklenmeden.
Fakat yine de iki önemli önerme var ki, kişisel gelişim çalışmaları
başlangıcında; henüz enerji tasarruf edilmeden önce bireyin dikkatine sunulmak zorundadır. Bireyin
bu aşamada, bu iki önermeyi doğrudan anlaması ve kavraması beklenmez. Bunun nedeni, arttırılmış
enerjiyi yarattığımızda, bireyin masumane bir hataya düşüp, fazladan bu enerjiyi eski rutinlerinin
içindeki amaçlar için çarçur etmekten kendini alıkoyamamasıdır.
Bu önermelerden birincisi,
insanlığın bir ve bütün olduğudur. Ayrılık bir illüzyondur. Gerçek dışıdır.
Ayrı bireyler
olduğumuz, yalnız olduğumuz hissinin bir yanlış anlama olduğunun anlaşılması başlangıç için
önemlidir. Tüm mistik öğretilerde ve modern fiziğin son bulgularında; özellikle kuantum fiziğinin
son bulgularında görüyoruz ki, aslında tüm varoluş tek bir bilinçtir. Hepimiz, sınırları sonsuza
genişleyen kozmik bir varlığın renkleri ve desenleriyiz. Mesela; bir karaciğer hücresi, kendi
bağımsız varoluşuna sahipken, aynı anda karaciğerin varlığını yaratıyor ise, ve karaciğer nasıl
kendi varoluşuna sahipken aynı zamanda insanın biyolojik varlığını yaratıyor ise; her bir insan ya
da insanlığın tümü de, kendi varoluşuna sahipken, aynı zamanda başka bir varlığı da mümkün kılmakta
ve onun varoluşuna vücut vermektedir.
Zihinsel düzeyde bunu anlayamayız. Çünkü zihnimiz
tıkabasa korku ve umutla dolu olup, bu gerçeği görmemizi engelleyen; ağır, koyu bir sis perdesi
yaratıyor.
Hepimiz biriz ve tek bir varlığın hücreleriyiz. Kuantum fiziğindeki gelişmeler
bize evrenin atom altı küçüklüklerde tek bir enerji alanı olarak hareket ettiğini gösteriyor ve
inanılmaz bir ufka pencere açıyor. Atom altı düzeyde evrenin işleyişi, zihnimizle algıladığımız
dünyayı paramparça ediyor.
Özetle söylemek istediğim şu ki, biz tek bir enerjisel akış
halinde yaşıyoruz. Öğrenci üstada sormuş. “Hocam şu gökyüzünde sürü halinde uçan kuşlara
bakın. Birbirleriyle ne kadar da uyumlular. Tek bir varlık gibi hareket ediyorlar. Aralarındaki
harmoni göz kamaştırıyor. Bir gün insanlık da, kendi arasında bu harmoniyi yaratabilecek mi?”
Üstat kahkahalarla gülmüş ve demiş ki, “İnsanlık olarak tam da bu kuşlar gibisiniz.
Sadece bunun farkında değilsiniz. Birbirinizle tam bir harmoni içinde yaşıyorsunuz. Yarattığınız
dünyanın sorumluluğunu yüklenmediğiniz için bu harmoniyi göremiyorsunuz” demiş...
Halil
Cibran, “Bir ağacın tek bir yaprağı sararmışsa, bu, o ağacın sessiz bilgisi sayesinde
olur” diyor. İnsanlık ağacının hepimiz birer yaprağıyız. Ya her şeyden sorumluyuz, ya her
şeyden sorumsuz. İnsanlığa acı veren suçlar, sorumsuz yöneticiler, adil olmayan dünya, hepsi ama
hepsi insanlık ağacının sessiz bilgisi ve onayıyla gerçekleşir.
Kişisel gelişim sisteminin
birinci önermesi budur. Kişisel gelişim sistemi, bu önermeyi verirken, bireyin bu önermeyi doğrudan
onaylayacak enerji fazlasının olmadığını bilir. Ama yine de daha sonraki süreçte bu bilgi, bireyi
yoldan çıkmamak için koruyacaktır. Önermeyi tekrar edersem: “Biz tüm varoluşla biriz ve
bütünüz. Tek bir varlığı yaratıyoruz. Ayrı benliklere sahip olduğumuz duygusu bir
yanılsamadır.”
DOĞAL VE TOPLUMSAL OLAYLARIN TÜMÜ, İNSAN BİLİNCİ ÜZERİNDE TEKAMÜL
BASKISI YARATIR İkinci önerme, tüm varoluşun, doğal ve toplumsal olayların, insan ve insanlık
üzerinde yarattığı baskıdır. Buna tekamül baskısı diyoruz.
