Forum Anasayfası Forum Anasayfası > Genel Konular > Sağlık
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar RSS - SAĞLIK  HABERLERİ
  SSS SSS  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Kapalı KonuSAĞLIK HABERLERİ

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz Sayfa  123 27>
Yazar
Mesaj
  Konu Arama Konu Arama  Konu Seçenekleri Konu Seçenekleri
miss hugolina Açılır Kutu Gör
Pırlanta Üye
Pırlanta Üye


Kayıt Tarihi: 20 Eki 2007
Konum: kendi halinde:)
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 9455
Mesajın Direkt Linki Konu: SAĞLIK HABERLERİ
    Gönderim Zamanı: 10 Nis 2012 Saat 22:30
Murat SANDIKÇI / SAMSUN, (DHA)
10 Nisan 2012
Gereksiz yere ameliyat olmayın

Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Güler, yoğun stres ve gerginliğin, bel ve boyun fıtığına neden olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Güler, "Özellikle ev işlerinde titiz hanımlarda tedavi güç oluyor. Ancak klinik çalışmalar bugün fıtıkların yüzde 90’ının ameliyatsız düzeldiğini göstermektedir" dedi.

Bel fıtıkları günümüzde toplumsal bir sorun haline geldiğini, bazı hekimlerin tedaviyle düzelmesi mümkün olan vakalarda bile cerrahi yöntemi seçtiğini belirten Prof. Dr. Mustafa Güler, yapılan bilimsel araştırmalarda ’MR’ ile takip edilen hastaların bel fıtıklarının, ameliyatsız tamamen düzeldiğini söyledi. Prof. Dr. Güler şu değerlendirmeyi yaptı:

"Bu nedenle cerrahi için kesinlikle acele edilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Bugün

bel ağrısı fizik tedavi polikliniklerinde çok sık görülen bir rahatsızlıktır. Toplumumuzda da yaklaşık yüzde 50 oranında görülmektedir. Özellikle stres ve depresyon bel kaslarında kasılmaya yol açarak bel ağrısına neden olmaktadır. Yoğun stres ve gerginlik uzun sürerse bel ve boyun fıtığına yol açmakta, var olanı şiddetlendirmekte ve tedaviyi zorlaştırmaktadır. Özellikle aile içi sorun ve sıkıntılar bel fıtıklarının tedavilerini zorlaştırmakta hatta imkansızlaştırmaktadır. Bir çok hasta, bu tür sorunlarının bel fıtıklarının tedavisini engellediğini bilmiyor. Özellikle ev işlerinde titiz hanımlarda bel fıtıklarının tedavisi daha zor olmaktadır."
 
'GEREKSİZ AMELİYAT OLMAYIN'

Yapılan klinik çalışmalarda, bel fıtıklarının konservatif tedaviyle (istirahat, ilaç , stresin azaltılması ve fizik tedavi ile) yüzde 90 oranında düzeldiğinin bilindiğini de dile getiren Prof.Dr. Mustafa Güler şöyle konuştu:

"Maalesef bazen hastaların hekim önerilerine uymamaları, bazen de hekimlerin erken müdaheleleri nedeniyle bel fıtığı olan hastalar gereksiz yere ameliyat olmaktadır. Özellikle hanımlarda ameliyattan sonra sıklıkla ciddi sorunlar yaşamaktadır. Karın, sırt ve bel kaslarının zayıflığı ve genellikle kilolu olmaları nedeniyle ameliyattan sonra hastalarda ’yetersiz bel hastalığı’ ya da ’yeni bel fıtığı’ gelişmektedir. Hasta tavsiyelere uyduğu takdirde bel fıtıkları yüzde 90- 95 oranında düzelmektedir."

Yukarı Dön
miss hugolina Açılır Kutu Gör
Pırlanta Üye
Pırlanta Üye


Kayıt Tarihi: 20 Eki 2007
Konum: kendi halinde:)
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 9455
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 10 Nis 2012 Saat 22:37

Otizmin sebebi obez anneler mi

ANKARA (AA)
10 Nisan 2012
Otizmin sebebi obez anneler mi

Obez annelerin, otistik ya da diğer gelişim sorunları olan bebek sahibi olma riskinin iki kattan daha fazla olduğu belirlendi.

