Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
DENETLEYEN ANNEDEN ETKİLEYEN ANNEYE
BİRSEN ÖZKAN
Psikolog-Eğitimci
Yazı Boyutu:
Güç kullanmanın olumsuz etkileri (2)

Önceki yazıyı çocuk eğitiminizde ödül-ceza varsa çocukta dış disiplin; ödül-ceza içermeyen etkili iletişimle kurulan bir disiplin varsa çocukta iç disiplin gelişir demiş ve vazgeçtim sorumluluk duygusu geliştirmesinden tek dediğimi yapsın razıyım, deyip ödül-ceza kullanmaya karar verseniz de bu işin pek kolay olamayacağını ekleyerek bitirmiştim..

Davranış bilimciler ödül-cezanın etkili olabilmesi için, kullanacak olanların önce işleyiş mekanizmasını bilmeleri gerektiğini söylüyorlar:

ÖDÜL VE CEZANIN İŞLEYİŞ MEKANİZMLARI  (ÖN KOŞULLARI):
1- Bu mekanizmanın işleyebilmesi için çocuğun ya da gencin, büyüğün vereceği ödüllere çok gereksinim duyması, onlara bağımlı olması; verilecek cezalardan da korkması gerekir.

2- Aynı zamanda çocuk/genç gereksinimlerini kendi kendine karşılayamayacak ya da verilecek cezalardan kaçamayacak kadar ilişkiye sıkı sıkıya bağlı olmalıdır. Eğer bu alt yapı varsa sıra davranış bilimcilerin deneyerek saptadıkları özel koşullara geliyor.

CEZANIN ETKİLİ OLABİLMESİ İÇİN:
1-Bir kez cezalandırılan davranış her zaman cezalandırılmalıdır. 
İşten çok yorgun döndüğünüz ya da misafirlerle çok yorulduğunuz bir günün akşamında kabul çizginiz çok yukarılarda olduğu için çocuğunuzun masum yaramazlıklarını bile kaldıramayıp onu cezalandırabilirsiniz. Aynı davranışı yorgun ve sıkışık bir durumda olmadığınız zamanda yapsa büyük ihtimalle kabul çizginiz çok aşağılarda olduğu için rahatsız olmaz ve hoş görebilirsiniz. İşte bu nedenle bu maddeyi uygulamak olanaksızdır. (Tutarlı olamayacağınız için ben-dili kullanmanız öneriliyor. "Şimdi, şu nedenle kabul edemiyorum" diyerek davranışını reddederseniz, bu açıklamanızla çocuğun gözünde tutarsız görünmezsiniz. Böyle bir ifade çocuğunuzun gözünde başka zaman da kabul etmeyeceğiniz anlamına gelmez. Zaten anababalara verilen "tutarlı olma direktifi"ni hiç anlamış değilimdir. Kabul edemediğimiz ya da kabul ettiğimiz günlük davranışların altında duygular vardır. Duygularda tutarlı olmak diye bir şey olabilir mi? Duygu duygudur, tutarlısı-tutarsızı, iyisi-kötüsü, güzeli-çirkini olamaz. Bir evde tutarlılık ancak ilkeler ve evrensel değerlerde olabilir, olmalıdır. Anababa bu konularda aynı düşüncede olmalı ve çocuğun karşısında bunlardan ödün vermeden tutarlı davranmalıdır.)

2- Ceza istenmeyen davranışın hemen ardından verilmelidir.
Cezayı istenmeyen davranışın hemen ardından vermek her zaman olabilir mi? Diyelim ki çocuğunuz bile isteye(bile bile yerine?) tabağından kaşık kaşık yemek alıp yere döküyor. Yalnızken isterseniz onu bu davranışının hemen ardından dövebilirsiniz bile. Aynı hareketi sofranızda misafirler varken yapabilir misiniz? Böyle bir davranışla yalnız çocuğunuzu değil herkesi cezalandırmış olursunuz. Eskiden hatırlıyorum kayınvalideler ve anneler kızlarına "Sen şimdi çocuğunu değil beni dövdün" diyerek tepki verirlerdi. Demek ki bu maddenin de uygulanması zor görülüyor.

3- Ceza çocuğa yalnızken verilmelidir.
Başkalarının yanında verilmemelidir. Çocuğun onurunu korumak için olsa gerek! Diğer ikisiyle çeliştiği ortada.

