Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
YENİ BİLİNÇ
HÜRRİYET KALALI
Yeni Bilinç Yaşam Koçu
Yazı Boyutu:
Anlamak değişimdir!

Krişnamurti, “anlamak değişimdir” diyor.

Anlamak ve değişim. Bu iki kelime nasıl biraraya gelebiliyor? Bu iki kelimenin gerçek anlamı nedir? Ve gerçekten bu iki kelimeyle kastedilen değerli  bir şey mi? Yani istenilir, arzu edilir bir şey mi? Anlamanın getirdiği değişim nedir ve biz bu değişimi istiyor muyuz?

Anlamakla başlayalım isterseniz. Anlamak, hayatımızda doğan sonuçların, oluşan olayların, karşı karşıya kaldığımız etkilerin nedenini bilmektir. Neden öyle oldu? Ya da neden öyle oluyor? Buna gerçek bir cevabımız varsa, durumu anlamışız demektir. Anlamak, sonucu yaratan etkileri ölçebilmek demektir.

Krişnamurti’ye göre, bu ölçüm gerçekse, anlayış  gerçekten doğmuşsa, değişim başlamıştır. Ve bu değişim mutlaka olumlu yönde gelişecektir.

NEDEN ANLAMAK İSTERİZ?
Biraz geriye gidelim. Neden anlamak isteriz? Neden, hayatımızda olan sonuçların arkasında yatan asıl nedeni bilmek isteriz? Görünüşe göre iki sebepten. Birincisi, sonuçtan hoşlanmadığımız için, zarar gördüğümüz için. Bundan kurtulmak motivasyonuyla anlamaya çalışırız. Eğer olup biteni anlarsam, mevcut koşulların zarar verici doğasını değiştirebilirim, umudu vardır. İkincisi, eğer olup biteni anlarsam, beni o olayın parçası yapan kişisel motivasyonumu ölçebilirim. Ve parçası olduğum deneyime hangi motivasyonla katıldığımı öğrenirim. Yani buradaki amacım, asıl elde etmek istediğimle elime geçeni karşılaştırmak için başlangıç motivasyonumu incelemektir.

Birinci bakış açısı, değiştiremediğimiz sonuçlar hakkında. Fizik yasaları, bedenin kısıtlılığı, güvenlik ve seks güdüleri gibi. Yaşlanmak ve ölmek gibi.

Engellenemez görünen, tabi olmaktan başka bir şey yapamadığımız bu yasaların arkasındaki sistemi anlayabildiğimiz oranda, onların zorlayıcı etkilerini minimize etmeyi öğreniyoruz. Böylece kendiliğinden işleyen doğa yasalarını lehimize kullanmayı öğreniyoruz. İnsanoğlunun doğanın işleyişi ile öğrendiği her bilgi, hayatını kolaylaştıran ve zenginleştiren bir teknolojiye dönüşüyor. Doğanın işleyişini anlamak, bizi avcı-toplar dönemden 21. yüzyıl uygarlığına taşıdı. Uçabiliyor, aya gidebiliyor, gezegendeki neredeyse her bireyi diğeriyle hemen hemen ücretsiz etkileşime geçirebiliyoruz. Bunların hepsi, belki de doğanın işleyişini henüz bebeklik seviyesinde anlamamızın yan ürünleri. Ve bebeklik aşamasında olduğumuzdan olsa gerek, öğrendiğimiz bilgiyi her zaman lehimize kullanamıyor, kendimize ve dünyaya zarar da veriyoruz.

Doğa yasalarını anlamak son 5 yüzyılda insanlığın tarihini kökünden değiştirdi. Krişnamurti’nin dediği gibi, doğanın işleyişini anlamak gerçekten de hepimizin hayatını değiştirdi. İnsanlar artık basit bir enfeksiyondan ölmüyor, artık çocuk felci, kızamık ve birçok ölümcül hastalık kolaylıkla tedavi ediliyor. Daha uzun ve sağlıklı yaşıyoruz.

PEKİ, NEDEN MUTLU DEĞİLİZ?
Tarihsel akış içinde, sadece bir yüzyıl öncesine nispetle, o zamandaki zengin ve güçlü bir asilzadenin yaşantısından çok öte; onun hayal bile edemeyeceği bir güvenlik, konfor, seksüel ifade zenginliğine sahip olduğumuz halde, neden mutluluk gerçekleşmiş gözükmüyor? Neden insanlık binlerce yıl önce olduğu kadar öfkeli, aç, umutsuz, kıskanç, mülkiyetçi, güvensiz ve korkak.

Bu soruların cevabı, sanırım ikinci önermede saklanıyor. Olayların parçası olurken bizi harekete geçiren motivasyonun farkında olmak. Duygular ve düşünceler mutsuzluk hissini yaratacak şekilde açığa çıkıyorlarsa, bunun anlamı nedir? Neden, mutlu, huzurlu, sağlıklı, bereket dolu, farkındalık dolu, gelişim dolu hayatlar süremiyoruz?

İşte bu soru, Krişnamurti’nin hipotezinin asıl konusudur. Bu sorunun cevabını bulmak değişimi başlatıyor. Esenlik dolu bir hayatı yaratmaya doğru bir akışı başlatıyor. Krişnamurti bize neyi anlamamızı öneriyor? Neyi fark edersek değişim başlayacak?..