California Üniversitesi'nde yapılan araştırmaya yaşları 2 ile 5 arasında değişen 1000 çocuk katıldı. Çocukların üçte ikisinde otizm ya da diğer gelişim bozuklukları vardı. Normal gelişim gösteren diğer çocuklar ise çalışmaya kontrol grubu olarak katıldı.

 

"Pediatrics" dergisinde yayımlanan araştırmada, aşırı kilolu ya da tip 2 diyabet, yüksek tansiyon ve gebelik diyabeti gibi kiloya bağlı rahatsızlıkları olan kadınların otistik bebek sahibi olma riskinin yaklaşık yüzde 70 olduğu belirlendi.

 

Araştırmacılar, anneleri diyabet hastası olan otistik çocuklarda dil gelişim bozukluğunun da çok daha şiddetli olduğunu gözlediklerini söyledi.
California Üniversitesi'nden Paula Krakowiak, annedeki diyabet hastalığı nedeniyle rahimdeki ceninin aşırı miktarda glikoza maruz kaldığını, bunun da normalden çok daha fazla oksijen kullanan metabolizmada değişikliğe yol açtığını söyledi. Oksijenin metabolizma tarafından tüketilmesi ise oksijensiz kalan beynin gelişimini etkiliyor.

 



Düzenleyen miss hugolina - 10 Nis 2012 Saat 22:38
Yukarı Dön
miss hugolina Açılır Kutu Gör
Pırlanta Üye
Pırlanta Üye


Kayıt Tarihi: 20 Eki 2007
Konum: kendi halinde:)
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 9455
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 10 Nis 2012 Saat 22:39

Ameliyatsız kesin tedavi çok yakın

hurriyet.com.tr
10 Nisan 2012
Ameliyatsız kesin tedavi çok yakın

Kesin bir tedavisi olmayan ve milyonlarca insanı etkileyen artrit hastalığı için yeni bir umut doğdu.

Yapılan araştırma bugüne kadar ağrı kesici gibi ilaçlarla şikayetleri azaltılmaya çalışılan artrit hastalığında, kartogenin ismi verilen bir molekülün kıkırdaklarda deformasyonu gidermeye yardımcı olduğunu ortaya çıkardı.


Bilim adamları ilaç bazlı bir tedavi ile kıkırdağı aşındıran hastalığın üstesinden gelinebileceğini ümit ediyor.


Araştırmayı yürüten uzmanlardan Dr. Kristen Johnson çalışmanın kendilerini çok heyecanlandırdığını çünkü bunun kök hücreyi hedef alan çalışmalarda yeni bir yol yarattığını belirtti.

 

22 BİN MADDE TEST EDİLDİ

 

Yapılan deneylerde de kartogenin isimli madde osteoartrit belirtileri gösteren farelerin kök hücrelerini kıkırdağa dönüştürmeyi başardı. Bilim dergisinde yayınlanan araştırmada 22 bin ilaç benzeri molekül test edildi ve her birinin kıkırdaklar üzerindeki etkisi incelendi.

 

Osteoartrit sebebiyle birçok insanın kalça ve dizlerine platin takılarak hastalığın yarattığı sorun ortadan kaldırılmaya çalışılıyor ancak ağırlıklı olarak orta yaş üstü insanlarda görülmesi sebebiyle ameliyatın yapılması da zorlaşıyor.

 

 

Yukarı Dön
miss hugolina Açılır Kutu Gör
Pırlanta Üye
Pırlanta Üye


Kayıt Tarihi: 20 Eki 2007
Konum: kendi halinde:)
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 9455
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 10 Nis 2012 Saat 22:41

Sivri buruna sert tabana dikkat

İZMİR (AA)
5 Nisan 2012
Sivri buruna sert tabana dikkat

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tahir Ögüt, ayak sağlığı için kadınların giydiği ayakkabının topuğunun 4 santimi aşmaması gerektiğini söyledi.