4- Cezalandırılan davranış hiçbir zaman ödüllendirilmemelidir.
Sizin salonda top oynadığı için cezalandırdığınız çocuğunuz, akşam babasıyla aynı yerde top oynayabiliyorsa sabah cezalandırılan davranışı akşam ödüllendirilmiş olur. Bu da çocuğun kafasını karıştırır. Sınıfta öğretmenin cezalandırdığı davranışı arkadaşları tarafından gülündüğü için onay alıyorsa, çocuk o davranışından vazgeçmez.

5- Cezalar çok sık verilmemeli ve çok şiddetli olmamalıdır.
Cezaların çok sık olmasının zararları görüldüğünden sık verilmemesi gerekiyormuş. Çocuğun, size göre cezalandırılması gereken davranışları üst üste geliyorsa ne yapacaksınız?

6- Ama etkili olabilmesi için yeteri kadar da caydırıcı olmalıdır.
Etkili olması için de caydırıcı düzeyde olmalıymış. Nedir bu caydırıcılığın sınırı? Bir evde çocuğun bacağını çimdiklemek ise başka bir evde bacağında sigara söndürmek olabilir!  Bu durum gazete haberlerinden okuduğumuz gibi çocuk istismarına kadar gider.  Ama hafif cezaların da etkisiz olduğunu, hatta aşı gibi acıya karşı bağışıklığı güçlendirdiğini biliyorum. Annesinden dayak yerken "Vur, vur acımıyo ki, acımıyo ki" diyen arkadaşlarımı hatırlıyorum. Evet ölçü ne?

İnsan oluşumuzun doğal sonucu olan tutarsızlığımız/kabul çizgimizin oynaklığı nedeniyle (7. yazı) uygulanması neredeyse imkansız olan ve birbirini değilleyen bu koşulları yerine getirmek gerçekten çok zor.  

(Son zamanlarda cezanın zararlarından söz edildiğini duymak beni çok mutlu ediyor ancak devamında cezadan kastedilenin yalnızca fiziksel ceza olduğunu anlıyor ve hayal kırıklığına uğruyorum.  Şimdilerde dayak yerine "mahrumiyet" diye bir şey moda oldu. Bu cezanın zararsızı olarak sunuluyor. "Ceza yerine çok sevdiği bir şeyden mahrum edin" diye önerenlere ben de, "Kabul edemediğiniz bir davranışı nedeniyle çocuğa "Sana bir tokat mı atayım, yoksa bilgisayar oyununu mu yasaklayayım?" diye sormalarını öneriyorum.)

ÖDÜLÜN ETKİLİ OLABİLMESİ İÇİN:
 (Durum pek farklı görülmüyor)
1-Ödüller olumlu davranıştan hemen ardından verilmeli ya da çok yakın gelecek için vadedilmelidir. Diyelim ki sokakta ya da genel bir taşıt aracındasınız. Çocuğunuz çok hoşunuza giden bir davranış yapıyor. Eğer maddi olarak ödüllendirmeye alıştırmışsanız, sokağa çıktığınızda yanınızda ödül çıkınınızın olması gerekir!

2- Kabul edilmeyen davranış ödüllendirilmemelidir.Salonda baba-oğulun top oynama örneğini hatırlayın.

3- Çocuklar kendi ödüllerini elde edememelidir. Arkadaşına kendi başına gidecek kadar büyümüş çocuğunuza "Ödevlerini cuma akşamı bitirirsen cumartesi günü seni Ahmet''''lere götürürüm" demeniz ödül yerine geçebilir mi?

4- Ödüller erişilemeyecek yükseklikte olmamalıdır. Bu çok önemli bir koşul. Sosyal zekâya sahip bir çocuğa "Matematikten beş alırsan…….." demek çok acımasızca olur. Ya da hiperaktif bir çocuğa "Misafirlikte uslu oturursan sana…….." demek, hiçbir zaman ulaşamayacakları yükseklikte bir ödül vaadi demektir.

