Bu var oluş birlikte bir var oluş. Tek başına yoksun.
Buda'nın dediği gibi, "Fiil var fail yok"...
Aynı zamanda mutlak manada özgürsün.
Sen bir özgür irade varlığısın. Önemli nokta şu ki, özgür olmak başıboşluk değil, bir üst tasarımın,
bir üst zekanın gönüllü tutsağı olmaktır. İşte Yeni Bilinç, bu tutsaklık-özgürlük ilişkisini
inceler.
YANILSAMADAN ÖZGÜRLEŞMEK
Yeni Bilince
giden yolda ilk başımıza gelen, şikayeti kesmek, suçluluğu bitirmek ve kendi yaşamımızın
sorumluluğunu almaktır. Bu durumda, kaderimizi dış koşulların belirlediğine dair tüm düşünce yapısı,
güneşi görmüş kar gibi erir. Ve hayretle anlarız ki, koşullar, onlara nasıl tepki vereceğimize göre,
bizi tutsak da edebilir, özgür de kılabilir.
Özgürlüğün asıl anlamı, yanılsamaya meydan
okumaya eş zamanlı gelişen, bir üst tasarımın, bir üst planın farkındalığına ulaşmak ve bu üst
tasarımın hayata geçmesi için sorumluluk almaktır. Bu durumda, özgürlük, sorumluluk alma
kapasitesidir, dersem abartmış sayılmam.
Yeni Bilinç, özgürlük ile sorumluluk arasındaki bu
özgün ilişkiyi bilincimize getirir. Bunu bize, kendimizi ve var oluşu anlamak için yeni bir bakış
açısı sunarak yapar. Şeylere parçadan değil, bütünden bakan bir bakış açısı.
HOLİSTİK BAKIŞ AÇISI
Bu bakış açısına, dört boyut
hakimdir.
Birinci boyut: Var oluşta her an bir denge
mevcuttur. An'ın içinde her şey pekaladır. Var oluş, enerjisel bütünlük ve denge içindedir.
Öyleyse herkes ve her şey olması gereken yerde ve olması gereken yaşam deneyimlerinin içindedir.
Bütünlük içinde, varlıksal iradelerin uyum içinde olduğu ve her varlığın farkında olsun ya da
olmasın seçtiği deneyimi yaşadığı aşikardır.
İkinci
boyut: Tüm var oluş, her an değişip dönüşmektedir. Var oluşta sabit olan hiçbir şey yoktur.
Bu dinamik bir evrendir ve sadece değişim ve dönüşümün akışı içinde var olmaktadır. Onu bir fotoğraf
karesinin içine hapsetmek ve anlamaya çalışmak boşa çabadır. Onun, ancak eylem halinde iken, akışın
bir parçası iken farkında olabilir ve bir seviyeden hissedebiliriz.
Üçüncü boyut: Kendinin bilincinde olan varlıklar, eğer seçerlerse, değişim ve
dönüşümün kaçınılmazlığını, gelişmek, büyümek için ve bu sonsuz zekanın daha derin düzeylerde
farkına varmak için değerlendirebilir, buna niyet edebilir, bu yönde harekete
geçebilir.
Dördüncü boyut: Bireysel farkındalık,
niyet etme yoluyla, kendi yolunu ve anlamını yaratabileceğini fark ettiğinde, bir şeyi daha fark
eder. İçinde bulunduğu var oluşu etkileme gücüne sahiptir. Ve, bu etki alanının ve fark yaratma
kapasitesinin sınırsız olabileceğini anlar. İşte bu an, bütünsel var oluşa bağlı ve onunla bir
olduğunu fark ettiği andır. Bireysel farkındalık kesin olarak anlar ki, kendindeki her anlamlı
değişim, bütünde çağlayanları harekete geçirir. Ve bütündeki her anlamlı değişim, bireysel
farkındalıkta çağlayanları harekete geçirir. Birey, bütünle bir olduğunun farkındalığına uyanır.
Anlar ki, hizmet kutsaldır. Kendine hizmet ve diğer var oluşlara hizmet aynı anlama
gelmektedir.
Yeni Bilincin ışığı altında bazı değişmez görünen olgulara bir göz atalım şimdi
de.
BEN
Algı kesintisizdir. O kaynağın parçası, hatta ta kendisi olan
yanımızdır. Ona yanımız bile diyemeyiz. O bizim varlığımızın temelidir. Zaman dışıdır ve mevcudiyete
sihrini verir. Ve tüm var oluşu ve farkındalığı mümkün kılar.
