Forum Anasayfası Forum Anasayfası > Genel Konular > Bebeğim & Çocuğum Hakkında > Biz Bize Sorularımız
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar RSS - (çocuğum için) bunu biliyor muydunuz
  SSS SSS  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Kapalı Konu(çocuğum için) bunu biliyor muydunuz

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz Sayfa  <12345 7>
Yazar
Mesaj
  Konu Arama Konu Arama  Konu Seçenekleri Konu Seçenekleri
bertobat Açılır Kutu Gör
Altın Üye
Altın Üye


Kayıt Tarihi: 03 Şub 2010
Konum: ankara
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 2404
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 28 Mar 2010 Saat 10:44
Aslında ne anlatmak istiyor?

Bebekler konuşmayı öğrenmeden de anlatırlar! Ellerini kollarını oynatır, yüzlerini binbir şekle sokarlar... Anlamak, size kalır. Aman elinizi çabuk tutun! Yoksa en klasik yönteme başvururlar; ciyak ciyak ağlarlar. Onun gözyaşları karşısında çaresiz kalmak istemiyorsanız, bu yazımızı dikkatle okumanızı öneriyoruz.

Bakmayın siz onun henüz konuşamadığına. O istediklerini beden diliyle anlatmakta son derece yeteneklidir. Diyelim uzattığınız kaşıktaki yemeğin tadından hiç hoşlanmadı ve yememeye karar verdi; ağzını sımsıkı kapatır, gözlerini kocaman açar, başını sağa sola oynatır... Bu davranışı, 'Ye-di-re-mez-sin' anlamına gelir... Tabii anneler bunu hemen anlar! Ama bazen öyle ince mesajlar verirler ki, anlamakta zorluk çekebilirsiniz. Özellikle ilk kez anne baba olmuşsanız bebeğinizin beden dilini keşfetmek için biraz çabalamanızda yarar var. Çünkü konuşamadığı için beden diliyle söylediklerini anlamanız hem iletişiminizi güçlendirir hem de ona yardımcı olmanızı kolaylaştırır. Peki bebeğiniz neyi, nasıl anlatır? Bu sorunun yanıtını hazırladığımız yazıda bulacaksınız.

'Yemek istemiyorum'

Pek çok anne için bebeğin yemek zamanı, sıkıntılı anlar demektir. Malum, bebeğin sağlıklı gelişmesi için yeterli yemeği yemesi gerekir. Bunu bilen annelerin psikolojisi, şöyle formüle edilebilir; bir kaşık, bir kaşık daha... Anneler kaşıkta ısrarcıdır. Ama bebekler anneleriyle hem fikir olmayabilirler. Henüz 'istemiyorum' diyemeyecek kadar küçük olduklarından sözle anlatamadıklarını beden diliyle anlatmaya çalışırlar. Ağızları sımsıkı kapatırlar. Siz çeşitli komikliklerle güldürürken ağzına soktuğunuz yiyeceği, zevkle yüzünüze püskürtürler. Bu aşamadan sonra ısrar etmenin anlamı yoktur. Hatta bu aşamaya getirmek bile yanlıştır. Çünkü bebeklerin doyma hissi vardır ve bu his onlara ne kadar yemeleri gerektiğini de söyler. Bebeğinize inanmanız, onun hislerine saygı duymanız gerekir. Peki, ya bebeğiniz doyma oyunu oynuyorsa? İşte bunu bilmeniz için birkaç ipucu.

1. Durum: Önüne konan yiyeceği reddetmesinden önce bebeğinizi iyi gözlemleyin. Bebekler aç olduklarını belirtecek hareketler yapar. Siz yemeği gösterdiğinizde gözlerindeki parıltı artar. Ağzını açıp kapar, ellerini ve kollarını sallar. Heyecanlandığını görmemek mümkün değildir. Doyduğunda ise bakışları yemek tabağında değildir. Çevrede ilgisini çeken nesnelere kaymıştır. Eliyle yemek tabağını iter. Verdiğiniz yiyeceği yutmadan önce ağzında daha uzun süre tutar. Eğer bu belirtileri görüyorsanız, bebeğinizi zorlamamanızda yarar var. Ama daha tabağını bitirmedi diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Sağlığında bir sorun yoksa bebeklerin de tıpkı biz yetişkinler gibi daha az iştahı olduğu öğünler olduğunu düşünebilirsiniz.

2. Durum: Bebekler sık sık, bilmediğiniz nedenlerle ağlayabilirler. Bebeğiniz böyle ağladığında ilk aklınıza gelen şık, 'açlık' olmamalı. Eğer bebeğinizi daha önce yeterli doyurduğunuzu biliyorsanız ya da ağladığı zaman aç olmadığını düşünüyorsanız boşuna yorulmayın. Bebeğinizin yine beden diliyle size aç olmadığını başını sallayarak, biberon ya da meme ucunu ağzından çıkararak anlatacaktır. Dikkat, yiyecek teklifleriniz onun daha çok sinirlenmesine de neden olabilir.

ÖNERİ

Bebeğinizi karşınıza oturtun. Kollarınızı göğsünüzün üzerine getirin ve bütün dikkatinizi bebeğinizin gözlerine verin. Ona ciddi bir yüz ifadesiyle bakın. Bu bakış, eğer yaramazlık yaptığını düşünüyorsanız, yaramazlıklarını bildiğinizi ama onaylamadığınızı belli eder. Bu durumda bebeğiniz huysuzluk yapmaktan vazgeçebilir.

Haberin Kaynağı:


kinCi diiLim Ama Unutmam!..
şevkat qöSteriRim Ama ŞıMarTmaM.. !
Ciddiye aLıRıM ama KAPILMAM!..
DALGA GEÇERİM AMA KIRMAM..!
Huzur Veririm Ama Söz vermem!!
Yukarı Dön
bertobat Açılır Kutu Gör
Altın Üye
Altın Üye


Kayıt Tarihi: 03 Şub 2010
Konum: ankara
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 2404
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 28 Mar 2010 Saat 10:45
Yemek ve uykuyu reddediyorsa...

İSTANBUL - Amerikan Hastanesi Çocuk Nörolojisi Uzmanı Prof. Dr. Serap Uysal, "Aslında dert etmeniz gereken bir şey yok çünkü o sadece bir birey oluyor” diyor ve bebeğin birey olma sürecini şöyle anlatıyor.

