Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
DOĞUMA DOĞRU
Op. Dr.  HAKAN ÇOKER
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı
Yazı Boyutu:
Doğumda bebekler ağlamalı mı?

Doğum anı ve doğumdan sonraki ilk birkaç saat bebek-anne bağının kurulması açısından kritik saatlerdir. Hiçbir müdahale veya ilaç etkisi altında kalınmadan yapılan doğumlarda anne ve bebeğin karşılıklı salgıladığı hormonlar bu ilk aşkın kurulmasında hayati rol alırlar. Bu ilk aşk dolu sevgi bağının kurulabilmesi için doğal olarak doğan bu bebeklerin annelerinden uzaklaştırılmak yerine kordonu bile kesilmeden anne kucağı ile buluşturulması gerekir. Bu sayede doğumda bebekler üzerinde oluşabilecek psikolojik travmalar hiç yaşanmaz, bebek kendini güvende hisseder, sevildiğini hisseder.

Bu ilk dakikalarda anne-bebek bağının en kısa sürede kurulması artık tartışma olmaktan çıkmış insancıl ve bebeğe saygılı doğumun vazgeçilmez bir gerçeği olmuştur. Peki, gerçekler bu kadar önümüzde olduğu halde biz doktor ve ebeler doğum anına ve bebeğin doğumda yaşadıklarına ne kadar saygılıyız?

Ülkemizde yapılan standart bir doğum anında bebeklerimizin yaşadıklarına bir bakalım:
Doğum odasında bir kargaşa, bir koşturmaca, bir gürültü hakimdir.

Doğum yapmak üzere olan kadına enerjisinin büyük kısmını açılma döneminde dikkatsizce harcadığından yorgundur.

Gebemize sürekli neler yapması gerekiği yüksek sesle anlatılmaktadır. Zaten panik bir halde olan gebemiz bu anlatılanların çoğunu duyamaz bile, tek yapmak istediği bir an önce doğurup bu gerginlikten kurtulmaktır. (Aslında farkında olmadan bebekten kurtulmaya çalışmaktadır.)

Bir de bizlerin daha çok ıkınması için dikkatsizce sarf ettiği, “Çabuk ıkın, bebeğin zor durumda, yoksa ölür...” gibi cümleler onun tedirginliğini ve başarısız olma ve bebeğini kaybetme duygularını arttırır.

Bu olumsuz şartlar altında bebeğimiz bir şekilde başını çıkarır... Bu yeni dünyada ilk karşılaştığı şey ilk defa görecek gözlerine tutulmuş spot ışıklarıdır. Gece yarısı uyandırılıp gözünüze projektör tutulduğunu hissedin, gözleriniz yanar, korumak için sımsıkı kapatırsınız. Bebeğimizin de başına gelen budur.

Ardından biri başından tutarak onu güçlüce çeker. Uyandığınızda başınızdan çekildiğinizi hissedin... Bebekler de aynı aynı duyguları yaşar.

Bebeğimiz doğar doğmaz, ilk defa yerçekimi ile tanıştığı bu anda biri onu ayaklarından tutarak ters çevirir, yaşadığı duyguları hayal bile edemiyorum... Hatta ayaklarına vurur bir an önce nefes alsın diye. Bu darbelerin onda yaratacağı travmayı hissedin.

Ve ilk nefesini alır. İlk nefes... İlk defa sigara içtiğinizi veya ilk defa alkolle tanıştığınız günü hatırlayın. Evet, bu ilk nefes onun için yabancı bir histir, belki de akciğerleri bu nefesle yanar...

Daha bu nefese alışamadan kordonu aniden kesilir, oysa yaşamsal tüm gereksinimleri oradan geliyordur, oksijen gereksinimi de... Kordon onun için güvendir. Birdenbire onun için güvenli olan kordon yerine bu acı dolu nefesle karşı karşıya kalmıştır.

ÇIĞLIK ÇIĞLIĞA AĞLAR…
Gözleri ışıktan kamaşmış, akciğerleri yanıyordur ve başaşağı durumda yerçekimiyle tanışmıştır..

Ağlar... Belki geri huzurlu yuvasına dönmek ister belki de annesinin güven dolu yakınlığını hissetmek ister. Bu yüzden ağlar... “Annem nerede?” diye ağlar...

PEKİ, BİZ NE YAPARIZ?
Onu annesiyle buluşturmak yerine arkada mekanik bir masaya atarız. Lastik eldivenler, metal aletler, oksijen tüpleri, aspiratörlerle dolu tamamen yapay bir ortam yaratırız ona.