5- Beğenilen davranış ödülsüz kalmamalıdır. Bir kez ödül alan davranış her zaman ödüllendirilmelidir. Geleneksel disiplinde genellikle hatalar, yanlışlar üzerinde durulur. Bu nedenle ödül-ceza kullanan anababalara çocukları olumlu davrandıklarında bu onlara doğal gelir, bu nedenle çocuğun olumlu davranışı gözlerinden kaçabilir.  Ya da daha önce ödüllendirdikleri bir davranışı hatırlayamadıkları için ödüllendiremeyebilirler. Bu durum çocuklara haksızlık gibi gelir ve davranışı sürdürüp sürdürmemek konusunda kafalarını karıştırır.

6- Ödüller giderek arttırılmalıdır. İlkokulu bitirdiğinde bisiklet ödülü verilen çocuğa ortaokulu bitirdiğinde motorsiklet, liseyi bitirdiğinde araba, üniversiteyi bitirdiğinde…….. mi almak gerekir. Etkili olması için ne kadar arttıracağız?

7-  Ve ödülün etkili olabilmesi için ceza ile dönüşümlü olarak verilmesi gerekir. 

Zıtlar birbirinin şiddetini arttırır. Ceza olmadan yalnız ödül kullanmak zaman içinde işe yaramaz hale geliyor. Bunu yalnızca ödül uygulayan okullardan biliyorum.

Bu ceza ve ödül koşulları size de sirklerdeki hayvan terbiyesini hatırlatmadı mı? Hayvanlara bile yapılmasından hoşlanmadığımız şeylerin çocuklara uygulanması reva mıdır? İnsan yavrusu laftan anlar, yeter ki büyükleri onu insan yerine koysunlar. 

Beni şaşırtan, cezanın zararlarını görüp bundan vazgeçen anababa ve öğretim kurumlarının,  nasıl oluyor da ödülün sonuçlarını düşünemiyor, göremiyor olmaları. Sanıyorum daha önce de söylediğim gibi bunun nedeni ceza verirken yaşanan olumsuz duyguların ödül verirken yaşanmaması ve ne yazık ki psikolojinin büyüklerinin de ödülün pekiştirme aracı olarak kullanılmasının yararlarından söz etmeleri olabilir. Oysa kısa vadede işe yarar gibi görünen ödül vermenin, uzun vadede çocuğun kişilik gelişimi üzerinde tıpkı ceza gibi etki ettiği kesinleşmiş bir olgudur. Cezanın olumsuzluğu ayan beyan olduğu için onu bir kenara bırakıp ödül üzerinde durmayı sürdürelim.

ÖDÜLÜN YAN ETKİLERİ
1- Utandırır
Sizler de benim gibi ödül aldığınızda utandığınız zamanlar olduğunu anımsayabilirsiniz. Çalışkan ve terbiyeli olduğu için kuzenimin kızını ilkokul öğretmeni her gün tahtanın önüne çıkarır ve arkadaşlarına alkışlatırmış. O da, "Hiçbir zaman benim kadar çalışkan olamayacak ve alkışlanamayacak arkadaşlarım var, işte onların beni alkışlamasından utanıyor ve çok üzülüyorum" biçiminde dile getirmişti rahatsızlığını. Her çocuğu olmasa bile bazı duyarlı çocukları ödül almak utandırabilir. (Birinci cümleyi silmem gerek. Kendimi duyarlı yaptım.)

2-  Ödül alanı kıskandırır ve onunla rekabete sokar.
Ödül alan masum çocuk, kardeşleri/arkadaşları tarafından adeta düşman ve savaşılması gereken bir rakip olarak algılanabilir. Bu rekabet duygusu yenme duygusunu getirir. İşin içine yenme isteği girince çocuk artık dış etki ile hareket ediyor demektir. Yaptığı işi, içinden gelerek keyifle değil, yarışma isteğiyle yapar. Deci ve arkadaşları, bir etkinlik sırasında çocuklar yarışma içine sokulunca, etkinlik artık zevk için yapılmaktan çıkar ve kazanmanın bir aracı olarak görülmeye başlanır, demişler. Ne kadar doğru. Eğitimci John Holt (1982), "Yıldızlı notlar, takdir, teşekkür gibi küçük ödüller için, daha doğrusu utanılması gereken başkalarından daha iyi olma duygusu için, çocukları yarışmaya zorlayarak onlardaki öğrenme sevgisini yok ediyoruz" demiş. Ne de güzel söylemiş.