Doğduğun andan itibaren bir
mücadele başlar. Bu varoluş mücadelesidir. İnsan bir “oh” diyemez. Ondan sürekli bir
şeyler beklenir. Uslu bir çocuk olmak, iyi bir öğrenci olmak, iyi bir meslek sahibi olmak, iyi bir
yuva kurmak, zengin olmak, güçlü ve saygın olmak vb... Birey, bir mücadele dünyasına doğmuş gibidir.
Hem fiziksel bedeni hem de içine doğduğu toplum ondan sürekli bir şeyler
beklemektedir.
Aslında kişisel gelişim sistemi bakımından varolan şey, evrenin
derinliklerinden gelen bir baskıdır. Bu baskının adı, “Tekamül et, bilincini genişlet, kendini
keşfet” baskısıdır. “Bu hayata neden geldin? Sen aslında kimsin? Nereden geldin? Nereye
gidiyorsun? Şu anda ne yapmaktasın?”
İşte, aslında her doğan insanı bekleyen sorular
bunlardır. Varoluşun insan üzerinde yarattığı tüm baskı, insan, en sonunda bu soruları merak etsin
ve hayatındaki tüm açmazların ve yaratımların, bu soruların cevabını aramaya bağlı olduğunu
keşfetsin diyedir. “Özetle ikinci önerme, bilincin ya da ruhun tekamülüdür. Ve bu önerme,
insanın kendi var oluşunu keşfetme arzusudur.”
Bu iki önerme birey için en başta
fazlaca birşey ifade etmeyecektir. Ama yine de kulağa küpe olmalıdır. Çünkü kişisel gelişim sistemi
içinde ilerlerken, fazla uzak olmayan bir zamanda, onlar keşfedilmek için yeniden karşımıza
çıkacaklar. Ve bu zamanı belirleyen şey, bireyin gündelik rutinlerinin dışında kullanabileceği
tasarruf edilmiş bağımsız bir enerji rezervine sahip olmasıdır.
Kişisel gelişim sistemi,
ikinci adımda bireyin yaşamına yansız, objektif bir gözlem yapar. Ve bireyin hayatını nasıl
yarattığını ortaya serer.
İlk adımdan sonra kişisel gelişim sistemi, bireyin dünyasına
objektif bir gözlem yapar. Birey hayat ırmağının içinde akarken elde ettiği sonuçları, onlardan hiç
tatmin olmasa da tekrar eder durur. Kişisel gelişim sistemi, bu sonuçları nasıl olup da elde
ettiğinin ona bir açıklamasını verir. Kişisel gelişim sisiteminin özelliği, olayların bütüncül
yapısını çözümleyebilmesidir.
KGS’nin ilk amacı, bireyin yaşamında varolan ve onu
mutsuz yapan herşeyi kendisinin yarattığını görmesini sağlamaktır. Bu aşama ertelenemez. Bu aşama
gerçekleşmeden başka bir aşamaya geçilemez. Birey şunu kesinlikle anlamalıdır. Hayatındaki herşey
onun seçimidir. Bu seçimlerin birçoğunun ayırdında olmasa bile o seçmiştir.
Bireyin şunu
görmesi sağlanır. Eğer, yaşam öyküsünü bir resim olarak tek bir çerçevede görebilseydi, içinde
yaşadığı ruhsal ve fiziksel koşulları seçimleriyle belirlediğini görecekti.
Kişisel gelişim
sisteminin ilk amacı, bireyin elinden hayatı için şikayet etmeyi almaktır. Hayatındaki
olumsuzlukları kendisinden başka herkese fatura etmekle geçen bir ömrü durdurmaktır. Bu durum,
insanın hayat enerjisinin en zalim bir biçimde israf edilmesidir.
Şikayet etmek, sızlanmak,
kendine acımak, hak etmediğin davranışlara maruz kaldığından dem vurmak, aslında ne kadar özel ve
değerli olduğunu ama bunun anlaşılmadığını kendine tekrar edip durmak, güzelim hayat enerjisinin
boşa gitmesidir.
Kişisel gelişim sisitemi, acımasızca, hak ettiğin koşullarda yaşadığını sana
bildirir. Ve kendi koşullarını, kendi gerçeğini nasıl yarattığını görmeni sağlar. Birey, yaşamının
sorumluluğunu tamamen almalıdır. Ve anlamalıdır ki, her zaman seçenekleri vardı. Bugün kendini ne
kadar köşeye sıkışmış hissederse etsin, her zaman hayatını değiştirebilir. Kişisel gelişim sistemi,
bunun mümkün olduğunu anlamasını sağlar.
Şöyle der: “Eğer, şu anda hayatında olan
herşey senin yaratımınsa ve onların bir kısmından hoşnut değilsen, hoşnut olacağın bir dünyayı
kendin için yaratabilirsin. Eğer seçersen! Eğer yaşamının sorumluluğunu tamamen
üstlenirsen!”