O hiç dokunulmamış hassas cildini bizim için normal ama onun için kaba, zımpara gibi kumaşlarla sileriz. Güya onu temizleriz.

Boğazından içeri lastik hortumlar sokup içindeki sıvıyı almaya çalışırız.

Ve o sürekli bağırır, “Annem nerede, annem nerede, neresi burası?”

Ve kapatır kendini; ellerini ve ayakların kasar, tehlike olarak algıladığı bu anda kendini kapatır ve korumaya çalışır.

Ve sürekli ağlar, ağlar, ağlar...

Ve ne büyük bir ironidir ki biz o ağladıkça mutlu oluruz. O acı çektikçe mutlu oluruz.
Anne mutludur, bebeği doğurmuş ve o gerginlikten kurtulmuştur. Doktor mutludur, başarı, kalbi atan ve nefes alan bir bebeği anneye teslim etmektir onun için...

Peki ya bebek? Bebeği hiç fark eden oldu mu?

O HALA AĞLIYORDUR!
Peki bunu düzeltmek mümkün mü? Bebeklerimizi bu travmadan kurtarmak çok mu zor?

Aslında çok basit uygulamalarla bebeklere saygılı ve insancıl bir doğum odası ve doğum planlamak mümkün.

Mesela, önce anneyi eğiterek başlasak işe ve annenin doğum boyunca yaşayacağı korkular üzerine çalışsak.

Sakin, korkusuz ve gevşemiş, doğum süreci ve doğum anı hakkında bilinçli bir anne sakin bir doğum demektir. Doğumda coşku hatta ağrısız bir doğum demektir. Tüm doğal ve sevgi odaklı hormonların mükemmel uyumu ve salınımı demektir.

Sonra doğum odasında doğum işini bu gebemize bıraksak, ona güvensek. O bedeninin yönlendirmesini izleyerek doğal güdülerini kullansa. Ikınması gerektiğini hissettiğinde ıkınsa. Onu paniğe sevketmesek, sabırlı olsak...

Doğumda anneye ve bebeğe güvensek...

Ve sessizlik sağlasak doğum odasında...

Doğum kutsal bir andır ve tüm kutsal yerlerde ve olaylarda sessizlik hakimdir... Bizler sadece izlesek, sadece yanında olduğumuzu hissettirsek...

Ve o bebeğin gözünü yakan spotları kapatsak. İnanın hiç ihtiyacımız yok bu spotlara doğumda.

Bebeklerimiz doğumun ilk saniyesinde kapamasalar kendilerini, bu şoku yaşamasalar.

Ve doğum anı. O ilk aşk için herkes hazır. Anne, “Hadi bebeğim” diye ıkınıyor.
Kargaşa yok, panik yok. Güzel bir ana tanıklık var sadece...

Herkes seyirci, sadece anne ve bebek sessizce çalışıyorlar.

Bebeğimiz doğar doğmaz daha “Neredeyim ben?” demeden annesinin onu bekleyen sımsıcak göğsü ve onu saran elleriyle buluşsa…

Kordonunu hemen kesmesek; en azından akciğerlerinden gelen bu yeni hissin ona zarar vermediğini anlayana kadar kordonun ona güven veren hissini korusak. Zaten birkaç saniye içinde bebeğimiz kontrolü ele alacak ve kordondaki kan akımı duracak. Onun bu geçiş dönemine saygı duysak.

ANNE BEBEK AŞKI İLK DAKİKADA BAŞLAR!
Ve o ilk karşılaşma... Salgılanan doğal hormonlar hem anneyi hem de bebeği bu ilk aşka hazırlar. Bu ilk bakışla anne bebek aşkı bu ilk dakikada başlar. Bebeğimiz aldığı ilk nefesten sonra annesinin göğsüyle buluşmuş ve sadece onun sesini duymuştur. Yeni bir dünyadır ama korkmasına hiç gerek yoktur. Çünkü annesini gebelik boyunca ona güven veren sevgi dolu kalp atışı yine ona güvende olduğunun hissettirmektedir. Bu yüzden panik olmasına gerek yoktur. Bırakır kendini rahatça, gevşer, sakin nefesler alır, annesini dinler, arada başını kaldırır ona bakar. Güvendedir, ağlamasına gerek yoktur. Ağlamaz bu bebekler...

Burada bir konuya açıklık getirmek lazım. Bebekler ilk doğduklarında refleks bir ağlama ile nefes alırlar ve bu yeni dünyaya “Merhaba” derler. Bu ağlama onların akciğerlerinin fonksiyon görmesi içi yeterlidir.