Benlik farkındalığı ve bağımsızlık aşamalı alarak yaşam boyunca gelişir. Mesela bebeklerin kendi ayna görüntülerine ilgi göstermeleri 6-9 aylıkken oluşan kişilik ile ilgili ilk göstergelerdir.

7-8 aylık çocuklar da kaşık ve tabakları tutmayı, beslenmedeki pasif roller yerine tercih ederler. Bu dönemlerde yapmayı tercih etmedikleri bir şey yapmaya direnç gösterebilirler (Örneğin, oturdukları zaman ayakta kalkmaya karşı yaygara yaparlar).

1 yaşın ötesinde, yeni yürüyenler hızla benlik duygusunu geliştirirler. Çevrelerini kolaylıkla keşfederler ve giderek artarak bağımsız aktivite göstermeye başlarlar. Kendilerini bir tabak ve kaşık ile besleyebilirler. Ne istediklerini hakkında açık fikirleri vardır.

3 YAŞINDA SÖZEL YETENEKLER ARTAR

1-2 yaşlarındaki çocuklarsa kendi başarılarından hoşlanırlar ve kendi başarıları için ellerini çırparlar. Benlik duygusunu yükselmesi ve bağımsızlık dürtüsü, yeni yürüyen çocuğu disiplinini bir meydan okuma haline getirir. Çocukların yemek, uyku veya yıkanmayı reddetmelerini gören ana-babaların bunları artan bağımsızlığa doğru pozitif adımlar olarak görmeleri gerekir. Bu durum aslında onun bir birey olmaya başladığının açık bir göstergesidir..

Çocuk 2-3 yaşlarına yaklaşırken, sözel yeteneklerde artmış bağımsızlık, vücut duyularında artmış farkındalık ve elbise giyme ve çıkartmada beceriler, çocuğun yetişkinleri taklit etme isteği ve ana-baba onayını almaları ile bir araya gelir. Bu başarıların birlikteliği tuvalet eğitiminin başlamasını sağlar.

Haberin Kaynağı:


kinCi diiLim Ama Unutmam!..
şevkat qöSteriRim Ama ŞıMarTmaM.. !
Ciddiye aLıRıM ama KAPILMAM!..
DALGA GEÇERİM AMA KIRMAM..!
Huzur Veririm Ama Söz vermem!!
Yukarı Dön
bertobat Açılır Kutu Gör
Altın Üye
Altın Üye


Kayıt Tarihi: 03 Şub 2010
Konum: ankara
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 2404
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 28 Mar 2010 Saat 15:15
Çocuklarda Konuşma ve Dil Gelişiminin Desteklenmesi E-Posta

A- Anne ve Babanın Çocuğuna İletişim Ortamını Sağlaması

Bebekler, doğuştan dil ve konuşma yeteneğiyle doğarlar; ancak yönlendirme çok önemlidir. Araştırmalar, çocuğun nasıl ve ne zaman konuşmayı öğrendiği konusunda, ailesinin desteğinin olumlu etkisi olduğunu göstermektedir.

Dili kullanmayı öğrenmek göreceli bir süreçtir. Bebekler, çevresinde konuşulan dili dinlemekten mutlu olacaktır ve duyduklarını, pratik yaparak konuşmayı öğrenecektir. Önce kendisine söylenen şeyleri anlamaya, daha sonra da sözcükleri tek tek kullanmaya başlayacaktır. Başlangıçta bu sözcükleri tutarsız olarak kullanabilir. Daha sonra bu sözcüklerle basit cümleler kuracak ve en sonunda da daha uzun ve anlaşılır cümleler kurarak, hangi sesleri nasıl kullanacağını doğru olarak öğrenecektir.

Çocukların konuşmayı öğrenmesi çok karmaşık bir süreçtir. Bu aşamada anne babaların katkısı çok önemlidir. Çocukların konuşmayı öğrenme sürecinde desteklenmesi için aşağıda bazı öneriler verilmiştir:

 

Konuşmayı öğrenmeleri için çocuklara uygun ortamların yaratılması.

  • Çocuğunuza konuşmak için zaman ayırın. Onun kendisini ifade etmesini sağlayın.

  • Onunla konuşurken sıranızı bekleyin, bir şey söyleyin ve size yanıt vermesine fırsat tanıyın.

  • Günde en az bir saat, onunla yüz-yüze konuşmak ve kitap okumak için zaman ayırın.

  • Odadaki televizyon, radyo, video, müzik ve bilgisayar oyunları gibi değişik seslerin olmadığı ortamda iletişim kurmayı deneyin.

  • Az konuşmanın çocuğunuzun sizinle konuşmasını zorlaştıracağını unutmayın.

  • Konuşurken çocuğunuza bakın ve size dikkat ettiğinden ve dinlediğinden emin olun.

  • Çocuğun ifadesinde kullandığı yanlış sözcükleri, "yanlış kullandın" gibi uyarmalar yerine, doğru model olarak, kısa cümle içinde tekrar edin.

  • Dilin, iletişim için gerekli olduğunu ona hissettirin. İşaretle ya da nesnenin ismini söylemeye çalışarak, bir şey istediği zaman; örneğin "Süt mü istiyorsun?" gibi yönergelerle, ona hem uygun konuşma modeli olun hem de istediği nesneyi vererek kendisini ödüllendirin.

  • Çocuğunuzun her sözcüğü söyleme çabasını övgü ile pekiştirin.

B- Aile - Çocuk İletişim Becerilerini Geliştirme Önerileri

Birçok aile, çocukların nasıl ve ne zaman konuşması gerektiğini bilmekte güçlük çekerler. Ancak, her çocuğun iletişim beceri kapasitelerinin farklı olduğunu unutmamak gerekir. Aynı ailedeki çocukların konuşmayı öğrenme süreleri farklı olabilir. Burada önemli olan, çocuğun dil gelişiminde tutarlı bir süreç göstermesidir. Ailelerin, çocuklarının dil gelişimlerini desteklemek ve iletişim kurabilmek amacıyla, her gelişim döneminde yapabilecekleri aşağıda sıralanmıştır;

0- 6 ay arasında

 

İletişim becerilerinin geliştirilmesi

  • Şarkı ya da ninni söylerken, onun yüz hareketlerini taklit edin.