Prof. Dr. Öğüt, yaptığı açıklamada, toplumda en yaygın görülen ayak problemlerinin başında parmak deformitesinin geldiğini, özellikle baş parmağın deformitesinin yaygın olduğunu belirtti.

 

Toplumda ayak sağlığına kadınların erkeklere göre daha fazla önem verdiğini, ayakkabı tercihi konusunda kadınların daha dikkatli olduğunu ifade eden Prof. Dr. Öğüt, “Kendine bakan, dikkat eden insan ayak sağlığına da önem vermeli” dedi.

 

KİLOYA DA DİKKAT

 

Ayakta meydana gelen ağrıların giyilen ayakkabılarla da ilgili olduğunu belirten Prof. Dr. Öğüt, şöyle konuştu:
“Ayak sağlığı için kadınların giydiği ayakkabının topuğu 4 santimi aşmamalı. Yüksek topuklu ayakkabılar omurgayı bozduğu gibi ayak sağlığına da zarar veriyor. Uygun ayakkabı dar olmayacak, parmak uçları sivri, dar burunlu, sert tabanlı olmayacak. Tümüyle dümdüz, sıfır topuk da önermiyoruz. Derisi yumuşak olmalı. Aslında en önemlisi ayağın kendini en doğal hissedebileceği ayakkabıdır. Bunun istisnaları da var. Bazı ayak durumları var ki onlarda sert taban önerebiliyoruz. Sentetik, naylon, lastikli çorap önermiyoruz.

 

Ayaktaki ağrıları ciddiye almak, ayak sağlığına önem vermek gerekiyor. Ayak sağlığını korumanın en temel ilkesi genel sağlığa dikkat etmek, kilo almamak ve uygun ayakkabı giymektir.”

Yukarı Dön
miss hugolina Açılır Kutu Gör
Pırlanta Üye
Pırlanta Üye


Kayıt Tarihi: 20 Eki 2007
Konum: kendi halinde:)
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 9455
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 10 Nis 2012 Saat 22:45

Kalbimize yaptığımız 11 kötülük

10 Nisan 2012
Kalbimize yaptığımız 11 kötülük

Vücudumuzda tüm organların bir işlevi ve vazgeçilmez görevleri var.

Ancak kalbin yeri başka. Kalp adeta hayatın aynası. Kalbin sağlığı ya da sağlıksızlığı bu aynanın yansıttığı görüntülerden kaynaklanıyor. Kalbimiz kıymetli ancak çoğu zaman onun kıymetini takdir edemeden yaşayabiliyoruz. Acıbadem Kadıköy Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Sinan Dağdelen, insanın kalbine yapacağı en büyük iyiliklerin başında diyetine dikkat etmenin geldiğini, beslenmeyi düzenleyerek koroner arter hastalıklarından ölüm riskinin yüzde 30-60 oranında azaltılabildiğini belirterek, kalbimize verdiğimiz 11 zararı şöyle sıralıyor:


1. Geç kalkıp geç yemek.
2. Acıkmadan yemek.
3. Yatmadan önce yemek.
4. Kötü beslenmek.
5. Sürekli oturmak, hareketsiz kalmak.
6. Spor yapmamak.
7. Sürekli aşırı strese maruz kalmak.
8. Yağ dokusu artışı ile kilo almak.
9. Aşırı alkol tüketmek.
10. Sigara içmek.
11. Kalbimizi bir şikayet oluncaya kadar hiç aklımıza getirmemek.