PEKİ BİREY GELİŞMEKLE NEREYE ULAŞABİLİR? Bu konuyu hiç duymamış bir
insana, kişisel gelişimi teklif ederken ona ne söyleyebiliriz?”sorusu akla
gelebilir...
• Gelişmek, seçeneksiz kalmış olduğumuzu, köşeye
sıkıştığımızı zannederken, seçeneklerimizin olduğunu farketmeye başlamaktır. •
Gelişmek, varoluşun işleyişini daha derin düzeyde farketmeye
başlamaktır. • Gelişmek, bir üst farkediş seviyesine çıkmak ve
hayatımızda daha önce karmaşık ve içinden çıkılamaz gözüken herşeyin anlam kazanması
sürecidir. • Gelişmek, bizim için önemli olanın ne olduğunu farketmek ve
ona kendimizi sadakatle bağlamak demektir. • Gelişmek, geleceğin içine
doğru girerken yön duygusu kazanmak demektir. • Gelişmek, değer
üretebilme kapasitesi demektir. • Gelişmek, özgürleşmek demektir.
İstediğin herşeyi yapabilmek ve istemediğin hiçbir şeyi yapmamak özgürlüğüdür bu.
“Öte
yandan, şu anda kişisel gelişim sistemi açısından insanın ve toplumun durumu nedir?”
derseniz... Dünyayı yorumlama biçimimiz öğretilmiştir.
• İnsanlar,
ortaklaşa üretilmiş bir dünya yorumunun tutsağıdırlar. o Bu yorumun temel
nitelikleri: Kendine acıma
Suçluluk Yargı Korkmak ve
beklemek. Istırabın korkusu ve hazzın beklentisi.… dir. Bu niteliklerle yaşam deneyimlerimizi
üretiriz.
• Bu tutsaklık temel bir inanç kalıbından
beslenir. o Değersiz ve yetersiz olduğumuz inancı.
•
Tüm ömrümüz, değerli olmaya ve yeterli olmaya çalışmakla geçer. Ve istisnasız kimse başaramaz.
Kimsenin başaramadığı kesin olduğu halde bu nafile çaba neden sürer gider? o
Çünkü insanlar kimsenin başaramadığını bilmemektedir! o Çünkü insanlar
birçoklarının başardığını düşünmekte ve başaran tarafta olmayı istemektedir.
• Başarı; Maslow’a göre; 1. Karnın
doyması 2. Seks yapma olanağı 3. Güvende
hissetmek 4. Sevildiğini bilmek 5. Sayıldığını
bilmek 6. Saygın oluşunun haklı nedenlerini üretmek 7. Ve
kendini bulmak …..şeklinde sıralanabilir
…….ilk 6 aşama kanıta
ihtiyaç gösterir. Sonuncusu hariç hepsi, elde edemezsek kendimizi “değersiz ve yetersiz”
hissetmemize neden olan ihtiyaçlarımızdır.
Toplumsal hayat, değerli ve yeterli hissetmenin
ölçülerinin tanımlandığı bir uzlaşmadır.
o Bu uzlaşma, 7. madde hariç tüm
maddelerde başarıyı öngörür. o Bu uzlaşmaya göre başarılı olmak için elde
edilmesi gerekenler şunlardır: Güzellik, yakışıklılık,
estetik Para Statü,
şöhret Güç
…bu maddelerin
hepsi bize diğer insanların ilgilerini yönlendirme, yani kontrol etme gücü vermektedir. Bu yolla 6
maddeyi gerçekleştirip kendimizi değerli ve yeterli hissedeceğimize inanırız.
o
Yukarıdaki 4 maddeyi de yüzde yüzler mertebesinde başaran insanlar arasında bile yeterli ve
değerli hissetme durumu kesin ve kalıcı olamamıştır.
o Toplumsal
hayat, kendi varoluşunu korumak ve sürdürmek için, bu gerçeği örtbas etmenin telaşı içinde
daha çok ıstırap korkusu ve daha çok haz beklentisi pompalamaktadır. - Medyanın asıl işlevi
toplumsal illüzyonu ayakta tutmaktır.
o Ancak bu sayede, insanlar her
sabah kalkıp üretim çarkının parçası olabilmektedir. Ve bu illüzyon sayesinde, insan kendine bir
makine olarak davranılmasına izin verebilmektedir. Verimliliği düşünce, değeri düşen bir makine.