3-  Çocuk, güzel ve doğru olanı yapmaktan, çalışma ve öğrenmekten alacağı zevk ve doyum (iç ödül) yerine dış ödül için çalışır. Oyuncaklarını, odasını toplayan çocuk, bunu kendi başına yapmaktan alacağı hazzı fark etmez olur ve "Anne bak odamı topladım, bana ne vereceksin?" Ders çalışma için de aynı şey söz konusudur. 

4-  Alışkanlık yapar.
Yararı geçici de olsa güzele alışmak kolaydır ve tekrarı istenir.

5-  Hakkaniyet duygusunu zedeler.

İnsan oluşumuzun doğal sonucu olan tutarsızlığımız nedeniyle ödülleri eşit dağıtmamız söz konusu olamaz. Özellikle birden fazla çocuğun olduğu evlerde ve özellikle sınıflarda ödül kullanmak laboratuar çalışmalarındaki dikkati ister.  Büyüklerin haksızlık etmemek ve eşitliği sağlamak için verdikleri her ödülü not etmeleri gerekir. Çocuklar çok dikkatlidir, hiçbir şey gözlerinden kaçmaz; "Geçen gün yemeğimi bitirdim diye dondurma vermiştin, ama şimdi de bitirdim dondurma vermedin"; "Abim 5 alınca ona pasta yaptın, ben de geçen hafta sosyalden 5 almıştım!" Belki de anne, çalışmayı sevmeyen büyük çocuğunu teşvik için ödül vermeyi düşünmüş, çalışkan olan küçüğü için buna gerek görmemiş olabilir. Görüldüğü gibi annenin düşüncesinin ne olduğu değil, çocukların ne algıladıkları, ne hissettikleri önemlidir.

Anababa gruplarımdan birinde ödül konusunu işlerken, Gordon''''un dediklerinin tümünü bir yaşantıda görmüştük: Bir çiftin ilkokul birinci sınıfta okuyan bir kızları vardı. Çocuğun parmak kasları çok zayıfmış. Doktoru anne-babaya olabildiğince fazla yazı yazmasını sağlayın, demiş.  Anne-baba öğretmenle bu sorunu paylaşmış ve ödül vererek çocuğu teşvik kararı almışlar. Zaten okulda ödül bolca kullanılıyormuş. Zorlu süreç başlamış. Evde her yazdığı sayfa için ödüller, sınıfta her götürdüğü ödev için bol yıldızlı beşler verilmeye başlanmış. Önceleri çocuk bu teşvikten hoşnutmuş. Ancak verilen ödüller onu tatmin etmemeye başlamış. Daha fazlasını bekler olmuş. (Giderek artırılmalı koşulu). Sonunda da "İstemiyorum sizin ödülünüzü başardığım için değil, daha fazla yazmam için veriyorsunuz zaten" demiş ve yazmaktan tümden vazgeçmiş. Okulda da teşvik için verilen fazladan notlar yanındaki arkadaşında haksızlığa uğramışlık duygusu yaşatmış ve bir çocuk öğretmenine, "Eğer onunkiyle benimkine aynı notu veriyorsanız benimkinin daha güzel olmasının hiç önemi yok demek ki, haksızlık bu" demiş ve ödevini yere atarak çiğnemiş. Ödül verirken adaleti sağlamak çok zordur. Dediğim gibi, anababa ve öğretmenler ödül vereceklerse sayımdan başka bir şeye zamanları kalmaz.

6-  Yokluğu ceza gibi algılanır.  
"Anne dişlerimi fırçaladım, saçlarımı taradım ama bir şey demedin/yapmadın" diyen bir çocuk en azından daha önce  "Aferin" almaya alıştırılmış demektir. Alamayınca da yaptığı işin beğenilmediğini düşünür ve bu ödül yokluğunu ceza gibi algılar. En önemlisi de ödüle alıştırılmış çocukların ödül alamadıklarında yaptıklarından tamamen vazgeçmeleridir. Çünkü çocuk olumlu davranışını, o yaptığı davranışın sonucunda hissettiği iç ödül yerine, anababasının/öğretmeninin verdiği dış ödülle eşleştirmiştir. Bu dış ödül kalkınca ona bağlı olan davranış da doğal olarak yok olur.