Kalp sağlığı konusundaki bilinç düzeyinin hala istenilen seviyeye gelmediğini, bu konuda yanlış bilinenler olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Sinan Dağdelen, kalp hastalıkları konusunda en çok merak edilen soruları şöyle yanıtlıyor:


BU BELİRTİLERE DİKKAT


Özellikle göğüs ağrısı, göğüste sıkışma, tıkanma veya yanma gibi belirtiler kalp damar hastalıklarının erken belirtileri olabilir. Bu şikayetler göğüste sağda veya solda, kollarda, mide üzerinde, boyunda veya çeneye doğru olabilir. Bunun yanı sıra erken yorulmak, nefes darlığı veya nefes alamama hissi, fenalık hissi, boğulur gibi olmak, çarpıntı veya ritim düzensizliği, baygınlık hissi ve gece uyandıran tıkanma hisleri bir kalp hastalığı belirtisi olabilir.

 

ERKEKLER 40 KADINLAR 50

 

Erkeklerde 40 yaşından sonra, kadınlarda ise 50 yaşından sonra kalp kontrolü yaptırmak gerekir. Ancak kişinin ailesinde ve birinci derece bir yakınında erken bir kalp hastalığı hikayesi varsa, diyabet veya hipertansiyon varsa, çok yüksek kolesterol değerleri varsa bu kontrollerin 30’lu yaşlarda yaptırılması önemlidir.

ŞİŞMANLIK KALBE YÜK MÜDÜR? 

 

Yağın karın bölgesinde toplanmasıyla karakterize olan yağ birikimi, koroner arter hastalığı riski açısından çok daha önemlidir. Beden kitle indeksi (kilo / metre olarak tanımlanan boyun karesi) ile mortalite (ölüm) arasında doğrusal bir ilişki vardır. Beden kitle indeksinin 25 kg/m2 altında olması normal kabul edilir. 25-30 kg / m2 arası kilo fazlalığı, 30 kg / m2 üzeri ise obezite kabul edilir. Artmış bel / kalça oranı yani abdominal obezite, koroner arter hastalığı riskini özellikle artırıyor. Erkeklerde 0.9, kadınlarda 0.8 altındaki bel kalça oranı normal kabul ediliyor.  

 

SAĞLIKLI BİRİ KAÇ YILDA BİR KONTROL YAPTIRMALI?

 

Bir sağlıklı kişinin erkekte 40 ve kadında 50 yaşından sonra düzenli kalp kontrolleri yaptırması gerekir. Bu kontroller düşük riskli kişilerde her iki yılda bir, yüksek riskli kişilerde ise her yıl yapılmalıdır. Çünkü bir önceki veriler artık geçmişte kalmıştır ve bu süre zarfında metabolizma değişebilir ve bazı hastalıklar başlayabilir.

 

AİLESİNDE KALP HASTALIĞI OLAN BİR KİŞİ NE KADAR ZAMANDA BİR KONTROLE GİTMELİ?

 

Birinci derece bir yakınında kalp damar hastalığı olan kişiler 30 yaşından itibaren ilk kontrollerini yaptırmalıdır. Kardiyak risk oranlarını gözden geçirmeli ve riskini yükselten fiziksel, diyetsel, yaşam alışkanlıkları ile ilgili veya kan tahlilleri ile ilgili bozukluklar için erkenden tedbir almalıdır.

 

KALP SAĞLIĞI KONUSUNDA YAPILMIŞ YENİ ÇALIŞMALAR NE DİYOR?

 

2009 yılı sonunda yayınlanan JUPITER isimli büyük bir araştırma çok önemli bilgiler edinmemize neden olmuştur. Bu çalışmanın sonucu şöyle oldu:
Çalışmaya alınan ve statin dediğimiz kolesterol ilacını içeren ve  17 binden fazla hastada yapılan araştırmada, bir gruba bu ilaç verilirken, diğer gruba ise hiçbirşey verilmiyor. Kolesterol ilacı verilen grubun başlangıçtaki kolesterolleri tamamen normal bulunuyor. Kanlarında CRP maddesi yani inflamasyon göstergesi yüksek bulunuyor ve beş yıl boyunca takip ediliyor. İlaç almayanlarda ise şu bulgular elde ediliyor:  Kalp krizi iki buçuk kat daha fazla.
- Beyin felci iki kat daha fazla.
- Damar tıkanıklığı ameliyat girişimi geresinimi iki kat daha fazla.
- İlaç almayanlarda, kriz, felç, kalp damar hastalığından ölüm iki kat daha fazla.
- Bütün ölüm nedenleri ise 1,25 kat daha fazla.