  • Beslenme, altını değiştirme ve banyo saatlerini konuşma saatlerine dönüştürün.

  • "ce" oyunları gibi oyunları oynayarak çocuğunuzla olan karşılıklı iletişiminizi geliştirin.

  • İsmini söylediğinizde size bakması için onu teşvik edin.

  • İletişim çabasıyla çıkardığı bütün sesler için olumlu ifadeler kullanın. Örneğin: "Ne güzel gülüyorsun?" gibi.

6-12 ay arasında

  • Seslerin farkına vardıkça, (örneğin telefon çaldığında) ne olduğunu ona açıklayın.

  • Ne söylediğinizi anlaması için ona zaman tanıyın.

  • Günlük aktivitelerinizi tanımlamak için aynı ifadeleri kullanın."Ayşe'nin banyosu", "yatma vakti" gibi.

  • Nesneleri gösterip, doğal bir konuşma ortamında isimlendirin.

  • Parmak oyunları oynayın.

  • Çocuğunuzu kitaplarla tanıştırın; kitapta bulunan, basit ve günlük yaşantısında çok karşılaştığı nesneleri isimlendirin

12-18 ay arasında

  • Çocuğunuzla konuşurken basit ve kısa cümleler kullanın.

  • Doğal bir formda, ancak yavaş, anlaşılır ve açık konuşun.

  • Çocuğunuzun kelime hazinesini geliştirmek için, tercihli kelimelerle soru sorarak ona model olun. Örneğin; “elma ya da muz ister misin?” gibi.

  • Oynayabileceği bazı oyuncakları sağlayın. Örneğin; oyuncak bir telefon. Telefon konuşma taklitleri yapabileceği en iyi oyuncaktır.

18-24 ay arasında

  • Yaptığınız işleri ve bu işlerin ne olduğunu anlatın.

  • Bazı günlük işleri birlikte yapın, böylece konuşacak çok şey olacaktır.

  • Çocuğunuzun oyun içinde gerçek nesnelerle oynamasını teşvik edin, örneğin; gerçek yiyecekler kullanılan bir çay partisi gibi.

  • Resimli olay ya da nesne kartlarıyla grup oyunları oynayın, bulmacalar çözün.

  • Geçmişten, günümüzden ve gelecekten söz edin; “bugün ne yaptınız?”, “yarın babaanne gelecek” gibi.

  • Eğer çocuğunuzun çıkarabildiği bir ses veya hece varsa (örneğin; ba), öncelikle bu sesle başlayan çevresindeki nesneleri kelime hazinesine kazandırmayı hedefleyin. Örneğin; ‘bardak' gibi. Bu kelimeyi basit cümlelerde ve duruma uygun ifadeler içinde kullanın.

  • Hedeflediğiniz ve çıkarabildiği seslerin bulunduğu resimli kelime kartları hazırlayın. Bu kartlarla evin içinde çeşitli oyun ortamları hazırlayın. Karttaki resmi göstererek ismini söyleyin. Kelimenin nasıl söylendiğini duymasına yardımcı olun. Bazen ona da sorarak resmi isimlendirmesini isteyin. Her ne şekilde isimlendirme yaparsa yapsın, doğru kabul edin ve resmin ismini tekrar edin. Örneğin; Evet bu bir "bardak". Daha sonra /b/ sesiyle başlayan diğer karta geçin. Unutmayın, bu sadece bir oyundur, çocukları zorlamak ve eğitimci rolü oynamak çocuğunuz için gereksiz ve hatalı olacaktır. Kendi gelişim süreci içinde yalnızca onu desteklemeyi hedef alın.

2-3 yaş arasında

2-3 yaş döneminde, aileler çocuklarının kullandığı sözcüklerde bir "patlama" olduğunu görürler. Her durum için bir sözcükleri vardır ve sürekli "neden?" tipinde soru yöneltirler.

  • Çocuğunuza "edatları" öğretebileceğiniz oyunlar oynayın. Örneğin; "topu kutunun 'içine' koymak" veya "masanın 'üstünden' atmak" gibi.

  • Yaptığı resim hakkında konuşabilmeniz için boya kalemleri ve kâğıt sağlayın.

  • Diğer çocuklarla oyun oynayarak iletişim sağlayabilmesi için fırsatlar yaratın.

  • Kitap içindeki eylemleri tanımlayarak, onları kısa cümlelerle anlatın. Anlattığınız cümlelerle ilgili her olaya ilişkin hemen soru yöneltin. Her ne cevap verirse versin, tekrar sorunuzun cevabını bir de sizden duyması ona uygun konuşma modeli olmanız açısından etkili olacaktır. Örneğin; "Evet çocuk ayakkabısını giyiyormuş" gibi.

3-5 yaş arasında

3 ve 4 yaş arasında sıklıkla "kim?", "nerede?" ve "ne?" ile başlayan soru cümlelerini kullanabilirler. Cümleleri daha uzundur ve konuşması daha akıcıdır. Çocuklar, 4-5 yaş arasında kendisine söylenen her şeyi anlar ve anlaşılır bir şekilde konuşur.

 

3-5 yaş arasındaki çocuklar ile oynanabilecek oyunlar.

  • Büyük-küçük, sert-yumuşak gibi zıtlıkları içeren oyunlar oynayın.

  • Çocuğunuza 10'a kadar saymasını öğretin ve sayı sayma oyunları oynayın.

  • Yazıları taklit edebilmesi için boya kalemleri ve kâğıt sağlayın.

  • Konuşmalarınızda zamana ilişkin kavramları kullanın (bugün, yarın, daha sonra, gelecek hafta gibi).

  • Çocuğunuza olaylara ilişkin hisleri ve duyguları hakkında konuşma fırsatı tanıyın ve paylaşımda bulunun.

  • Kendinize ait kelime oyunları, tekerlemeler, hikayeler yaratın.

  • Kelime bulma oyunları oynayın.

  • Bir kelimenin hangi sesle başladığı veya herhangi bir sesle başlayan kelimenin bulunması gibi seslerin farkında olunmasını sağlayan oyunlar oynayın.

