Evlatlar açısından babalık üç döneme ayrılır:
İlki "Benim babam gibisi yok" dönemidir.
Babamızın her şeyi bildiğini, herkesi yenebildiğini, her engeli aşabildiğini düşünür, buna yürekten inanırız.
İkinci dönem biraz daha büyüyüp, başkalarının babalarıyla tanıştığımız ve kendimizinkiyle kıyasladığımız dönemdir:
"Falancanın babası oğluna şunu almış", "Filanca kızına şöyle davranmış" diye yakınır çocuklar...
Üçüncü dönem "Eksiği, fazlası vardı, ama çok iyi adamdı" dönemidir. Bu cümleyi genellikle bir pişmanlık ifadesi izler:
"Keşke hayatta olsaydı da boynuna sarılabilseydim, akıl danışabilseydim."
* * *
Babalar açısından evlatla ilişkiler de üç döneme ayrılabilir:
İlki "Yavruma canım feda" dönemidir. Her baba, bebeğini ilk kucağına aldığında avucunu dolduran sıcaklığı başka hiçbir sevginin yaratamayacağına inanır. Artık çocuğu için yaşayacaktır.
İkinci dönem "Hiç vaktim yok ki" dönemidir. Bebeklik devrinin tatlı neşesi yerini uykusuz gecelere, dur durak bilmez bir ilgi talebine bırakır ve baba yeniden işlerine gömülür. Ömrünü adamaya söz verdiği evlatla akşam sofrada ya da televizyon karşısında birlikte olabilir ancak...
Ve son dönem:
Artık evladını sevmeye vakti vardır, lakin seveceği evlat çoktan yuvadan uçmuştur. Bir zamanlar cıvıl cıvıl şakıyan çocuk odasının derli toplu sessizliğine bakıp "Keşke ona daha çok vakit ayırabilseydim" diye iç geçirir.
* * *
İkinci dönemi yaşayan babalar ve çocuklara tavsiyem, üçüncüyü yaşamamak için birinciye dönmeleridir.
"Keşke"leri aşmanın yolu, baba - çocuk ilişkilerinde balayı yıllarının heyecanını diriltmekten geçiyor.
Ben bu duyguyu geçen hafta sonu bir göl kenarında yaşadım.
Babam ve oğlumla yürüyüşe çıktık. "Diş perisi"nin getirdiği motoru yüzdürdük önce... Sonra kendi keşfettiğimiz dar patikadan geçip yüksekçe bir tepeye tırmandık ve yan yana oturup yukarıdan göle baktık.
İşte üç kuşak bir aradaydık.
Babam, en güçlüsüydü babaların... ve oğlum en yakın arkadaşım...
Ayaklarım göldeydi... Bulutlara değdi başım...
* * *
Son zamanlarda hangi eve gitsem çocuk odasında yığınla oyuncak görüyorum.
Oyuncaklar... çocuklarımıza ayıramadığımız vakitlere karşı verdiğimiz rüşvetler... Oysa oyuncaktan çok onları birlikte oynayacağı bir babaya ihtiyacı var çocukların... tıpkı babaların hediyeden çok, ziyaretine gelip onlarla dertleşecek çocuklara ihtiyacı olduğu gibi...
3 yıl önceki babalar günü yazıma baktım; oğlumla yapmak isteyip yapamadıklarımı yazmışım. Şükür ki, bir kısmını yapabildim geçen 3 yılda:
Dün balığa çıktık Ege'de...
Bir düet kaseti kaydedemesek de, bir cümle ondan, bir cümle benden, bir masal yazdık birlikte...
Ve nihayet bisiklete bindik geçenlerde... O, seleden tuttuğumu bilmenin verdiği güvenle bastı pedala... Birkaç metreden sonra elimi fark ettirmeden çektim ve bisiklette kendi başına gidişini seyrettim; ilk bisikletimi ve babamın seledeki elini anımsayarak...
Öykünün sonrasını biliyorum:
Pedala bastıkça bisiklet kanatlanacak ve artık seleden tutmaya ihtiyaç kalmayacak.
Bir zaman sonra oğlum da ilk bisikletinin selesinden tutan o eli anımsayacak.
Ve gün gelecek; seleden tutan, kendi eli olacak.
Hayatın akışı böyle...
Yeter ki, "keşke"ler olmasın finalde...
Bütün babalara sevgilerle...
Düzenleyen yessim - 30 Nis 2008 Saat 10:21