 

Yukarı Dön
miss hugolina Açılır Kutu Gör
Pırlanta Üye
Pırlanta Üye


Kayıt Tarihi: 20 Eki 2007
Konum: kendi halinde:)
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 9455
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 10 Nis 2012 Saat 22:48

Greenpeace GDO'yu 'yemezler' diyor

10 Nisan 2012
YEMEZLER

Greenpeace Akdeniz, biyolojik çeşitliliğin devamı ve sağlıklı nesiller için birlikte mücadeleye çağırıyor. Greenpeace www.yemezler.org adresinden imza atarak GDO’ların Türkiye’ye girişini engellemeye çağırıyor.

Greenpeace Akdeniz'in yaptığı açıklamaya göre; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, 2011 başından beri genetiği değiştirilmiş önce üç soya ardından da 13 mısır yeminin ithalatına onay verdi. Şu anda da karar için bekleyen dokuz adet daha yem amaçlı GDO’lu mısır Biyogüvenlik Kurulu’nun masasında duruyor. GDO’lu yemlerle beslenen hayvanlardan elde edilen et, süt, yumurta, peynir gibi temel gıdalar, kontrolümüz dışında sofralarımıza geliyor. Üstelik GDO’lu yemle beslenmiş hayvanlardan elde edilen ürünlerde bir etiket bulunmuyor. Yani tüketicinin tercih hakkı yok. Sırada GDO’lu mısır, soya ve patates gibi genetiği değiştirilmiş gıda başvuruları var ve hepsi tabağımıza gelmek için onay bekliyor.

 

GDO yani Genetiği Değiştirilmiş Organizma aslında doğada var olmayan bir canlı. GDO, bir canlının genetik özelliklerinin insan eliyle laboratuvar ortamında değiştirilmesiyle elde ediliyor. Genellikle bir canlı türünün doğal hayatta sahip olmadığı bir özelliği, bir başka canlıdan gen aracılığıyla aktarılıyor. Örneğin mısıra zehir salgılayan bir bakteriden gen transfer edilerek mısırın böcek öldüren zehir üretmesi sağlanıyor. Oysa bir canlının bütünlüğü ve gen yapısı, çok hassas bir doğal dengeyle oluşmuştur. Bu dengeyi bozmanın sonuçlarının nelere mal olacağını bilmiyoruz!

HANGİ AMAÇLA ÜRETİLİYOR?

 

Dünyada yoğun biçimde kullanılan GDO’ların yüzde 99’u sadece iki özellik taşıyor, böcek öldüren zehir içermek ve yabancı otları yok eden kimyasal ilaçlara dayanıklı olmak. Böylece tarlalarda fütursuzca zirai ilaç kullanılabiliyor. Mısır, soya, kanola ve pamuk ticareti yapılan GDO’ların yüzde 99’unu oluşturuyor.

 

GDO’LAR AÇLIĞA ÇARE Mİ?

 

Hayır! Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası’nın öncülüğünde 300 bilim insanı tarafından hazırlanan ve Türkiye’nin de imzaladığı Dünya Tarım Raporu, GDO’ların verim artışı sağlamadığı ve açlığa asla çözüm oluşturmadığını açık olarak ifade eder. Zaten mevcut GDO’ların hiçbirisi verim artışını amaçlamamaktadır. Hedef sadece ot ilaçlarına direnç sağlamak veya yabancı böcekleri zehirlemektir. Zaten açlık konusu bir gıdaya erişim problemidir, sosyal bir problemdir ve çözümü de teknolojiden geçemez.

 

PEKİ GDO’LAR NİYE VAR?