 

 (Başbakanlık Özürlüler İdaresi

kinCi diiLim Ama Unutmam!..
şevkat qöSteriRim Ama ŞıMarTmaM.. !
Ciddiye aLıRıM ama KAPILMAM!..
DALGA GEÇERİM AMA KIRMAM..!
Huzur Veririm Ama Söz vermem!!
Yukarı Dön
bertobat Açılır Kutu Gör
Altın Üye
Altın Üye


Kayıt Tarihi: 03 Şub 2010
Konum: ankara
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 2404
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 28 Mar 2010 Saat 15:20

Önemli bir savaş sırasında Japon bir komutan askerlerinin sayısının düşmanlarınkine kıyasla çok daha az olmasına rağmen saldırıya geçmeye karar verir. Ordusunun kazanacağına olan güveni tamdır. Ancak, askerleri zafer konusunda oldukça kaygılıdır. KOMUTAN ZEKİCE BİR PLAN YAPAR?Savaş alanına doğru ilerlerken, yol kenarındaki bir tapınakta durup hep birlikte dua ederler. Daha sonra komutan cebinden bozuk para çıkararak ?Şimdi yazı-tura atacağız. Eğer tura gelirse, biz kazanacağız, ama eğer yazı gelirse kaybedeceğiz, kaderimiz böylece ortaya çıkacak? der.

Bozuk parayı havaya atar ve herkes sabırsızca paranın yere düşmesini bekler. Tura gelmiştir. Askerler çok sevinirler; kendilerine olan güvenlerini toplamışlardır. Bu coşkuyla düşmana saldırır ve savaşı kazanırlar. Bir süre sonra yüzbaşı komutanının yanına gelerek onun kehanetini takdir edercesine, ?Kimse kaderi değiştiremez? der. Bunun üzerine ?Haklısın? der komutan, iki tarafı da ?tura- olan parayı göstererek…!!

Hepimiz hikayede yazdığı gibi zor durumlarla karşı karşıya kalmışızdır.Çoğu zaman karar vermek ve harekete geçmek için bazı yönlendirilmelere ihtiyaç duymuş ve sanki içimizde bizi biz yapan ve harekete geçmemize yardımcı olacak o gücü hissetmekte zorlanmışızdır.

Burada asıl önemli olan o gücü ne zaman ve hangi koşullarda hissettiğimizdir aslında.Şöyle bir gözlerinizi kapayın.Hayatınızda gerçekten bir işi başardığınız aklınızda yer etmiş geçmişinizdeki o günleri hatırlayın.Örneğin okul yıllarınızda çok büyük bir kalabalığın karşısında yaptığınız konuşmayı hatırlayın.Veya ilk flörtünüze çıkma teklifi yaparken yaşadığınız heyecanı ve her şeye rağmen tüm heyecanınıza ve hata yapma korkunuza rağmen ona çıkma teklifi ettiğiniz günü hatırlayın.Ve her iki örnekte de başarıya ulaştığınız zaman içinizde hissettiğiniz iç huzuru hatırlayın.Ne kadar mutlu olmuştunuz değil mi?

Şu bir gerçek ki hayatta elde ettiğimiz başarıların hiçbiri tesadüfler sonucu kazanılmamıştır.Yani burada önemli olan nokta bizim başarılı olmak ve kazanmak için kadercilik oyunu oynamayıp bu kaderi oluşturabilmemiz için bir ön hazırlık yapmamız, çabalamamız, başarma içgüdüsüyle harekete geçmemizdir.
Bazen, sanki bir şeyler sesimizi keser; beğenilmemek korkusu, dışlanma kaygısı, süregelen düzene boyun eğmişlik ya da yoğun bir yetersizlik hissi, vs. gibi olumsuz öngörüler duygu ve düşüncelerimizi pek az açmamıza ya da hiç açmamamıza neden olur.

Özgüveni gelişmemiş bireyler kendilerine bir görev verildiğinde, ya da karşılarına başarmaları gereken bir durum çıktığında, bu durumdan kaçmaya çalışabilirler hatta mümkünse bu işleri başka arkadaşlarına, dostlarına yaptırmaya gayret ederler. Mahcubiyet duygusunu yaşamamak için bu çeşit riskli durumlardan sürekli uzak dururlar. Peki böyle bir durumdan kurtulunması için ne yapılması gerekir?

Esasında özgüven konusundan bahsederken özgüvenin tanımını yapmak daha doğru bir yaklaşım olacaktır.Özgüven kendimizle ile ilgili olumlu ve pozitif duygular geliştirmemiz sonucunda ortaya çıkan harekete geçme gücü şeklinde düşünülebilir.Ayrıca özgüveni yine iç ve dış özgüven olarak ta ikiye ayırabiliriz. . İç özgüven, kendimizle ilgili hissettiğimiz memnuniyet ve kendimize dair inancımız, dış özgüven ise dışarıya kendimiz hakkında verdiğimiz görüntü ve insanlarla olan iletişimlerimizde farklı duygularımızı ifade edebilme becerimizle ilgilidir.

Bizler toplumda yaşayan bireyler olarak hem iç hem de dış özgüveni farkında olarak ya da farkında olmadan çoğu zaman kullanırız.Bunlar arasında da zaten çok iyi bir dengenin kurulmuş olması gerekir.

Eğer iç ve dış özgüveni dengeleyemezsek sağlıksız bir iletişim kurmaya başlarız ki bu da bizim ilişkilerimiz olumsuz bir yönde etkiler.Keza bu durum çoğu zaman bizlerin bağımsız birer fert olmasını engellediği gibi bizlerin sadece yakınımızdaki topluluğun bizi iteklemesiyle harekete geçirmesi ya da toplumla çatışma topluluğa ters düşme şeklinde olumsuz sonuçları görülebilir.
Özgüven konusunda temel nokta bizi harekete geçiren bu gücün ne kadar sağlıklı ve gerçekten ne kadar olumlu ve pozitif olduğudur.Çünkü özgüvenin temelinde insanın pozitif olma duygusu yatar.Eğer bir durumla ilgili negatif düşünceleriniz ne kadar fazlaysa o durumla ilgili iş yapma kapasiteniz de o oranda azalacaktır. Kısacası o işi yapmak istemeyeceksiniz ya da mecbur olduğunuz için yapacaksınız.Bu da sizin o işten alacağınız verimi ve başarıyı haliyle düşürecek. Hangimiz başarmayı yürekten istediğimiz bir konuda çok çalışıp ta kaybetmiş ki.