BAĞIMSIZ BENLİĞİMİZİ YARATMAK...
Bağımsız bir benliği yaratmanın mümkün olduğunu anladığımızda, toplumsal var oluşun içindeki bir dizi rolle bağımlı kişiliklerden ibaret olmadığımızı anladığımızda, hayatımızın, rollerimizden ayrı olarak bir anlamı olduğunu fark ettiğimizde; bu anlamı keşfetmenin ve o anlamı yaşamanın her şeyden ama her şeyden daha önemli olduğunu fark ettiğimizde, Krişnamurti’yi anlamaya başlayacağız.

Bulunduğumuz yerden hareketle diyebiliriz ki, bizi mutsuz eden tüm hayat olayları, bir ya da birkaç rolle özdeşleşmemizden ve o rolleri canlı tutabilmek için de başka varlıkların enerjisine ihtiyaç duymamızdan kaynaklanır.

Elbette etkileşim içinde var olur ve büyürüz. Ve elbette yaşam deneyimlerimiz için bazı rollerle özdeşleşir ve o rollere inanırız. Çünkü inanmasaydık, o gerçek deneyimi yaratamazdık. Buna karşın, her rol bir dizi inancın kabulünü gerektirir. Ve her rol, yaşam deneyimlerimize duyduğumuz ihtiyaç nedeniyle tarafımızdan ve toplumsal benlik tarafından dizayn edilmiştir; ve tam da bu yüzden sonsuza dek var olamazlar. O rolü yaratan çekirdek inanç zayıflamaya, solmaya, yok olmaya yüz tuttuğunda, kendimizi o rolden ya da rollerden ibaret sandığımız için acı çekmeye başlarız. Çünkü varlığımızı neye dayandıracağımızı bilemeyiz.

O rolü ya da rolleri ayakta tutmak için, diğer insanlardan katkı bekleriz. Aşık, eş, anne, baba, evlat, patron, çalışan, dost vb. rollerimiz için, partnerlerimizin bizi canlandırmasını ve o rollere olan inancımızı bize yeniden vermesini isteriz.

Burada ekstra olarak söylemeye çalıştığım şey; acının, rollerimizi ayakta tutacağını umduğumuz partnerlerden kaynaklanmadığını vurgulamaktır. Bize asıl acıyı veren, artık o rolleri ayakta tutan çekirdek inancımızı hissetmekte zorlanmaya başlamamızdır. Acıyı yaratan varlık, bundan hoşlanmadığı için, dayanaksız kalmak korkusuyla, faturayı partnerlerine çıkarmaktadır. Birey partnerine, ya da partnerlerine; rolümü destekleyen inancımı ayakta tutacak denli inancımın kanıtlarını üretemiyorsun, demektedir. Halbuki aslında olan şey, bireyin o role olan inancının bitmeye yüz tutmasıdır. İşte, duygusal acının başladığı an, buna direnmeye başlanılan andır.

YENİ İÇİN BİR YOL YARATMAK
Krişnamurti, anlamak değişimdir derken, sanırım, ilk aşama olarak bunu söylüyor. Fakat bu kadar değil elbette. İkinci aşamada, insan, cevherinin sınırsız doğasına uygun olarak, giderek bağımsızlaşan bir kendi oluşa doğru akarken, bu akışı desteleyecek yeni rollerin, yeni inançların, kabullerin gelişmesi için bir yol yaratmalıdır.

Etkileşim evrensel bir yasa. Her an bir akışın parçası ve ta kendisiyiz. Etkileşim içinde var oluyoruz ve var oluşumuz sonsuza genişlemek eğiliminde. İnsan varlığı olarak deneyim alanımızın bir sınırı yok gibi gözüküyor.

Otantik bir benlik geliştirmek için bir yol yaratmak, tüm ruhsal büyüme yollarının özünü oluşturuyor. Amaçlanan; sonsuzluk içinde ayakta durabilecek bağımsız bir bilinçtir. İnsanoğlu bu bağımsızlıktan ürker. Onu yalnızlık ve güvensizlik hissiyle, beklenmedik olana açık olma korkusuyla karşılar.

Fakat insanoğlu bilmelidir ki; aslında, bir dizi rol modele dayandırılan kişilikler yalnızdır, güvensizdir ve beklenmedik olanın dağıtıcı etkisine açıktır. Ta ki bağımsızlığın, güvencesizliğin, bilinmezle olan yakın temasın asıl doğamızı yaratacağını keşfedinceye kadar.

İşte o zaman, sağlıklı etkileşimler, güvenlik hissinin içeriden dışarıya doğru genişlemesi ve gizemin farkındalığı bizi hep canlı, hep yeni tutacak.

O zaman yol bilinci oluşmaya başlamıştır.

Son kaygısı bitmiş, sonsuzluğun sezgisiyle edimlerimize yön vermek doğallaşmıştır.
Hiçbir rolle özdeşlemeden yeni bir bilincin yaratımı başlamıştır.

Tek tek içimizde bu devrimi gerçekleştirmek yoluyla, barış ve bereket dolu yeni bir uygarlığı
yaratabiliriz.

Bana göre Krişnamurti’nin anlamamızı istediği bakış açısı budur.




 


Copyright 2007-2024 ® NETATÖLYE - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz alıntı yapılamaz.