 

Tohum üreten dev küresel şirketler aynı zamanda zirai ilaç da üretirler. Bu şirketler üretip patentini aldıkları genetiği değiştirilmiş tohumları yaygınlaştırarak kimyasal ilaç satışlarını da arttırmayı hedeflerler. Böylece üreticiler gitgide daha fazla kendilerine bağımlı hale gelirler. GDO’ların dayattığı endüstriyel tarım yöntemlerinden sadece devasa tarım şirketleri kazanç sağlarken, üreticiler, tüketiciler ve doğa büyük zarar görür.

 

YERSEK NE OLUR?  

İnsanlarda…
* Böcek zehirlerinin sindirim sisteminde birikimine
* Ölümcül alerjilere
* Önceden kestirilemeyen sayısız sağlık risklerine

Doğada…
* Kelebek gibi zararsız canlıların ölümüne
* Kimyasallara dayanıklı süper böcek ve yabani bitki türlerinin oluşmasına
* Hayvanlarda antibiyotik direncine neden olabilir…


Yukarı Dön
miss hugolina Açılır Kutu Gör
Pırlanta Üye
Pırlanta Üye


Kayıt Tarihi: 20 Eki 2007
Konum: kendi halinde:)
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 9455
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 10 Nis 2012 Saat 22:50

Apandisitini ağızdan çıkardılar

hurriyet.com.tr
10 Nisan 2012
APANDİSTİNİ AĞIZDAN ÇIKARDILAR

Yeni başlayan ve yaklaşık 1000 kişi üzerinde uygulanan bir yöntemle apandisit ağızdan ya da vajinadan alınabiliyor.

 

Doktorlar bu yöntemle vücutta daha az kesik oluşarak iyileşme sürecinin hızlandırıldığı ve enfeksiyon riskinin düşürüldüğünü belirtiyor. Apandisit, safra kesesi, prostat ve bazı böbrek hastalıklarında da bu yöntem kullanılabiliyor.


Yöntem ayrıca acıyı da azaltıyor ve apandisit ameliyatı olan bir insan iki gün sonra işe dönebiliyor. Operasyonun ilk uygulandığı genç bir kadında apandisiti vajinasından çıkarıldı ve sonrasında sadece parasetamol kullanarak iki gün sonra işine ve günlük hayatına geri dönebildi.

 

Safra kesesi ameliyatında ise cerrahlar hastanın ağzından endoskopik bir yöntemle midesinde ufak bir kesik açtı. Ardından şişirilmiş bir balon yardımıyla  parçalara bölünen organ oral yolla çıkarılabiliyor.


 

Yukarı Dön
miss hugolina Açılır Kutu Gör
Pırlanta Üye
Pırlanta Üye


Kayıt Tarihi: 20 Eki 2007
Konum: kendi halinde:)
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 9455
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 10 Nis 2012 Saat 22:52

Spordan sonra mutlaka bir kahve

6 Nisan 2012
Spordan sonra mutlaka bir kahve

ABD’nin New Jersey kentindeki Rutgers Ernest Mario Eczacılık Fakültesi’nde yapılan deneylerde, kafein tüketimi ile deri kanserinin azalması arasında doğrudan bağlantı görüldü.

Aynı bağlantı spor ve kanser arasında da var. Ancak bu ikisi bir araya geldiğinde kanserli hücrelerden kurtulma olasılığı çok daha fazla artıyor. Yapılan deneylerde, egzersiz yaptırılan ve kafein enjekte edilen farelerin güneş ışığına fazla maruz kalmaktan oluşan deri tümörlerinin yüzde 62 azaldığı görüldü. Dr. Yao-Ping Lu, fareler üzerinde ulaşılan sonuçların insanlara da uygulanabilir olduğunu, spor ve kahve kombinasyonunun deri kanseri tedavisine uygulanabileceğini söyledi.

Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz Sayfa  123 27>
  Konu Paylaş   

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

  | İletişim | Reklam | Gizlilik İlkeleri Copyright 2007-2024 ® NETATÖLYE - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz alıntı yapılamaz.