Toplumun çekirdeğini oluşturan birimlerin başında aile gelir. Sağlam temellere oturtulmayan aile kısa zamanda çöker.
Zamanımızda birçok gencin evlilikleri “saman alevi” gibi başlıyor ve yine aynı şekilde bitiyor. Çünkü sadece bir heves, sadece bir şehveti arzu ile başlayan ve sonunun nere gideceği düşünülmeden internet'lerde, yada piknik alanlarında, parklarda başlayan aşk, mahkeme koridorlarında sona eriyor.
Geçtiğimiz günlerde bir hakim arkadaşım ile yaptığımız sohbette evliliklerin kısa sürede bitmesinin nedeni olarak ebeveynle beraber yaşamak diye söz etti. Bu konuda hakim arkadaşım belki haklı idi ama, geçmişe baktığımızda da ailelerin pek çoğu ebeveyn ile yaşamlarını sürdürmekte ve daha uzun ömürlü ve hayat boyu süren evliliklerin olduğunu görmekteyiz.
Türkiye'de geçen yıl yapılan evliliklerin yaklaşık yüzde 50'sinin boşanma ile sonuçlandığı veya mahkemelik olduğunu istatistikler bildiriyor. Bu korkunç bir şey.
Bir toplumun ahlaki değerleri bozulmaya başlamışsa evliliklerde aynı oranda bozulmaktadır.
Günümüzdeki çoğu evlilikleri maddiyata ve çıkara dayalı evlilikler oluşturmaktadır.
Sevgi ve saygının olmadığı ya da kaybolduğu evliliklerin sonu hüsranla bitiyor. Karşılıklı anlayış, sevgi ve saygı ve evliliklerde evliliği oluşturan erkek ve bayanın görevlerini bilmeleri halinde ise bu evlilik sağlam temellere oturtuluyor ve hayat boyu sürüyor.
Dinimizde boşanmanın en büyük günahlardan biri olduğu bilinmektedir. Allah kimsenin yuvasını bozmasın. Hz. Peygamber ile Şeytan yaptığı bir konuşmada Peygamberimiz soruyor :
”Senin gözünün nuru nedir ?”
Şeytan cevap veriyor :
”Boşanan çiftler.”
Herhalde kimse şeytanın gözünün nuru olmak istemez. Ancak tek çıkar yol ise insan buna razı oluyor galiba…
Hayat kısa gelen bir battaniye gibidir.
Yukarı çekersin ayak parmakların isyan eder.
Aşağı çekersin, omuzların titrer. Ama yine de neşeli insanlar dizlerini karınlarına çeker, rahat bir uyku uyumayı başarırlar.
Can Dündar diyor ki :
Evlilik inanmadığım halde içerisinde 17 seneyi bitirdiğim bir kurum. Benim için 17 senede “abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son verdiği kurum aynı zamanda da evliliğimin bu kadar uzun sürmesinin gezli, belki de kuruma inanmaktan geçiyor.
Evliliği, toplumun dayattığı şekilde yaşamaktansa…
Nedir bu dayatmalar?
Erkeğin muhakkak kadından yaşça büyük olması…
Eğitim seviyesinin erkeğin lehine ya da en azından eşit olması.
Bunların sadece ikisi…
Olmaz, yürümez diyor toplum…
Erkek yaşça büyük olmalı ki, kadına “Hot” dediğinde oturmalı kadın. Ya da yumuşatılıyor:
”Efendim, kadın erkekten önce çöktüğü için “hani doğum falan” küçük olmalıymış yaşı…”
Eğitimde de böyle.
Kadının çok okumuşu bilmiş olurmuş.
Evde kalmakmış layığı…
Eşim benden iki yaş büyük. Ne “hot” dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden önce çöktü. Yıllar içinde ben yaşlandıkça, o gençleşti.
“O Can Bey kapmışınız çıtırı” esprilerine bile muhatap oldum.
Eşim 3 Üniversite bitirdi. Ben ise bir üniversiteyi 9 yılda bitirdim.
Ne bana bilmişlik tasladı. Ne ben ona ezik baktım. Kulağa gelen müzik tekse de onu oluşturan notalar farklıdır der Halil Cibren…Bunu unutmadık biz.
Ben konuşurken o dinledi, ben dinlerken o konuştu 17 sene.
O öfkeliyken ben, ben öfkeliyken o “Haklısın bitanem” dedik. Öfke bitip, fırtına durulduğunda “ama bir de şöyle düşün” dedik. Fikrimizi savunurken farklı insanlar olarak görmedik birbirimizi. Aynı amaç için savaşan neferlerdir bu hayatta…
Asla bilmedik ne kadar para kazandığımızı. Ortak cüzdanımızdan gerektiği kadar aldık. Ne kadar çalarsa çalsın masanın üstünde telefon, kim bu saatte arayan karşı cins diye sorgulamadık da. Ama sevginin en büyük dostuydu bizim için “güve” ve güvenin ardına saklanmış “saygı” vardı daima…
Ne kavgalar, ne badireler atlattık 17 senede…
Eeee, ülkeler neler gördü? Biz çekirdek aile mi sütliman yaşayacaktık. Bir gön öyle bir girdik ki, birbirimize, ben ilk kez odamın dışında yattım bir gece. Misafir odasında…
Gece yarısı kapı açıldı, eşim,
“Ne yapıyorsun burada ?” diye sordu kapının eşiğinden,
“Uyuyorum” dedim, buz gibi bir sesle.
Gitti, gelmesi bir dakikasını almıştı elinde yastıkla …”kay yana” dedi. Daracık yatakta.
“Ne yapıyorsun ?” dediğimde :
”Benim yerim senin yanın, sen gelmezsen ben gelirim” dedi. Anladım ki o gece, en uzun kavgamız yat saatine kadar sürecek… Ve bence doğrusu da bu…
Özen gösterdik o günden sonra, evin her yerinde kavga ettik, yatak odamız hariç…
Kırsak da zaman zaman kalplerimizi, asla kin tutmadık bir birimize. Toplum kurallarıyla oynasaydık bu oyunu belki de 41. çift biz olacaktık o listede… Ama oyunun kurallarını biz koyduk… Ne de olsa bizim oyunumuzdu, oynanan…
Evlilik, hesapsız içine dalınması gereken bir oyun bence… Topluma kulaklarını tıkayarak hem de… Ne benim, ne de bizim sözlerimizle.
Sadece gönlümüzden geçtiğince dediği gibi Ataol Bahremoğlu'nun :
“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var. Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına…
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat sunulmuş bir armağandır insana…
*** ***
Gerçekten çok anlamlı bir yazı. Belki beni tanıyanlar”sen yapabildin mi” diye sorabilirler. Haklı olabilirler ama, Nasreddin Hoca'nın sözünü de hatırlayın:
“Benim dediğimi yapın, gittiğim yoldan gitmeyin.”
Tabi bazı ayrılıklar, birlikte olmaktan daha iyi olduğunu da bilmek lazım. Ayrılıkların arkasında yatan gerçekleri birazda ayrılığı yaşayanlar bilirler. Evliliği kimi zaman bazı kimseler kendilerini temizletmek için yaparlar ve onu yaptılar mı, yollarına devam ederler.
Dileyelim, kimse ayrılık şarkısını okumasın.