Özgüven konusuyla, hayattaki başarılarımızın doğru orantılı olarak birbirini tamamladığı göz önünden kaçırılmaması gereken bir nokta.Bizler başarılı olduğumuz, üzerinde defalarca alıştırma yaptığımız bir konuda daha az hata yapma olasılığına sahibiz.Sizlere hata yapmayacağımızı söylemiyorum ama gerçekten böyle bir durumda heyecanımızı daha iyi kontrol ettiğimiz için daha başarılı oluruz.Çünkü biz önceki yaşantılarımızla, birer deneyim kazanmış ve artık tecrübe sahibi olmuşuzdur.

Dolayısıyla herhangi bir konuda ne kadar çok çalışırsak ve başarılı olursak özgüvenimizde o oranda artmakta diyebiliriz
Biz insanların en çok yaptığı hatalardan biri bir başarısızlıkla karşılaştığımızda o başarısızlığımızın sonucunda kendimize olumsuz ifadelerde bulunmamızdır.

Bunu biraz açarsak hepimiz zaman zaman ?Ah ben ne beceriksizim?, ?benden adam olmaz?, ?zaten şu işi başarsaydım alim olurdum? vb. bir sürü olumsuz yükleme yapmışızdır kendimize.Esasında bu yüklemelerimiz bizlerin gelecekte ki hayatında gerçekten pahalıya mal olmakta.Bizleri pasif , çekinden, özgüveni olmayan, arka planda kalmayı tercih eden bireyler haline getiriyor.Her şeyden korkar oluyoruz ve içimizde bulunan girişimcilik ruhunu yok ediyoruz.

Bütün bunların yanı sıra kendi olumsuz varsayımlarımızla beslediğimiz ?yıkıcı? düşünce yapılarımızı yenmek için bazı ?onarıcı? teknikler de var:

Güçlü yönlerimizi belirlemek ve onların üstünde daha çok durmak: Denediğimiz her yeni şey için kendinize şans tanımalıyız. Önemli olan elde edilen sonuç değil, bu yolda harcanan çabalardır. Bu yüzden kendimizi takdir etmeyi bilmeliyiz.

Risk almak: Her yeni deneyime yeni bir öğrenme fırsatı olarak bakabilmek.Asıl olan kazanmak yahut kaybetmek değil! Ancak bu şekilde yeni fırsatlarla karşılaşabiliriz ve kendimizi olduğumuz gibi kabul edebiliriz. Aksi taktirde, her fırsat açılmamış bir kutu olarak içimizde kalacak; dolayısıyla doğrudan başarısızlıkla sonuçlanıp, kişisel gelişimimizi engelleyecektir.

İç konuşma yapmak: İç konuşma yaparak olumsuz varsayımlarımızla başa çıkabiliriz. Kendimize haksızlık ettiğimiz bu durumlarda, ?dur bakalım, o kadar da değil? diyerek daha olumlu varsayımlar üretmeliyiz. Örneğin, herhangi bir şeyin mükemmel olmasını beklediğimiz bir durumda , herşeyi mükemmel yapamayacağımızı, önemli olanın elimizden geldiği kadarını en iyi şekilde yapmaya çalışmak olduğunu kendimize hatırlamak harika bir fikirdir.

Kişisel değerlendirme yapmak: Kendimizi her şeyden ve herkesten bağımsız olarak değerlendirebilmek… İçsel olarak kendimiz kendi davranışımız hakkında ne düşünüyoruz? Bu tarz bir bakış açısı içsel olarak daha güçlü hissetmemizi sağlayacak ve kişisel gücümüzü başkalarının ellerine teslim etmemizi engelleyecektir.

Kendini sevmek: İnsanlar kendilerini sevdiklerinde hem duygusal hem de fiziksel olarak kendilerini güvende hissederler ve kendileriyle barışık yaşarlar.

Kendini tanımak: Kendilerini tanıyan insanlar kendi güçlü ve güçsüz yönlerini iyi bilirler. Bir topluluğa girdiklerinde kendilerini ifade ederken kendi potansiyellerinin farkında olarak harekete geçerler.

Hedef Koymak: Tabi burada kastedilen hedef açık venet koyduğumuz hedefler.Elbetteki çok büyük genel hedeflerimiz olabilir.Ama bunlara ulaşmamız için mutlaka planlı ve daha gerçek hedeflerimizde olmalı.

Pozitif Düşünmek: Pozitif düşünce özgüveni harekete geçirmeye zorlayan belki de en önemli etkenlerden biri. Olumsuz bir düşünceyle herhangi bir başarı elde etmek çok güç. Bu bizi ancak karamsarlığa götürür. O yüzden kendimizi pozitif düşünmeye alıştırmamız ve bunu bir yaşam biçimi haline getirmemiz bize hayatımızda çok şeyler kazandıracak.

İyi bir iletişim: Sağlıklı bir iletişim yeteneğimiz olması bizlerin çevremizde sevilen saygı duyulan güvenilen insanlar olmamızı sağlar.Çevremizde olumlu bir imaja sahip olduğumuzda kendimize güvenimiz artacaktır.

İyi bir ifade yeteneği: Toplum içinde konuşmak için bol bol okumamız konuşma tekrarları yapmamız ve hatta zaman zaman iyi birer hatip olabilmek için evde çalışmamız ve sonucunda da konuşma yeteneğimizi artırmamız bize topluluk içinde daha çok söz söyleme imkanı tanıyabilir.Bu da bizi yine özgüven konusunda olumlu destekleyebilir.

Duyguları kontrol etme : Duyguları ile başa çıkabilen çocuklar duygularının esiri olmazlar. Beklenmedik davranışlar göstermezler. Korkuları ve endişeleri ile başa çıkabildikleri için riskleri göze alabilirler. Mutsuzluklarının kendilerini sürekli engellemesine izin vermedikleri için sıkıntılı dönemlerini kısa sürede atlatabilirler. Anlaşmazlık olduğunda kendilerini iyi savunurlar. Kıskançlık, öfke gibi doğal olan duyguları yaşadıklarında suçluluğa kapılmazlar. İlişkilerinde neşe, sevgi ve mutluluk ararlar. Kimseye körü körüne kapılmazlar.