Kim ya da ne olduğumuzun bir önemi yok, çünkü değişecektir. Ben dediğin birleşim
merkezi, çevremizle aramıza koyduğumuz ayna duvarlarda kendimize yansıyandır. O bir yorumdur andan
ana değişen. Duvarların yıkıldığı o kutsal ana kadar da mütemadiyen değişecektir. Ta ki, kim
olduğumuzu bilmeye ihtiyacımız kalmayıncaya dek...
Kendi
merkezini yaratmalısın. Bu merkez, algı kutsalına ve farkındalık varlığı olan benliğine saygı
duymakla başlar. Manyetik merkezi yaratan ve kuvvetlendiren şey, kendinde ve var oluşta inandığın
her şeye yansız bir tanık olarak da bakabilme gücüdür. İnançlarımızın mütemadiyen değiştiğini
bilmekten kaynaklanan bir saf tanıklık tutumunu geliştirmektir.
VAR OLUŞ
İçinde bulunduğun uzay-zamana verdiğin ilk tepki üç boyutludur.
Güvenlik:
Kendimizi güvensiz ve tehdit altında hissederiz. Tüm
enerjimizi ve zekamızı güvende olmak için harekete geçiririz.
Seks:
İkinci tepki, üreme güdüsünün yarattığı baskıdır. Yaşamın devamlılığı için
doğa, tüm organik yaşamı baskı altında tutmaktadır.
Sorgulama:
Güvenlik ve seksüel güdü savrulması içinde insan, "Neler oluyor"
sorusunu sorar. Bu soru, dışarıda bu oyunu yöneten birileri var mı ve varsa onlarla iyi geçinmek ve
bazı avantajlar elde etmek mümkün mü dedirtir.
Bu noktada insan, diğer organik var oluştan
ayrılmakta; güvenlik ve seks güdüsüyle savrulurken, bütün bunların bir anlamı var mı, oyunu yöneten
birileri var mı, diye merak etmekte...
BİTMEYEN
ETKİLEŞİM
İnsan, dikkatini var oluşa döndürdüğünde, şunu gördü. Sonsuz sayıda varlık,
birbiriyle sonsuz kere sonsuz etkileşime giriyor. Hayat, etkileşim içinde kendini var ediyor. Ve bu
süreç durdurulamaz. Çünkü hayatı mümkün kılan bu.
İnsan bu süreçte kendi varlığını,
potansiyellerini, doğasını keşfetmek için bir dürtüye sahip olduğunu gördü ve kendi varlığını
keşfetme yolculuğuna çıktı. Bu motivasyon, birbiriyle ve hayatla, giderek artan yoğunlukta deneyim
üretmesine neden oldu. İnsan gizli gizli anladı ki, deneyim zenginliğine ihtiyacı vardı. Kendini
keşfetmek ve hayatın doğasını keşfetmek, birbirinden ayrılamaz bir bütündü ve filozofik, mistik ve
bilimsel bilginin kaynaklarını da tam da bu motivasyon doğuruyordu.
İnsan, bilgiyi biriktirip
yeni uygarlıklar kurarken bir şeyin açıkça farkına vardı. Aslında ne kadar çok bilgi biriktirirse
biriktirsin, var oluşun ve insanın gizemi bir gıdım bile azalmıyordu. Gizemin farkındalığı baş
köşedeki değerini daha da yücelerek koruyordu.
İnsan, hayatın ve hayatının bir anlamı
olduğunu hissediyor ama, bu derinliğine varılamaz gizem okyanusu içinde, hayatının anlamını ne yönde
bulabileceğini kestiremiyordu. Buna karşın, en azından mutlulukla ilgili reçeteyi bulmuş gibiydi. O
hayatının anlamını keşfetmek ve onu yaşamakla ilgiliydi.
TEKAMÜL BASKISI
Her varlık
kendi olgunluğunu arar:
Bu aşamada en önemli nokta yön duygusu kazanmak oldu. Tekamül
etmek, kendi olgunluğuna doğru devinebilmek için doğru koşulları yaratmak, yön duygusuna anlam
kazandıran farkındalıktı.
Ölüm korkusu, sonluluk kaygısı, bu aşamada baş köşeye oturdu. Aynı
anda sonsuzluk düşüncesi ve sezgisi de buna eşlik ediyordu. Yön duygusu kazanmada bu iki zıt ve
güçlü duyguya kuvvet kazandırılması, farkındalık içinde her dem taze tutulması birinci öncelik
haline geldi.