Toplubilinç borsasında değer biçilen mallar gibiyiz. Bugün Ayşe hanım yüzde 5 prim yaparken,
yarın Mehmet bey yüzde 8 değer kaybeder. Her sabah elimiz yüreğimizde ıstırap korkusu ve haz
beklentisiyle güne başlarız. Ve buna serbest pazar, rekabet ortamı, piyasa deriz. İnsan sadece
piyasadaki enstrümanlardan biridir. Ve değeri piyasada oluşur
o İnsanların
çoğu, sigortalı bir işe, sağlık harcamalarının karşılanmasına ve bir yuva kurabilme ihtimaline
“başarı” der. Ve yaşlılıklarıyla ilgili en büyük ümitleri ülkenin kalkınması yoluyla
gelirlerinin artabileceği ve daha güvende, rahat ve konforlu yaşayabilecekleri umududur. Bu,
toplumsal bilincin ürettiği illüzyonu benimsemek ve ona biçilen kadere rıza göstermek demektir.
Değersiz ve yetersiz hissetmek bu rızanın temel nedenidir?
TOPLUMSAL BİLİNÇ, DEĞERSİZ VE YETERSİZ HİSSETİRMEK İÇİN 3 YANILSAMA KULLANIR: 1-
Düşleyemem, çünkü onları hak etmiyorum. Değerli değilim. 2- Düşleyemem,
çünkü onları elde etmek için Yeterli değilim. 3- Düşleyemem.çünkü koşullar
acımasız, haksız rekabet var. Engelleniyorum.
…..bu 3 yanılsama bireyin gerçeği
olduğunda, kadere rıza göstermek kaçınılmaz olur.
Bu 3 yanılsamayı, ancak onların yanılsama
olduklarını farkederek aşarız. 1- Sadece varolduğum için düşlerimi hak
ediyorum. 2- Düşleyebildiğim her şeyi gerçekleştirme gücüne şimdiden sahibim.
Ve yola çıktığımda, doğabilecek ek donanım ihtiyacını kolayca ve keyifle elde
edebilirim. 3- Düşlerimi elde etmemin önünde benden başka kimse yok. Bu, bir
diğerini geçmekle ilgili değil, kendi yolumda yürümekle ilgilidir.
•
İşte ancak o zaman; - Sen kimsin? - Yaşamının anlamı
nedir? - Yaşamını nasıl yaşamak istiyorsun? - Düşlerin
nedir? - Senin için önemli olan nedir? ..... gibi soruların bir anlamı
olmaya başlar. Çünkü ancak bu anda, onların derin bir yerlere dokunan sorular olduğunu
hissederiz.
Sanki, ölü toprağı üzerimizden kalkmış gibi oluruz. Canlanırız. Ve yaşamı belki
de ilk kez hissederiz. Yaşamanın ve Yaşamın ne kadar kutsal
olduğunu…
“Öyleyse, kişisel gelişim yolculuğa nasıl başlayabiliriz?”
derseniz, enerjiyi tasarruf ederek başlamalıyız, derim.
Kendinize acımayı, suçluluk hissini
ve yargıyı durdurun! Yapabildiğiniz kadar! En çok enerji kaybının kendimize acıyarak, suçluluk
hissederek ve yargılayarak gerçekleştiğini biliyoruz. Yaşamının sorumluluğunu üstlenmiş birey, yaşam
koşullarından sızlanırken ve başkaları için bir eziyet kaynağı olduğunu düşünerek suçluluk
hissederken, kendini farketmelidir. Her farkediş, değerli yaşam enerjisini tasarruf etmek ve onu
bedende tutmaktır. Bu farkedişi güçlendirmek ve sürekli kılmak için farkındalık çalışmaları yapmayı
öneriyorum. Bunun en kestirme yolu, ülkemizdeki birçok yayınevinin çıkardığı harika birçok kişisel
gelişim kitabından çekildiklerini okumalarıdır. Ve elbette sadece bireysel okumalarla yetinmeyip
grup okumaları ve grup çalışmaları yapmalarıdır. Grubun sinerjisi bizi devam etmek için
yüreklendirecektir.
Farkedin! Kendinize acıdığınızda, suçluluk duygusuyla kıvrandığınızda ve
kendiniz dahil herşeyi ve herkesi yargıladığınızda, farkedin. O koşullar sizin eserinizdir. Ve ancak
siz değiştirebilirsiniz. Diğerlerinin değişmesini beklemek ne gerekli ne de mümkündür. Dünyanın bize
karşı tepkisini değiştirmek, ancak kendimizi değiştirmekle mümkündür.
Mahremiyetinize sahip
çıkın! Bu, yakınlarınızı ne kadar severseniz sevin, onlar için değil, öncelikle kendiniz için var
olduğunuzu hatırlamaktır. Kendinizle kaldığınız an, ya da rutin ilişkilerinizin dışında
yaşadığınız her zaman dilimi, enerji tasarrufu yapmaya başladığınızı gösterir. Kendinizle kalmak,
onu deneyimlemeye başlayınca çok zor gelebilir. Fakat tahammül göstermek ve kendinizle zaman
geçirebilmeyi öğrenmek zorundasınız. Pes etmezseniz, en sonunda içinizde bir direnç kırılır ve
kendinizle kalmayı başarırsınız.