Anne babalar çocuğu özgüvenli yetiştirmek için neler yapabilir ?
* Çocuğun güçlü olduğu konularda büyüklerine yardımcı olmalarına izin verilmesi.
* Yaptığı işe çok fazla müdahale etmeyerek kendisine duyulan güvenin belli edilmesi.
* Onunla zaman geçirerek önemli olduğunun kanıtlanması.
* Onların düşünce ve inançlarının eleştirilmeden dinlenmesi.
* Potansiyellerini sınamaları için riske atılmalarının teşvik edilmesi.
* Yaptığı işlerle ilgili ona olumlu tepkiler verilmesi.
* Çocuğa yönelik eleştirilerin dolaysız, açık ve dürüst olması.
* Kendisini tanıması için sosyal etkinliklere (Resim, tiyatro, spor…. vb.) yönlendirilmesi.
* Karşılaştırma yapmaktan kaçınılması.
* Çocuğun sınırlarını göz önünde bulundurarak çok zor hedefler belirlememesine yardımcı olunması.
* Hedeflerine ulaşmada geçtikleri her aşama için teşvik edilmesi. (Daha uzun birlikte olmak, hafta sonu sinemaya birlikte gitmek, evde parti yapmasına izin vermek…..vb.)
* Onların hedeflerine saygı gösterilmesi.
* Olumsuz düşüncelerini bir kenara bırakarak kendileri adına olumlu şeyler söylemeleri için cesaretlendirilmesi.
* Düşüncelerinde genelleme yapmalarının engellenmesi. (Sınav konularının hiçbirini öğrenmemistik yerine Sınav konularının bazılarını öğrenmemiştik …. vb.)
* Düsüncelerindeki abartılı ifadelerin daha doğru ifadelere yöneltilmesine yardımcı olunması (Öğretmen beni hiç dinlemiyor yerine Soru sorduğumda bazen öğretmen beni dinlemiyor…..vb.)
* Sık sık konuşma fırsatı verilmesi ve düzenli aralıklarla çesitli konularda sohbetler edilmesi.
* Kültür farklılıkları,farklı insanlar ve durumlar hakkında tartısmalar yapılması.
* Beden dilinin önemi üzerinde durulması.
* Ev içinde ve dışında basarabileceği sorumluluklar verilmesi. (Sofrayı kurma, telefon faturasını yatırma, ufak tefek alısveris yapma…. vb.)
* Değişik yaş gruplarındaki insanların bulunduğu ortamlara girmesine fırsat yaratılması.
* Pozitif düşüncelerin paylaşılarak olumlu düşünme yeteneğinin gelistirilmesi.

Sonuç olarak ; Özgüven için başınızı kaldırıp biraz dik durmanız ve geleceğe güvenle pozitif bir şekilde bakmanız hayatınıza yeni bir ufuk kazandıracaktır.
Kaynak : www.kigem.com

kinCi diiLim Ama Unutmam!..
şevkat qöSteriRim Ama ŞıMarTmaM.. !
Ciddiye aLıRıM ama KAPILMAM!..
DALGA GEÇERİM AMA KIRMAM..!
Huzur Veririm Ama Söz vermem!!
Yukarı Dön
bertobat Açılır Kutu Gör
Altın Üye
Altın Üye


Kayıt Tarihi: 03 Şub 2010
Konum: ankara
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 2404
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 28 Mar 2010 Saat 15:23
Hayatın olumsuzlukları karşısında savunmasız kalmak stres yükünü artırıyor. Stres ise yaşam kalitesini günden güne düşürüyor. Dr. Michael Fisch’in, hayatın olumsuzluklarına karşı geliştirdiği ilkeler stresle başa çıkmak isteyenlerin imdadına yetişiyor. İşte can simidi işlevi gören o ilkeler… Çalışma hayatının ve yaşamın gereklerinin neden olduğu stresten hepimiz etkileniyoruz. Ancak stresin oluşumunda çevre kadar kişinin algılama ve düşünme biçiminin de büyük bir etkisi var. Bu sebeple kişinin stres karşısında kendi bilişsel yapısını daha iyi anlayarak, stres düzeyini denetlemesi ve kendi yaşam kalitesini yükseltmesi de mümkün.

Texas Üniversitesi MD Anderson Kanser Araştırma Merkezi uzmanlarından Dr. Michael Fisch’in, doktor olarak kendi ve meslakdaşlarının ve hastalarının hayatları üzerindeki gözlemlerine dayalı olarak belirlediği ilkeler can simidi gibi hayatın içinde boğulmayı engelliyor. Dr. Fisch’in 10 ilkeden oluşan reçetesi, yalnız kanserle mücadele eden hastalar ve stres altında çalışan doktorlar için değil, hayatın olumsuzları karşısında daha güçlü olmak isteyen herkes için.

Işte Dr. Michael Fisch’in stres ve hayatın olumsuzlukları ile başa çıkma reçetesi:

1. Kendi özgürlük alanınızda seçebilme özgürlüğüne sahip olmaya çalışın: Dr. Fisch’e göre nasıl giyineceğinizden tutun, nasıl çalışıp nasıl yaşayacağınızın başkaları tarafından söylenmesi kişiyi olumsuz etkiliyor. Bu nedenle hayatın olabilen her alanında seçebilme özgürlüğünüzü kullanın.

2. Kendi yeteneklerinizi kullanın: Sevdiğiniz işi yapın. Ya da sevdiğiniz şekilde yapmaya çalışın. Bu şekilde hayattaki en büyük stres kaynaklarından birini doğrudan saf dışı bırakmış oluyorsunuz. Sevdiği işi yapmak kişiye mutluluk ve gurur veriyor.

3. Hayatın her alanında güzel ilişkiler kurun: Gerek iş gerekse özel hayatınızda kuracağınız güzel ilişkiler neticesinde insanlarla aranızda yaşanacak her türlü gerginlik engellenmiş ve bu sayede stres yaşamanıza neden olacak tartışmalara da girmemiş oluyorsunuz.

