Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
OKUMUŞ EBE
Yrd. Doç. Dr.  FİLİZ OKUMUŞ
Ebe, Akademisyen
Yazı Boyutu:
Kadın cinselliği ve doğurganlık

Kadının doğurganlığı, cinselliği ile doğrudan ilişkilidir. Yani bir nevi kadının doğurganlığı cinsellikten aldığı enerji ile yakından ilgilidir. Bir kadın gebe kalmakta güçlük çekiyorsa acaba orgazm olmakta da güçlük çekiyor olabilir mi? Peki kadınlar, nasıl oldu da kendi bedenlerine bu kadar yabancılaştılar? Peki tekrar, kadınları kendi bedeni ile barıştırmak mümkün mü? Öncelikle kökten gelen inançlarımıza bir göz atalım.

Kadın vajinası itibariyle cinselliği ve doğurganlığı güçlü bir varlıktır. Kadınların, erkeklere göre daha güçlü olan bu iki özellik üzerinden baskılanarak hor görülmesi anaerkil dönemin de çöküşüne neden olmuştur. Toplumsal bilinçaltı kalıplarımız ta o dönemlere dayanır. Kadınların baskılanması ve hor görülmesi erkek egemen kültürde gerek din gerekse bilim yoluyla hep devam etmiştir. İslam dini dahi Arapların cahiliye döneminde kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü dönemlerde yeryüzüne inmiş olsa dahi kadınlara değer veren yaklaşım Hz. Muhammed zamanında kalmış, günümüze kadar devam etmemiştir.

Bilimin temel aldığı köklere bakalım. Bilimsel camia, tüm dünyada Anatomi alanında en büyük kitap olan Gray’s Anatomi’den klitorisin silinmesi ve öte yandan psikanalizin kurucusu Freud’un kadın düşmanlığına kadar birçok şekillerde günümüze kadar gelen köklü inançlara sahiptir. Klitoris anatomisinin tamamı 1998’de yeniden çizilmiştir. Heykel sanatçısı Sophia Wallace, buna dikkat çekmek için “Cliteracy (klitoris okur-yazarlığı)” adını verdiği bir heykel yapmıştır. Freud’un kadın düşmanlığı ve cinselliğe bakışı hakkında şüphesiz sayfalar dolusu yazı yazılabilir. Freud’a göre kadınlar, yaşamının belirli bir döneminde bir penise sahip olmadıklarını keşfettiklerinde bu, onlar için bir felakettir. Her kadın, bu dönemde bir penisi vardı ve onu kaybettiğini düşünür. Oysa anatomik olarak Freud’ın dediğinin tam tersi bir durum söz konusudur. Anne karnında ceninin ilk oluşumu dişi yöndedir. Dişi oluşumlar embriyonel hayatta müller kanaldan gelişir. Döllenme yani kromozom kaynaşması esnasında Y kromozom varlığı sayesinde salgılanan anti-müllerian hormon, testosteron salgısına neden olur. Testosteron etkisi ile vajina kapanarak skrotum oluşmakta ve klitoris uzayarak penisi oluşturmaktadır. Testosteron etkisi olmazsa klitoris içe doğru uzamaya devam edecektir. Bu durumda kadınlar için penisin kaybedilmesi değil tam tersi erkekler için vajinanın kaybedilmesi söz konusudur. Dolayısıyla testosteron etkisi erkeği, bir uterusa sahip olmasından mahrum bırakmaktadır. Klitoris için de benzer bir durum söz konusudur.  Erkekteki penis ile aynı orijinden köken alan ve kadında bulunan klitoris, penisin sahip olduğu alandan daha geniş bir hacimle kadın genital organlarını kaplamaktadır ve penisten üç kat daha fazla sinir ağına sahiptir. Üstelik uterusa kadar ulaşan sinir ağı kadınları, erkeklerden daha güçlü bir orgazm yeteneğine sahip olmalarını sağlar. Kadınlar, anatomik olarak erkeklere göre eksik yaratılmış değillerdir. Erkek egemen kültürün kadınları baskılama ve ötekileştirmesinin temel sebebine vajina kıskançlığı mı, yoksa uterus kıskançlığı mı ne derseniz deyin, esasen kadın egemen kültürlerde yani anaerkil dönemde dahi kadınlar, erkeklere göre üstün olan özelliklerini kullanıp onlarda baskı unsuru oluşturmamıştır. Kadınlar, toplumda hep eşitlikçi olmuşlardır.  

Vajina ve uterus, kadının cinselliğinin ve doğurganlığının temelidir. Doğurganlığın devamı, kadının güçlü bir cinsel varlık olduğunun kabulü ile mümkündür. Tarihten beri kadınları mutlu olmayan topluluklar hep yok olmuştur. Birçok toplumsal sorunun çözümü kadınların vajinası ile barışması neticesinde başlayacaktır. Ancak bu küslük o kadar köklü bir geçmişe sahiptir ki ne yazık ki barışmak da o kadar da kolay olamayacaktır.


Copyright 2007-2024 ® NETATÖLYE - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz alıntı yapılamaz.