Bilinmeyene duyulan merak ve bilinmeyeni bilinir kılma özlemi, yön duygusu
kazanmak için ikinci önemli duyguyu açığa çıkarıyordu. Bu duygunun adı cesaretti. Bilinmeyene atılma
yürekliliği, yönü keşfetmek için yeterli deneyim zenginliği anlamına geliyordu.
Deneyim
zenginliği, öz keşif sürecinin yolunu açtı. Kendi öz doğasını, niteliklerini, potansiyellerini
giderek daha çok fark etmeye başladı insan. Keşfetme dürtüsü doğallaştı ve bilinmeyene atılma
cesareti güç kazandı. Artık eyleme geçmek için yüreklilik kazanmıştı insan.
YETERLİLİK İLKESİ
Esenlikli bir yol yaratmak, tekamül baskısını
dengeli bir biçimde karşılayabilmek ve ondan maksimum verimlilikle yararlanabilmek için
gerekliydi.
Bilinmeyene duyulan merak, sonluluk kaygısı ve sonsuzluk sezgisi içinde ilerleyen
insan, bu keşif serüvenini kendi yararına değerlendirebilmeliydi.
İşte esenlikli bir yol
yaratmak, öz keşif serüvenini kendi yararına değerlendirebilecek iç-dış koşulları dizayn edebilme
yeteneği olarak anlam kazandı.
Fiziksel yeterlilik, duygusal yeterlilik ve düşünsel
yeterlilik olarak, üç alanda esenlikli bir yolun koşullarını inceleyebiliriz.
FİZİKSEL YETERLİLİK:
Bedenin bir enerji birimi olarak ele
alınması ve çevresiyle olan ilişkisinin ölçüp değerlendirilmesi bir boyuttu. Bu kabaca, bugün de iyi
bildiğimiz, temiz hava, bol ve taze gıda, temiz ve taze içme suyu ve bedenin sağlıklı bir biçimde
devindirilmesi anlamına geliyordu. Bedenin bir enerji birimi olarak ele alınmasını sağlayan otantik
kültürlerin beden devinimleri bilhassa çok faydalıydı.
DUYGUSAL YETERLİLİK:
Bu boyut, doğrudan kişisel önem
duygusu hakkında çalışmakla ilgiliydi. Toltec bilgesi Juan Matus'un söylediği, "Kişisel önem
öldürür", ya da "Kibrin üstesinden nezaketle gelinmez" mottoları ise işin özünü oluşturuyordu.
Bedene bedelini ödeten, kişisel önem duygusunun yarattığı anksiyetenin ta kendisiydi.
Bedene
fiziksel düzeyde ne kadar dikkat edersek edelim, kişisel önem duygusu hafiflemeyen bir varlıkta,
beden bütünlüğünde hızla bozulmalar oluşuyordu.
Duygusal yeterliliğin özü, başka gözlerde
güvenlik ve değer aramaktan kurtulmuş bir varlığı tarifliyordu.
DÜŞÜNSEL YETERLİLİK:
Her insan, bir önceki neslin
illüzyonlarına, inanç kalıplarına maruz kalarak doğuyordu. Ve ne olduğunu bile anlamadan, Juan
Matus'un deyişiyle üyeliği gerçekleşiyordu. Ortaklaşa kararlaştırılmış bir mutabakatın parçası
haline geliyordu. Doğrudan deneyimle bilmediği onlarca, yüzlerce inancı bünyesine transfer
ediyordu.
Düşünsel yeterlilik, doğrudan deneyimle bilinmeyen her türlü inançtan, fikir
yapısından özgürleşen bir zihin olarak gelişiyordu. Motto sorular: "Nereden biliyorsun?" "O senin
doğrudan deneyimin mi?" "Yoksa sana ortak mutabakattan aktarılan bir bilgi parçacığı mı?"
idi.
Burada yakaladığımız sır, bilginin mutlak anlamda göreceli olduğu ve bu yüzden mutlak
bilginin olmadığıydı. Ve fark ettiğimiz gerçek, büyüme yolculuğumuzda bizi destekleyen bilgiye,
ancak içsel bir keşifle ulaşabileceğimizdi.
KENDİNİ
GERÇEKLEŞTİRMEK
Olgunlaşma yolculuğunun bir aşamasında her
insan, özgünlüğünün, biricikliğinin farkına varmakta. Ve hiçbir şeye benzemek zorunda olmadığını,
kendisi vasıtasıyla açan çiçeğin, deseni, rengi ve kokusunun bir benzerinin olmayacağını
anlamakta.