4. Anlık ihtiyaçlarınızın farkındalığını arttırın: Bu ilke, sürekli farklı ihtiyaçların karşılanmaya çalışıldığı hayatta, o anda asıl neyin önemli olduğunu belirlemek anlamına geliyor. Robot gibi yaşanmaması gerektiğinin altını çizen Dr. Fisch, karnınız aç olduğunda ilk yapmanız gereken şeyin onu doyurmak olduğunu söylüyor.

5. Hayatta sahip olduklarınıza minnettar olun: İşlerin kötüye gittiği bir anda sadece yürüyebildiğiniz veya nefes alabildiğiniz için minnettar olmak sizi olumsuz duygular ve stresten uzaklaştırıp olaylara daha pozitif bakmanızı sağlıyor.

6. Korkularınızdan korkmayın: Hayatta yapmak isteyipte çeşitli korkularınız yüzünden sürekli ertelediğiniz ya da yarım bıraktığınız şeylerin sizi üzmesine izin vermeyin. Dr. Fisch, korkularla başa çıkmak için biraz daha cesaretin yeterli olduğu görüşünde.

7. Değişimin sürekliliğini kabul edin: Evrende her konuda sürekli varolan değişim, evrenle eşzamanlı olarak yaşanmadığında kişinin hayatını olumsuz yönde etkiliyor. Bunun en basit örneğiyse yaşlandığımızın farkına varıp, kabul etmek.

8. İçinde şefkat ve iyi niyet barındıran bir kafa yapısına sahip olun: İnsanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen en önemli unsurlardan biri bu. Dr. Fisch, iyi niyetle yaklaştığınızda olayların veya karşınızdaki insanların da size karşı iyi niyetli olacağını belirtiyor. Bu nedenle iyi niyet ve şefkat büyük önem taşıyor.

9. Kendinizi güvende hissedin, emniyete alın: Kişiye özel olarak kendinizi güvende nasıl hissedecekseniz o şekilde davranın. Bu durum bazı insanlar için maneviyatın önem kazanması, bazı insanlar için sıcak aile ortamı ve bazıları içinse refah içinde yaşamak şeklinde olabiliyor.

10. Hayatın neresinde fark yaratabileceğinizi bulun: Benim bir önemim var mı? sorusuna vereceğiniz cevaplar bu maddenin karşılığını veriyor. Büyük ya da küçük olsun bu soruya verdiğiniz yanıtlar hayatta diğer insanlar arasından hangi özellikleriniz nedeniyle farklı olduğunuzu ve neden özel olduğunuzu anlamanız açısından büyük önem taşıyor.

Dr. Fisch’in hayatın içinde boğulmayı engelleyen ilkelerinin önem ve sıralaması zamana ve ihtiyaca gore değişiyor. Ancak stres düzeyini düşürme ve yaşam kalitesini yükseltme konusundaki etkileri Dr. Michael Fisch’in kendisinin ve hastalarının hayatından pekçok örnekle kanıtlanmış durumda. 

Kaynak : www.anneyiz.biz

kinCi diiLim Ama Unutmam!..
şevkat qöSteriRim Ama ŞıMarTmaM.. !
Ciddiye aLıRıM ama KAPILMAM!..
DALGA GEÇERİM AMA KIRMAM..!
Huzur Veririm Ama Söz vermem!!
Yukarı Dön
bertobat Açılır Kutu Gör
Altın Üye
Altın Üye


Kayıt Tarihi: 03 Şub 2010
Konum: ankara
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 2404
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 28 Mar 2010 Saat 15:32

guven hissiHer çocuk özeldir. Ama bazıları bebekliklerinden itibaren davranışlarıyla herkesi şaşırtır. Yaşıtlarından farklı olduğunun sinyallerini verir. Bu durumda pek çok ebeveynin aklına ’acaba çocuğum üstün zekalı mı?’ sorusu takılır. İşte bu sorunun doğru cevabını bulmanızı sağlayacak ipuçları… Kimi çocuk, davranışları ya da sözleriyle çevresinde-kileri şaşırtır. Bu durumda birçok anne-babanın aklına ‘Acaba çocuğumuz üstün zekalı mı?’ sorusu takılır. Bunu anlamak için çocuğunuzu iyi gözlemlemelisiniz.

Her anne - baba çocuğunu dikkatle inceleyip ondaki farklılıkları yakalamak ister. Bunun temelinde kendi için özel olan çocuğunun herkes için de özel olması arzusu yatar. Ama bu, bazı çocukların diğerlerinden özel olmadığı anlamına gelmez. Bazı çocuklar gerçekten diğerlerinden daha farklı olabiliyor. Bazılarını da biz farklı sanıyoruz, çünkü çocukların neler yapabileceğini bilemiyoruz. Bebek dergisi mart sayısında üstün zekalı çocuklarla ilgili kapsamlı bir dosya hazırladı.

SİNYALLERİ TAKİP EDİN!
İki-dört yaş arasındaki sinyaller
* Artistik becerilerini ya da sayılarla arasını takip edin. Gerektiğinden daha fazla realist resimler çiziyor ya da basit matematik işlemlerini kafasında yapabiliyorsa çocuğunuzun biraz farklı olduğunu düşünebilirsiniz.
* Konuşma ve yabancı dil konusunda hızlı bir gelişim kaydedebilir. Kelime haznesi çok çabuk genişler.
* Gerçi üç yaş, çocukların çok soru sormaya başladığı bir dönemdir ama özel çocukların soruları asla bitmez.
* Hiperaktif değil, ama son derece hareketli çocuklardır. Aradaki fark da şurada: Hiperaktif olan çocuklar çok hareketlidir ama konsantrasyon zorluğu çeker. Ama bu çocuklar çok hareketli olsalar bile uzun süreli dikkat bütünlüğü sağlayabilir.
* Geniş, karışık ama çarpıcı hayal güçleri vardır. Ve bu özellikleri sayesinde çevrelerinde kendileri gibi çocukları bulur, onlarla diğerlerine nazaran daha yakın olurlar.
* Kitap, televizyon ya da filmlerden öğrendikleri bilgileri unutmazlar, aksine her zaman hatırlar ve bu bilgileri kullanırlar. Hatta siz, çocuğunuzun bu bilgiyi nereden, nasıl edindiğini bilmezsiniz bile.