Rutinlerinizin dışına çıkın. Daha önce hiç yapmadığınız
şeyleri yapın. Bunların her zaman, çok ilginç, marjinal ve pahalı şeyler olması gerekmez. Sizin
rutininizin dışında yer alsın, bu yeterlidir. Rutinlerinizin dışına çıkın. Bu enerjiyi tasarruf
etmenize yol açacaktır.
Bedeninizi hareket ettirin. Bu her zaman kapsamlı spor yapmak
anlamına gelmez. Daha çok bedeni her gün hareket halinde tutmak anlamına gelir. Her gün 20 dk.
bedeninizi hareket ettirmek için fırsat yaratın! Bedensel atalet, en çok kapıldığımız
rutinlerdendir. Ve bedene hareket alışkısı kazandırmak enerji tasarrufu için harika bir yoldur. Ve
bedenin canını çıkarmadan elbette. Ilımlılık esastır. Sıklıkla doğaya gidin. Doğa tüm
rutinlerin dışına taştığımız yerdir. Orada alışkanlıklarımızın hiçbiri geçerli değildir. Bol bol
doğal ortamlarda yürüyün. Şehrin dışına çıkın. Bunu hayatınızın sık tekrarlanana yeni bir rutini
yapın.
Bağımlılıklarınızın bir dökümünü yapın! Bağımlılık durdurmak istesek de
durduramadığımız alışkanlıklarımızdır. Onlar artık bağımlılığa dönüşmüşlerdir. Bağımlılıklarımız en
çok enerji tüketen ikinci yönümüzüdür. Sigara, alkol, uyuşturucu, eğlence, seks, spor, iş,
aklınıza gelen her alanda bağımlılık geliştirmiş olabilirsiniz. Kendinize şu soruyu sorun. Asla
bırakmam, bırakamam dediğiniz şeyler nelerdir? Yeni yıl gelmeden onların bir listesini yapın ve
gözünüze birini kestirin. Mümkünse kolay yutulur bir lokma olsun. Ve onu bırakın. Onun yerine en az
onun kadar sizi tatmin eden daha olumlu bir alışkanlık koyun. Örneğin; hafta sonunu televizyonun
karşısında evde geçirmek alışkanlığınız varsa, bunu bırakın ve hafta sonları doğaya çıkın ve yürüyüş
yapın. Ve bunu alışkanlığa dönüştürün.
Sadece bir bağımlılığınızı çökertirseniz, elde
edeceğiniz ekstra enerji çok kısa bir zaman içinde diğer bağımlılıklarınızla da yüzleşme cesaretini
verecektir.
Konuşmayı azaltın Konuşmak, daha çok kendine acıma suçluluk ve yargıyı canlı
tutmanın bir sonucu olarak oluşur. Konuşmak, sadece diğerleriyle yaptığımız bir iş değil, aynı
zamanda kendimizle de yaptığımız bir iştir. Buna içsel söyleşi diyoruz. Biz sürekli konuşma
halindeyiz. İçsel ve dışsal söyleşinin mütemadiyen sürmesi, rüyamızda bile devam etmesi büyük enerji
kayıpları yaratır.
Dikkat edin, konuşmak her zaman bir kendini savunu ya da kendini anlatmak
serüvenidir. Orada aşırı bir ben dili vardır. Ne kadar az konuşursanız, o kadar az enerji
kaybedersiniz.
Ama bu o kadar kolay değildir. Enerjinizin artmasına bağlı olarak
kolaylaşacaktır. İdeal durum içsel söyleşinin tamamen durmasıdır. Fakat bu aşamaya gelinceye kadar
epey bir merhale geçilecektir. İnandığınız dünyayı ayakta tutmak için konuşursunuz. Eğer
konuşmazsanız, dünyanızı ayakta tutamayacağınızı sanırsınız. Ve aslında bu doğrudur. Bu yüzden içsel
söyleşinin zaman içinde ve yavaş yavaş hafiflemesi gerekir. Aniden durması nahoş sonuçlar
doğurabilir.
Şimdilik dışsal konuşmayı azaltarak başlayın. Kendinizi tükenmiş hissettiğiniz
diyalogları yapmaktan vazgeçin. İçsel söyleşiyi günün belli bir saatinde askıya almak için
meditasyon yapın. Sakin bir ortamda bedensel rahatlığınızı sağlayarak oturun. Ve sadece zihninizi
izleyin. Zihninizden gecenler hakkında hiçbir yorum yapmadan sadece zihninizin hareketine tanık
olun. Düşüncelerinizde kaybolduğunuzu fark ederseniz, tekrar izleme konumuna geçin. Ve bunu 20
dakika için sürdürün. Her gün 20 dakika ısrarla, günün belli bir saatinde bunu uygularsanız,
içinizde bir şey sonunda kırılır. Ve gerçekten zihninizin sizden bağımsızca hareket ettiğini ve onun
hareketini izleyebileceğinizi görürsünüz. Başlangıçta istediğiniz sonucu alamıyorsunuz diye sakın
terk etmeyin. Sebat edin. Hiçbir şey olmuyormuş gibi görünse bile sebat etmeye devam edin. Hiç
beklemediğiniz bir anda zihninize tanık olacaksınız ve anlayacaksınız ki, zihniniz siz
değilsiniz.