7-  Fazlası kanıksanır.  
Çocuk ödüle alıştığı için fark etmez hale gelir. Ödül ona göre artık doğallaşmıştır. Ödülü veren anababa da, alan çocuk da zaman içinde bir gariplik olduğunu, artık onun işe yaramadığını anlar ve ne yapacaklarını bilemez duruma gelirler. İşte bu nedenle dış ödül vererek çocuğu çocuk bırakmak yerine, onun kendi iç ödüllerini alıp sorumluluk duygusu geliştirmesine, dolayısıyla birey olmasına izin verilmelidir.Dış ödüllerin soyut olarak "aferinler, övgüler", somut olarak da bazı armağanların olduğu açıktır. Peki iç ödül nedir? Çocuğun yaptığı ya da yapmadığı bir davranıştan hoşnut olması, haz, gurur, başarı, mutluluk vb. gibi duyguları hissetmesi onun için iç ödüldür. 

ÖRNEKLEYELİM:
Minik yavrunuzun küplerden kule yapmaya uğraştığını düşünün. Başarınca hissettiği duygular (sevinç, …..) onun iç ödülüdür, sizin aferininiz dış ödüldür. Minicik yavru bir duygu hisseder ama henüz duygularının adını koyamaz.  Annesinin "Kendi kendine başardın" diye bir geri bildirim vermesi, çocuğun kendi ile ilgili farkındalığını sağlar. Bu arada siz de sevinmişsinizdir. Aferin yerine "Sen sevindin, ben de sevindim" diyebilirsiniz. 

Ancak çocuğun iç ödülünü almasına izin verdiğimiz pek söylenemez. Çünkü, annelerin, çocuklarının yaptığı işlerin kusursuz olmasını istemek gibi gizli bir gündemleri vardır. Çocuk kulesini yapmaya çalışırken bu gizli gündem devreye girdiği için anne kendisini tutamaz ve  "Bir tanem bak,  küpleri şöyle tam üst üste gelecek biçimde koyarsan kulen devrilmez" diyerek düzeltip çocuğun belki birincide olmasa da ikinci, üçüncü denemesinde kulesini yaparak başarma duygusunu tatmasına engel, bundan da kötüsü ben beceremiyorum düşüncesiyle yetersizlik, güvensizlik duygularını yaşamasına neden oluruz.  Oysa çocukların oyunlarına müdahale etmeden, ancak gördüğümüzü göstererek, reddedilmedikleri bu kabul ortamında kendi kendilerine bir şeyleri deneyip, başarıp iç ödüllerini alabilmelerine izin verebiliriz. 

Övgü, çok masum görüntü veren tam bir ödüldür. Ayrıca övgünün de gizli bir gündemi vardır ve çocuklar,  bu gizli gündemi yani eleştiriyi hemen yakalar. "Saçların bu gün çok derli toplu" dendiğinde, "Diğer günler dağınık" denmek istendiğini; "Bu gün hiç yaramazlık yapmadın, aferin" dendiğinde "Diğer günler yaramazsın" çıkarımını kolaylıkla yaparlar. Övgüde bir değerlendirme ve "Ben senden üstünüm" mesajı vardır. Övgü yerine "Olumlu Ben-İletisi" ve gerektiğinde de "Etkin Dinleme" kullanmak en doğru iletişim biçimidir.

Ödül ve ceza kullanılan ev ve sınıflarda dış denetim olduğu için çocuklarda iç denetim gelişmez. İkisi bir arada asla olamaz. Dış denetimle çocukları uslu olan öğretmenlerin öğrencilerinin, öğretmen arkasını döndüğü anda bir birlerine yapmadıkları kalmaz, hele öğretmen sınıftan çıktığında çılgın gibi davranırlar. Dış disiplinle yönetilen çocuklarda baskı kalktığı anda istenilen davranışların tersini yaptıkları görülür. Oysa korkudan değil, sevgi ve saygıdan beslenen çocukların, öğretmenleri sınıftan çıktığı zamanlarda da sınıfta öğretmenleri varmış gibi davrandıklarına defalarca tanık olmuşumdur. 
Ödül-ceza kullanmak demek, çocuğun ne yapacağına ya da yapmayacağına büyüklerin karar vermesi demektir. Çocuğun söz hakkı yoktur. İşte bu nedenle:

ÖDÜL VE CEZA
1- Karar verme yeteneğinin gelişmesine engel olur.
2- Kendini idare edebilmeyi yok eder. Dolayısıyla iç denetim ve sorumluluk duygusu gelişmez.
3- Kendine güven duygusu gelişmez.>
4- Bağımlı çocuklar,  bağımlı yetişkinler olur.
5- Tartışmayı, özgür düşünceyi değil, itaat etmeyi öğretir.
6-  Uyarlanmış çocuk benlik durumunu büyütür. (Çekingen ya da saldırgan)

Bu maddelerin her biri için çok şey söylenebilir, ancak en önemli olarak gördüğüm 5. madde üzerinde durmak istiyorum. 
Bazı çocukların ve gençlerin güçle baş etme yöntemi olarak pes edip boyun eğmeyi seçtiklerini biliyoruz. Gordon, disiplin yanlılarının, otoriteye boyun eğilmesini her şeyden çok istediklerini ve çocuğa itaat etmeyi öğretmenin en değer verdikleri amaçları olduğunu söyler. Bir başka yerde de beni yüreğimden kavrayan şu cümleleri söyler: "Otoriteye itaati bir erdem gibi görmek yerine, topluluğumuzun bir hastalığı olarak görmemiz gerektiğine inanıyorum. Kendilerine yapmaları söylenenleri hiç sorgusuz yapmaları gerektiğine inanan yurttaşlar yetiştiriyoruz. Bu yaklaşım ailede başlar, okullarımızda, askeriyede, dini topluluklarda ve iş yerlerinde pekiştirilir. Başkalarına boyun eğmeye koşullandırılan kişi, kendisini başka birinin isteklerini yerine getiren bir araç olarak görür ve artık kendi yaptıklarından sorumlu olmadığını düşünür."

1960'lı yıllarda Yale Üniversitesi'nde Psikolog Stanley Milgram ve arkadaşları ödül alan (!) bir araştırma yapıyorlar.
Öğrencilerine, "Bir deney yapacağız ve insanların nasıl öğrendiğini anlamaya çalışacağız. Deneklerin ellerine elektrotlar bağlayacağız. Yaptıkları her hatada siz düğmeye basacaksınız ve onların ellerine elektrik akımı geçecek. Her hatada akımı yükselteceksiniz" demişler. Aslında öğrencilerin öğrenmelerini test edeceklerini sandıkları insanlar (rol yapan aktörler) çalışmanın deneği değil, denek olan öğrencilermiş. Çalışmanın asıl amacı, öğrencilerin otoriteye (profesöre) itaat etme ile etmeme iç çatışmasını nasıl çözeceklerini incelemekmiş.

Bu çalışmada öğrencilere insanların nasıl öğrendikleriyle ilgili bir deney yapacakları söylenir. Yönerge şöyledir: Öğrenciler, rastgele seçilmiş olan deneklerin her yanlış yanıtı için, parmaklarına bağlanmış olan elektrotlara elektrik akımını geçirecek düğmeye basacak, yanlışlar arttıkça akımın şiddetini de yükselteceklerdir.  Aslında öğrencilerin denek sandıkları kişiler tiyatro oyuncularıdır ve asıl denekler öğrencilerdir. Deneyin amacı öğrencilerin şiddeti giderek artan akım vermelerini isteyen otoriteye itaat mi edeceklerini, yoksa acı çeken insanları görünce inisiyatif kullanarak otoritenin isteğini ret mi edeceklerini, yani bu çatışmayı nasıl çözeceklerini incelemekti. Çalışma başlayınca gerçekte elektrik akımı almayan oyuncular önce sözle itiraz ediyor, sonra akım şiddetlenmiş gibi inliyor, acı içinde bağırıyor, en nihayet bırakılması için yalvarıyorlardı.

Milgram, deneyin sonucunu çok dehşet verici bulduğunu söylüyor. Çünkü deneklerin üçte ikisi "itaatkâr" öğrenciler olarak hocalarının dediğini uygulamış. Bazıları "Adamın orada canı yanıyor, o çığlıklar atarken devam edemeyeceğim" diyerek bitirmiş, ama üçte ikisi sürdürmüş. Öğrencilerden bazıları yaptıklarının yanlış olduğunun ayırdında olduklarını ama otoriteye itaatsizlik edemediklerini söylemişler. (Ne büyük zorluk). İtaat edenlerdeki yaygın düşünce, hareketlerinden kendilerini sorumlu görmemeleriymiş. Her biri kendisini kabul edilemeyecek bu davranışı seçen bir kişi olarak değil, dış otoritenin bir aracı olarak görüyor ve sadece işlerini yaptıklarını söylüyorlarmış. Milgram, "Sorumluluk duygusunun kaybolması, otoriteye boyun eğişin en kapsamlı bir sonucudur. Otoriteye itaat sorumluluk duygusunu ve kendini denetlemeyi yok eder" sonucuna varıyor.