Doğumdan hemen sonra anneleri ile buluşunca bu ağlama bazen devam etse de çok agresif bir ağlama olmaz. Daha çok bir çeşit iletişim gibidir. Eğer anne huzurlu bir doğum yapmışsa ve bebeğine sıcak bir yaklaşımla o güzel sesiyle “Hoş geldin” diyorsa, o zaman bu ağlama yerini sakinlik ve huzura bırakacaktır. Yani doğduklarında oluşan refleks ağlamaları, doğum anına kadar yaşadıkları ve doğum anındaki duygulanımlarına bağlı olarak değişken özellikler gösterecektir.

İşte anneye ve bebeğe saygılı, daha insancıl bir doğuma imza atmak bu kadar kolaydır. Ama ilk değişimin önce kendi içimizde yaşanması gerekir.

Artık gözlerimizin önündeki perdeyi kaldırmalı ve annelerimizle bebeklerinin çektiklerini fark etmeliyiz. Sonra değişim kendiliğinden gelecektir. Annelerimiz ve bebeklerimiz kendilerine saygılı doğumlara kavuşacaklardır.

Bebeklerimiz doğumda her şeyin farkındadır. Yandaki resime bir bakın; bu bebeğin hiçbir şey algılamadığını söylemek mümkün mü?

DOĞUMU YENİDEN KEŞFETTİK!
Ben ve ekibim anne ve bebeklere saygılı daha insancıl doğumlar için çalışıyoruz. Ama inanın yılların alışkanlıklarını kendimizde bile yıkmak zaman alıyor. Doktor olarak doğumu, gebeyi yönetmeye o kadar alışmışız ki, her şeyin kontrolünü eğitim vermiş olmamıza rağmen gebeye bırakırken uzun bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Ancak doğumda bu sabrı göstermeye başladığımızdan beri doğumlara bakışımız değişti. Bizler yönetenden çok seyirci olmaya başladığımızdan beri gebelerimizden ve çiftlerimizin birbirlerine desteğinden çok şeyler öğreniyoruz. Bebeklerimizi annelerin göğsüne bırakırken çekiniyorduk, bir şey olur mu diye... Yılların alışkanlıklarını yıkmak kolay değildi. Ancak bebeklerimizi izledikçe onlardan öğrendik. Çok rahattılar... Ağlamadılar... Anneleriyle iletişim halindeydiler... Başlarını kaldırıp onlara baktılar... Konuşunca yüzlerini o yöne çevirdiler... Hatta güldüler... Bebeklerimizi yeniden keşfettik...

BEBEKLER HER ŞEYİ HİSSEDERLER
Fransa’da ev tipi doğum odaları, suda doğum ve anneye saygılı doğumun yaratıcılarından Michel Odent kitabı “Primer Sağlık” (Primal Health) kitabında doğuma kadar geçen süre, doğum anı ve doğumdan sonraki kritik zaman diliminde bebeklerin yaşadıkları travmalar ile erişkin dönemde karşılaştıkları davranış bozuklukları ve sağlık problemleri arasındaki bağlantıları irdelemektedir. Bu kitapta doğum anında bebeklerimizin yaşadıkları her şeyi hatırladıkları, bu yaşadıkları travmalar nedeni ile uzun dönemde davranış bozukluklarına eğilimli olduklarını anlatmaktadır. Sanayileşmeyle gelen kentsel hayattaki bireylerde görülen kendine ve başkalarına karşı sevgi eksikliklerinin kökenlerini doğum anında yaşananlarda aramakta ve bu konuda araştırmalar yapmaktadır. Bu yüzden doğum anına saygı, anne-bebek bağının sevgi dolu ve insancıl biçimde kurulması toplumsal barışın sağlanması, insanlarımızdaki bu sevgi eksikliğinin giderilmesinde hayati bir öneme sahiptir.

Doğum anında anne-bebek bağının kurulmasında bizlerin katkısının yanında asıl önemli olan doğal doğumda salgılanan hormonların düzgün salınımıdır. Doğumun doğallığı bu hormonlarda gizlidir. Doğum hormonları bu ilk aşkın oluşumunda hayati öneme sahiptir. Bu hormonlarların etkileri ve düzgün salınmaları doğal doğumun ve onun pozitif etkilerinin temelidir.

 

 


 


Copyright 2007-2024 ® NETATÖLYE - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz alıntı yapılamaz.