Ve böylece, bu bakış açısı, bizi kendimize götüren yolun da, hiçbir yola
benzemeyeceğine; beklenmedik ve kabul edilemez görünen yaşam deneyimlerinin, yolumuz olabileceğine
güven duymaya bizi götürür. Beni kendime götüren yol, benim kadar biriciktir. Bu hepimiz için özgün
yaşam deneyimleri anlamına gelmektedir.
Olgunluğunun bir aşamasında insan, biricik var
oluşunun dayandığı özgün enerjiyi ve bu enerjinin bu boyutta, bu vasatta tezahür etme nedenini merak
eder. Bu aslında yaşam amacını merak etmektir. Bütünsel dengenin ve ahengin bir parçası olurken,
insan kardeşlerinle ve hayatla paylaşmayı seçtiğin nedir? Kendini gerçekleştirmek yolculuğu, bu
soruyu kalbinde hissetmekle ve cevap için yola çıkmakla başlar.
Bu sürecin insanı götürdüğü
yer, bilincine vardığı kendi biricik yoludur. Bu aşamada, yol bilinci ne demektir, insan fark etmeye
başlar. Her varlığın kendi yolu olduğu, bu yolların zaman zaman kesişip ayrıldığı ve zaman zaman
paralel gittiği, ama her zaman özgün, biricik olduğu aydınlığa çıkar.
Ve insan bu süreçte,
kendi kutsallığını ve var oluşun kutsiyetini daha da derinden fark eder. Algı armağanı ve yaşam
armağanı karşısında, şaşkınlıktan ve alçak gönüllülükten dili tutulur. Ve asla ödeyemeyeceğini
bildiği halde, yine de var oluşa, o kutsiyete bir hediye vermek ister.
O zaman hayranlıkla ve
şaşkınlıkla anlar ki, bu muhteşemliğin bir parçası ve ta kendisidir. Ve hediyesini geri kalan
sonsuzluk da aynı tevazu ve hayranlıkla ondan beklemektedir. İnsan, kendini verişin, hediyesini
verişin ne büyük bir fark yarattığını kalbinde hisseder. Sadece niyetinin bile çağlayanları harekete
geçirdiğini kalbinde hisseder. Kendinden geriye hiçbir şey kalmayacak denli vermek ister. Hediyesini
vermek ister.
AYDINLANMA
Bu aşama, insanın kendi değerinin, kutsiyetinin ve tamlığının farkına vardığı aşamadır.
Varlık bir hiç olduğunu ve birlikte yaratmaya başlayarak her şey olduğunu ayrımsamıştır.
Tüm
deneyimin birlikte yaratım olduğunun tam idraki içinde, insan bir yaratıcıya dönüşür. İnsan, deneyim
yaratırken, çok boyutlu deneyimlerin yaratıcısı olurken, yarattığı her deneyimle, özgür ve akışkan
bir ilişkiyi de sürdürmektedir.
Buna eş zamanlı olarak, algının olanaklarının keşfedilmesi
süreci başlar. İnsan, çok boyutlu bir bilince sahip olduğunun, ya da onun bir parçası olduğunun
bilincine varır.
Bedeniyle kısıtlı olmadığını, insan kalıbı içinde olmanın, çok derinden
inanılmış bir düşünce olduğunu fark eder. Sonsuz algılama özgürlüğü ve fark ediş boyutları içinde
hareket edebileceğini duyumsar.
Aydınlanma deneyimi bu duyumsamanın
başlamasıdır.
Özgürlüğün sınırsızlığı insanı ele geçirirken, Kozmik zekaya ya da tanrısal
benliğe teslimiyet eş zamanlı olarak gelişir. Özgürlük, bir üst prensibe uyumlanmak, harekete geçmek
ve sorumluluk almak olarak kendine açığa vurur. Bu noktada özgürlükle sorumluluk aynı anlama gelmeye
başlar.
Bu süreç hizmet etme bilinci olarak da tarif edilir. Bu ruh insanı ele geçirirken,
ilk fark ettiği şey, insanı bu ana getiren sürecin tamamında, şefkat dolu bir zekanın hizmetinin hep
orada oluşudur.
Hizmet şuuru insanı ele geçirince, serüvenin nerede, nasıl gelişeceği, nelere
gebe olduğu bilinemez; bunu kimse bilemez. Bu aşamada insan, sadece nasibinin peşindedir. Ve bu
nasip hakkında konuşmak haddi aşmaktır.
Yine de bir cümle sarf etmek isteseydim bu konuda, o
nasibe, "Özünün bütünselliğine ulaşmak" derdim.
Sevgimle...