Ödül ve ceza ile eğitilen çocuklar büyüklerini mutlu edecek kabul edilebilir davranışları yapmayı, ceza almamak için mutsuz edecek, kabul edemeyecekleri davranışları yapmamayı öğrenebilirler.  Bazı büyükler için bu istenen bir durumdur. Ancak, böyle çocuklar yeniliğe kapalı,  kendini yönetemeyen, başkalarının istediği gibi davranan, yaratıcılıktan yoksun büyükler olmaya adaydırlar. Çünkü değişip gelişmekten çok, uymayı öğrenirler. Yeni bir şey denemektense, kendilerine ödül getirecek ya da cezadan koruyacak kalıplara uyarlar.

Amerika'da tecavüze uğrayan küçük çocukların aileleri araştırılmış, hepsinin çocuk eğitiminde baskıcı yöntemi kullandıkları görülmüştür. Evde büyüklerine "Hayır" demeyi öğrenmemiş çocuklar, kendilerini kurban olarak seçen yabancı büyüklere de doğal olarak "Hayır" demeyi bilemiyorlar.

Ödül ve cezanın çocuk üzerinde nörotik etkileri vardır. Ödül ve ceza bir gün olur, ertesi gün anababasının iyi yanına geldiği için olmazsa, bu yöntemle çocuk eğitemeyeceği gibi gerçekten ona çok büyük zararlar verir. 

Yine bir deneyden söz edeceğim: Bir fareyi iki minik kapının karşısındaki yaylı bir platforma koymuşlar. Kapılardan birinin üzerinde yeşil kare deseni, diğerinde kırmızı bir üçgen var. Fare yeşil kareli kapıya zıplayınca kapı açılıyor, arkasındaki peynir farenin ödülü oluyor. Sonra kırmızı üçgenli kapıya zıplatılıyor, kapı açılmıyor ve çarpıp yere düşüyor. Bir iki zıplayıştan sonra kırmızı üçgenli kapıya zıplamamayı öğreniyor. Çünkü orada ceza var.  Bu öğrenme gerçekleşince farenin tutarsızlıkta ne yapacağını görmek için renkli şekiller kapılara rast gele konuyor. Yeşil kareliden çıkmasına alışık olduğu peynir bazen çıkmıyor, bazen kırmızı üçgenli kapıdan çıkıyor vs. Farecik strese girip pes ediyor ve nörotik davranışlar göstermeye başlıyor. Bir hafta sonra da zavallıcığın tüyleri dökülüyor. İşte böyle sevgili anneler babalar fazla söze gerek yok.

Bir de güç kullanmanın anababa üzerindeki etkilerine bakalım:

GÜÇ KULLANMANIN BEDELİ
* Bir insan, başka birini denetimi altında tutmaya çalışınca tepki almayı da beklemelidir.
 
* Denetim altında tutan, denetlediği kişilerin tehdidini sürekli olarak hisseder.

* Bir yerde baskı ile disiplin bir norm ise, isyan kaçınılmazdır. (Yöneten sertleşince yönetilen kurnazlaşır: Çin atasözü)

* Güç, kullananın etkisini azaltır ve kullandığı kişiye karşı yabancılaştırır, bu uzaklık etkiyi daha da azaltır.

* Güç, kendini yok eder.

Bırakın cezayı ödül için bile son sözü, hep ödül alan bir çocuğa bırakıyorum. İçimdeki Çocuk Dergi'sinden almıştım.



Ödül-ceza kullanmadan, etkili iletişim becerilerini kullanarak körü körüne itaat eden değil; düşünen, sorgulayan, "Ben de varım" diyen evlâtlar yetiştirmeniz dileğiyle…

Bir sonraki yazıda  "Değerler" konusuna değineceğim.


Copyright 2007-2024 ® NETATÖLYE - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz alıntı yapılamaz.