Sizi tüketen ilişkilerden uzaklaşın Kolay olmadığını biliyorum. Ve arttırılmış
enerjiye gereksinim olduğunu. Yine de bazı ilişkiler kanserleşirler ve taraflar için tam bir
bağımlılık ve koyulaşmış beklentiler anlamına gelebilirler. Bu ilişkiler, bizi tüketebilir ve hasta
edebilirler. Bu boyuttaki ilişkilerin hepsinin terkedilmesi gerekir. Çünkü sizi tüketmektedirler ve
size birşey vermemektedirler.
Nasıl göründüğünüze bağımlı iseniz, bundan özgürleşin Nasıl
göründüğünüze bağımlı oluşunuz büyük miktarlarda enerji harcatıyor. Eğer sadece bedeninizin sağlığı
ile ilgilenirseniz ve onu güzelce beslerseniz, arzu ettiği şekilde hareket ettirir ve mutlu
ederseniz, o çok güzel gözükecektir. Görüntüyle değil, özle ilgilenin. Unutmayın, güzelliği veren
görünüm değil, sağlık dolu, esenlik dolu, hayat dolu bir bedendir.
Mevcut koşullarınıza
direnmeyin! Onların size bir mesajı var. Direnirseniz bu mesajı duyamazsınız. Koşullarınıza uyum
yapın, ve mesajı duyun. Unutmayın direndiğiniz şey varlığını güçlenerek sürdürecektir. Ancak
direnmeyi bıraktığınızda, hayat koşullarınızdaki payınızı açıkça görecek ve seçeneklerinizin farkına
varacaksınız.
BİZ ASLINDA NE İSTİYORUZ? VE BU YOLCULUKTA BİZE NELER ENGEL OLABİLİR? Hiç
kimse! Kendimizden başka, korkularımızdan başka hiç kimse bize engel olamaz. Yeterince enerji
tasarruf ettiğimizde, asıl önemli soruyu soracağız kendimize. “Ben aslında ne istiyorum? Ve
istediğim dünyayı yaratırken bana ne engel olabilir?”
Bireyler, öncelikle artık
hayatlarında neyi istemediklerine dair, bir listeyi hazırlamalıdırlar. Ne de olsa bu üzerinde
yoğunlaştıklarında kolaylıkla emin olacakları bir boyuttur. Çünkü deneyimlerinden kaynaklanır. Sonra
kendilerine şu soruyu sorabilirler. Peki ama, onun yerine ne istiyorsun? Ve kendilerine neyi
istediklerine dair bir liste yapabilirler.
Tek bir koşula dikkat etmeleri gerekiyor.
İstedikleri bir başka insanın, kaderini bağlamayacak, onun kaderini de değiştirmek kaygısını
içermeyecektir. Ne kadar çok sevdikleri bir insan olursa olsun. Çocuğumuz bile olsa onun adına,
geleceği adına isteklerde bulunamayız. Biz sadece kendimiz için neyi istediğimizi açığa
çıkarabiliriz.
Bir başka insanın benim için, düşlerim için değişmesini beklemek mümkün
değildir. Düşlerimiz bizi yola çıkarırlar. Ve yolda değişiriz. Bilincimiz genişler, büyür ve
yolculuğun özüne varırız. Tüm yolculuk bilincin evrimleşmesi içindir. Ve tüm düşler de yolculuğu
yaratmak içindir.
Düşlerinizi yazdıktan sonra, onları elde etmek için yola çıktığınızda size
nelerin engel olabileceğini de kağıda geçirin. Ve sonra onlara bakın. Ve söylediğimi hatırlayın.
Onlar aslında gerçek değiller. Siz onlara inandığınız için sizin gerçeğiniz
olurlar.
HAYATINIZDA ARTIK NEYİ İSTEMİYORSUNUZ? BUNDAN EMİN OLUN! Hayatınızda
istemediğiniz ne varsa, onları açığa çıkartmak için zaman ayırın. Hayatınızda onların yerine neyi
istediğinizden hemen emin olamayabilirsiniz. Ve bu normaldir. Ama artık 2010 ''''a girerken,
hayatınızda nelerin aynı şekilde sürmesini istemediğinizi kesin olarak açığa çıkartmalısınız. Bunu
kesinleştirmek için ne kadar yoğunlaşsanız o kadar iyi olacaktır. Bu konuda hayatınızda bir
ikirciklilik kalmamalıdır.