BELİRTİLER
Üstün zeka ve yetenek belirtileri şöyle sıralanabilir: Mükemmel uzun süreli bellek, geniş sözcük dağarcığı, okuduğunu anlama başarısı, matematiksel akıl yürütme başarısı, tartışmalarda gelişmiş sözel beceriler sergileme, bilgisayar kullanmada beceriklilik, daha güç işlerde daha başarılı olma, karmaşıklığı çözebilme, aşırı yaratıcılık ve yüksek hayal gücü, sonuca iyi ulaşabilme, keskin gözlemci olma, çok ilginç fikirlere sahip olma, aşırı merak, çok soru sorma, yüksek düzeyde enerjik, espri anlayışı; sanat, bilim, geometri, mekanik, teknoloji ya da müzikte başarı.

TEST ÜÇ YAŞINDAN İTİBAREN YAPILABİLİR
Son yıllarda birçok anne - baba, çocukların özel olup olmadığını anlamak için onları testlere tabi tutmaya başladı. Doktorlar öncelikle bu testlerin sadece ‘özel çocuk keşfi’ amacıyla yapılmadığını ailelere açıklamaya çalışıyor. Bu testler belli yaşlarda yapılarak ve belli dönemlerde tekrarlanarak çocuğun gelişimi takip edilebiliyor. Daha yetenekli olduğu alanlar tespit edilip, onları daha iyi değerlendirmesi amaçlanıyor.
Uzmanlar üç yaşından itibaren çocuklara zeka testinin yapılabileceğini söylüyor. Ancak elde edilen sonuçların kesinliği yok. Daha doğru sonuçlar elde etmek için beş yaşın beklenmesi gerektiği belirtiliyor.

ÜSTÜN ZEKALI ÇOCUĞU NASIL TANIRSINIZ?
FİZİKSEL ÖZELLİKLER
* Fiziksel gelişimleri ve sağlıkları diğer çocuklardan daha iyidir.
* Çok enerjiktir.
* Aşırı duyarlı sinir sistemine sahip olmaları, yaşıtlarına oranla daha fazla hareketli olmalarına yol açabilir.
* Bebeklik döneminde daha az uyku gereksinimi duyabilir.
* Duyu organları çok hassastır.
* Bebeklerde battaniyeleri üzerinden atma, giyim eşyalarındaki etiketlerden rahatsız olma, altlarının ıslanmasına ve gürültüye aşırı tepki gösterme şeklinde kendini belli eder.
* İki ayrı fabrikanın ürettiği meyve suyu arasındaki farkı hemen anlar.
* Kuvvetlidirler ve hızlı olgunlaşır.

SOSYAL GELİŞİM ÖZELLİKLERİ
* Kendilerinden büyük çocuklarla karmaşık oyunlar oynamak ister.
* Karşısındakilerin duygu, düşünce ve isteklerini tahmin edebilir.
* Lider olma özellikleri vardır.
* Espri yetenekleri gelişmiştir.

KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ
* Bağımsız olma özelliği gösterir.
* Eline yeni bir oyuncak verilince saatlerce onunla ilgilenebilir.
* Yüksek amaç ve idealleri vardır.
* Aşırı duygusal olabilir.
* Arkadaşlarına yapılan bir haksızlık bile onların gözlerinin dolmasına neden olabilir.
* Mükemmelliyetçidir.
* Özgüvenleri yüksektir.

ZİHİNSEL ÖZELLİKLER
* Kolay ezberleyip, ezberlediği bilgileri uzun süre hafızasında tutabilir.
* Kelime hazneleri geniştir.
* Başladıkları görevleri bitirmek için daha fazla fırsat verilmesini ister.
* Erken konuşmaya başlar.
* İki kelimeli cümleleri yaşıtları iki yaşında söyleyebilirken, onlar bir yaşında söyleyebilir.
* Kendi başlarına okumayı öğrenebilir. Ama kas gelişimi aynı hızı gösteremez.
* Hızlı düşünürler, ama yazarken kasları o hızı takip edemez. Bu nedenle birinci sınıfta en büyük sorunları yazmayı sevmemektir.
* Sayılara erken ilgi duyarlar. Üç yaşındaki bir çocuk, ‘10 bin’lerden bahsedebilir.

Kaynak : milliyet.com.tr

kinCi diiLim Ama Unutmam!..
şevkat qöSteriRim Ama ŞıMarTmaM.. !
Ciddiye aLıRıM ama KAPILMAM!..
DALGA GEÇERİM AMA KIRMAM..!
Huzur Veririm Ama Söz vermem!!
Yukarı Dön
*sincap* Açılır Kutu Gör
Katılımcı Üye
Katılımcı Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 21 Mar 2010
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 246
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 28 Mar 2010 Saat 18:12
Orjinalini yazan: bertobat bertobat Yazdı:

internette beğendiğim yazıları paylaşıyorum ama yararlı oluyor mu sizeConfused bilemedim.
 
eline sağlık canım
Anladım ki sende benim kafadansın
bende neredeyse bu konuların hepsini ezberledim ...
bence ilgilenen Anneler zaten bu konuları buluyor fakat senin her konuyu bir araya toplaman bizim için kolaylık oluyor..
tekrar teşekkürler..
paylaşımların devamını bekliyorum..Clap
Yukarı Dön
*sincap* Açılır Kutu Gör
Katılımcı Üye
Katılımcı Üye
Simge

Kayıt Tarihi: 21 Mar 2010
Durum: Aktif Değil
Puanlar: 246
Mesajın Direkt Linki Gönderim Zamanı: 28 Mar 2010 Saat 18:14
Orjinalini yazan: bertobat bertobat Yazdı:

uzmanlar ayrı yatırmamız gerektiğini söylüyor ama ben çocuğum mayısta 3 yaşına girecek dha tek başına hiç uyumadı. bu yanlış bir tutum ama bende eşimde çocuklarla yatmanın daha yararlı olduğunu düşünüyoruz çünkü ikimizde çalışıyoruz. akşam telafi edebileceğimizi düşünüp içimizi rahatlatıyoruz.
 
ben dinen ve ve okuduğum kadarıyla
3 yaşına kadar aynı odada olmasının bir sakıncası yok diye biliyorum..
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz Sayfa  <12345 7>
  Konu Paylaş   

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

  | İletişim | Reklam | Gizlilik İlkeleri Copyright 2007-2025 ® NETATÖLYE - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz alıntı yapılamaz.