Emin ol! Neyi hayatında artık istemiyorsun!
Kaybetmekten
korkmayın Kendinize dürüst olun. Tüm ikircikli tabiatınızın, kararsızlığınızın altında bencilce
bir niyet yatıyor. Siz kaybetmekten korkuyorsunuz. İnsan dramının çok büyük bir kısmı yarattığı
koşulları elinde tutmak için ödediği maliyetten kaynaklanır. Bu maliyet, kaybetmek korkusu yüzünden
kendi olmaktan, kendisi gibi yaşamaktan vazgeçmektir.
Kaybetme korkusunu bir anda aşın
demiyorum. Yapamazsınız. En azından çoğunuz. Ama bu korkuyla dürüstçe yüzleşebilirsiniz. Kaybetme
korkunuzun seçimlerinizi, davranışlarınızı nasıl etkilediğini açıkça görün. Sadece bu farkındalık
bile enerji tasarrufuna yol açacaktır.
Sosyalleşin Ne pahasına olursa olsun, daha çok
insani etkileşim yaratın. Sosyalleşin. Güvenebileceğiniz, hayatınızı paylaşabileceğiniz, kendi
otantik varlığınızı ifade edebileceğiniz alanlar yaratın. Güvenebileceğimiz insanlar bizi
bekliyorlar. Bu dünyada hiçbirimiz yalnız değiliz. Bunu anlayabilmek için korunaklı kalelerimizden
çıkıp onları aramamız gerekir. Güvenebileceğimiz, teslim olabileceğimiz dostlar bizi bekliyorlar. Bu
dostluklar ve teslimiyetin gücü bizi sınırlarımızın ötesine taşıyacaktır.
Verin! Korkmayın. Elinizi verince kolunuzu kaptırmayacaksınız. İnsanlar arasındaki
sağlıklı enerji akışı vermek yoluyla başlar. Neyi verdiğinizin hiç önemi yok. Bu bir gülümseme
olabilir. Bir kap yemek, sadece dinlemek. Bir miktar nakti ya da ayni yardım. Ya da bir işin
karşılıksız olarak ucundan tutmak. Ya da başka bir şey. Elbette koşullarımızın içinde bir şey. Ama
verin! Vermekle enerji alanınızı öyle genişletirsiniz ki, gerçekten ihtiyacınız olanı da siz almaya
başlarsınız.
Takım çalışmasına açık olun! Bir konuda her şeyi bildiğimizi düşünerek ya da
hiçbir şey bilmediğimizi düşünerek kendimizi takım çalışmasın kapatırız. Unutmayın birlikte yaratmak
ve üretmek, tek başına yapılan yaratımları ve üretimleri fersah fersah geçer. Ortak vizyonlarda
birleşin . Sizin gibi hisseden, düşünen ve üretmek isteyenleri bulun. Onlara kolaylıkla
ulaşabilirsiniz. Buna niyet edin!
Yeterince kavramına yoğunlaşın İnsanların çoğu, ihtiyacı
olanın onlarca kat fazlasını elde etmekle yoksulluk korkusu arasında savruluyor.
“Yeterince” hakkında düşünün. Nasıl bir yaşam standardı sizin için yeterincedir. Bunun
hakkında çok düşünün. Ve sizi mutlu edecek yeterince standardını bulun. Sizin yeterinceniz nedir?
Bunu açığa çıkarın.
Buna bir kez karar verince, bir daha değiştirmeyin. O yeterinceye
erişinceye kadar, yeterince hedefinizi değiştirmeyin. Odağınızı bulandırmayın. Odak bulanıklığı
enerji kaybına yol açacaktır.
İhtiraslara kapılmak ve korkuya kapılmak bir paranın iki yüzü
gibidir. Böylesi bir paraya dikkat edin. Bu parayı istemeyin.
Yarattığınız dramlara
bağımlısınız Sadece değiştirmek istiyorsunuz. Değişmeye yanaşmıyorsunuz. Kendinize acımak,
suçluluk hissetmek, yargılamak, önemli hissetmeniz için size bir hayli doyum ve enerji veriyor.
Bedeli ise, tükenmişlik, erken yaşlanma, çabuk hastalanma, her halimizde giderek artan bir
yozlaşmadır.
Bir başkasını değiştirmek için akıl almaz çabalar ve enerjiler harcıyoruz.
Halbuki bir başkasını değiştirmenin tek yolu vardır. Kendimizin değişmesi. Bir diğerinin üzerindeki
değişim baskısı, ancak gerçek bir değişim tarafından yaratılır.
İnandığın dünyayı yaşamaya
cesaret etmekle, diğerlerinin üzerinde gerçek bir değişim baskısı yaratırsın.
Bize mutsuzluk
veren tüm ilişkilerin sorumlusu biziz. Kendimizi, drama, uzlaşmaya, kararsızlığa mahkum hale
getirdik. Bu prangalardan özgürleşmeden, değişimi kendin için başlatmadan, diğer insanların üzerinde
bir değişim yaratmak imkansızdır.
Kaybetmekten korkuyorsun. Üstadlar derki, “Bir üst
basamağın güvenliğini istiyorsan, bir alt basamaktan vazgeçeceksin.”
Risk almadan
değişim gerçekleşemez. Alt basamağın güvenliğini koruyarak, eldekini koruma çabası, istediğin
dünyayı yaratmanın önüne engel olarak çıkacaktır.
Bir gün bu dünyadan gitme vakti geldiğinde
dönüp şunu söylemeyi istemelisin: Hayatımı düşlediğim gibi yaşadım. En başa dönseydim tam da aynı
şekilde yaşardım. Naçizane önerim:
- Bir an için durup içine dön ve
yaşamının son gününe git. Hiçbirimiz bu gezegende çok uzun süre kalmayacağız. O son güne git ve
dönüp yaşadığın ve tamamladığın hayata bak.
- Yaşamak istediğin hayat bu
muydu? Bütün kalbinle evet diyorsan bu harika bir şey! Ama keşkeler bir doluysa, pişmanlıklar bir
doluysa, o zaman şimdi değişmek zamanıdır.
ÖYLEYSE... - Düşlemeye başla!
Böylelikle kendini keşfetmeye ve hayatının anlamını üretmeye başlarsın. -
Sonsuzluğun içinde bir eşi olmayan varlığının bu gezegende neden bulunduğunu merak et! Bu
merak seni yaşama amacına götürecektir. - Doğal ilgilerine bak. Seni
kendine çeken her şeye bak. Yaşama amacın onların içinde olabilir. - Senin
için önemli olanı içine sor. Toplumun empoze ettiği değerlerle, doğuşunla getirdiğin
değerlerin arasındaki farkı hisset. Kendi değerlerini bul! - Değerlerine
sadık kal. Bu sadakat seni düşlerine ve kendine götürecektir. - Engellerin
hepsinin, istisnasız hepsinin, düşlerine ve kendine giden yolda desteklerin olduğunu bil. Eğer
değerlerine yeterince sadık kalırsan, söylediğimin doğru olduğunu anlayacaksın. -
Engellerin hepsi, değersiz ve yetersiz hisseden benliğine bir kanıt olarak toplum tarafından
üretilir. İlginç olan, bunu her farkettiğinde, aynı engeller desteklere
dönüşür. - Yaşam muhteşem bir gizemdir. Sık sık gökyüzüne bak. Varoluşun
gizemini hisset. Gizemi solu. - Sık sık gözlerinin içine bak. Kendi
gözlerinin içine ve hayatı paylaştığın herkesin gözlerinin içine bak. Yeterince uzun süre bakarsan,
orada derinlerde “gerçek sen”i göreceksin. “Hadi gel, düşlerimizi birlikte
gerçekleştirelim” diyen varlığı... O sensin! Muhteşemsin! Eğer yeterince uzun bakarsan bunu
göreceksin. Ve bir daha asla aynı insan olmayacaksın. - Sevdiğin şeyleri
çok yap. - Risk al, her konuda, her alanda risk al. Dostluk, iş,
aşk…Ve asla sevdiğin insanları deneme! - Her günü son gününmüş gibi
yaşa. Çünkü öyle olabilir. Toplumsal hayatın en büyük yanılsaması, ölümü unutturmayı başarmasıdır ve
ölümsüz gibi hissettirmesidir. Fakat ölümlüsün. Ve her birimiz çok da uzak olmayan bir vadede bu
dünyadan gideceğiz. - Kaçınılmaz ölümün karşısında yaptığın seçimler var.
Ölümünü bir numaralı danışmanın yap. Başına ne gelirse gelsin, hayattasın. Ve ölümünle
karşılaştırıldığında hiçbir şey o kadar önemli değildir. - Geçmiş ve
gelecek kavramsaldır. Mevcut değildir. Düşlere giden yol şimdinin kapısından geçer. Gelecek şimdinin
içindedir. Bu anın değerini bil. Çünkü elinde olan tek hazine budur. -
Düşlemeyi unutma. Yaşam amacının peşine düş. Ama unutma, onu sadece şimdide bulabilirsin.
- Şu anın hakkını ver; ver ki düşlerin gerçek olsun. Hayatın derin
bir anlamla dolsun. Ve böylelikle kendini keşfet. Bu muhteşem yolculuğun özü
budur. - Sen sensin! Varoluşun nedeni ve anlamısın! Sakın unutma, hiç
değişmeyecek olan tek şey budur.