Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
Türkiye'nin en iyi ebeveyn sitesi
PROFESYONEL BİR BABA'DAN ANNELERE
Yazı Boyutu:
Kadının şifresi

 

Biliyorum ki bu yazının da kadının şifresinin çözülmesine faydası olmayacak. Kim çözebilmiş ki ben çözeyim kadını?

Yıllar geçtikçe sır olmaktan çıkan bir sürü olay, tedavisi bulunan onlarca hastalık, hayatımızı kolaylaştıran teknoloji ve benim aklıma gelmeyen, sizin bu yazıya ekleyebileceğiniz belki de yüzlerce, bilinmeyen olmaktan çıkan konu… Ama muallakta olan, hala çözülemeyen bir şey, biz erkeklerin karşısında dimdik, sapasağlam ve inatla duruyor. Bir şey dediğime bakmayın, kadın aslında “çok” şey.

Öncelikle tezahür şekilleriyle çok, kadın. Karşımıza önce anne, sonra kız kardeş, ardından arkadaş, sonra sevgili ve en nihayetinde eş olarak çıkıyor kadınlar.

Annemiz oluyor en çok sevdiğimiz kadın önceleri. Sonra değişiyor duygularımız, annemizin üzerine gül kokluyoruz biz erkekler, hayasızca. Bilmeden, dünyanın en karşılıksız sevgisini bir başka sevgiye değişiyoruz. Bir sevgilimiz oluyor, ama onun sevgisinin, anne sevgisinden farklı olduğunu sonradan anlıyoruz.

Bu sevgi biraz acıtıyor. Veren değil de alan cinsinden. Bir iki acıdan sonra anlıyoruz ki, sevmek çok başka bir şey. Tek başına bir anlam ifade etmiyor sevmek, yanında sevilmek olmayınca…  Her defasında “İşte bu” diyoruz ama, sevgiler de kadınlar gibi değişik tezahür ediyorlar, yanılıyoruz. Bir önceki tecrübenin, yaşananların diğerine faydası olmuyor, çözemiyoruz olayı. Off,  bir de olgunluk durumları var tabii ki. Biz erkekler, çok daha geç olgunlaşıyoruz kadınlardan. Biz olgunlaşıp kıvama gelene kadar atı alan Üsküdar’ı geçmiş oluyor. Biz de yeni ufuklara, maceralara yelken açıyoruz, “Rastgele” diyerek, en sonunda rastgeleceğini umarak…

BÜYÜLÜ BİR DÖNEM…
Ve gün geliyor, yaş kemale eriyor ya da zamanı geliyor, hayatımızın kadınını buluyoruz. Ya da onlar bulmamıza izin veriyorlar biz de “Biz bulduk” diye seviniyoruz. İşte çözdük olayı, çözdük ki evlenebiliyoruz.

Evliliğe hazırlık süreci, kesinlikle büyülü bir dönem. Balayı da adı üstünde, çok güzel. Ancak hemen sonrasında gerçek hayat başlıyor, birlikte yaşamaya ve gerçekten paylaşmaya başlıyoruz. Aslında bunları yapmaya çalışmaya başlıyoruz. Çünkü hemen farkına varıyoruz ki, ne siz o sevgili olan adamsınız, ne de eşiniz sevgiliniz… Bocalıyorsunuz mutlaka, bocalamayanın çok az olduğunu iyi biliyorum. Toparlamaya çalışıyorsunuz. Bu süreç uzun da sürebiliyor. Toparlayabilenler devam ediyor, başaramayanlar maalesef yolları ayırıyorlar.
Sonra anlıyorsunuz ki evlilik, birbirini anlama ve hoşgörüden başka bir şey değil. Aslında bana göre evlilik, bir zanaat. Bir ağaç parçasını, yavaş yavaş, sabırla, sevgiyle, saygıyla işleyerek yaratılan muhteşem bir el oymasının ortaya konulması gibi.

Anlayış ve hoşgörü... Günümüzde yavaş yavaş uzaklaştığımız bu iki olgu, evliliğin de temeli. Mecburuz bunlara, mutlu ve uzun bir evlilik için.

ZOR ADAMIMDIR, AMA…
Ben zor bir adamımdır, bir günüm bir günümü tutmayabilir, zordur benle yaşamak. Bir de üstüne, çok çalışan benle yaşamak, çok daha zordur. Bu zorluğuma, bu çalışma tempoma, bu kadar seyahatime ve evden ayrı kalmama, çocuğumuzun sorumluluğunun çoğunu tek başına almayı başka bir kadın kabullenebilir miydi, bu hayata dayanır mıydı bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Umrumda bile değil.

Umrumda olan ve bildiğim, benim dünyalar iyisi, anlayışlı ve hoşgörülü bir eşimin olduğu, canım eşim Tuğba’nın olduğu. Allah’ın şanslı kullarından olduğumu düşünüyorum bu açıdan. Hep diyorum “Ben olsam bana katlanmazdım” diye, Tuğbam katlanıyor, sağolsun...

25 Ekim’de yeni yaşına giriyor Tuğbacığım. Mutlu yıllar diliyorum sana aşkım, en sağlıklısından, hep birlikte, sevinçle. Teşekkür ediyorum varlığına ve bizim için yaptıklarına. Seni çok seviyorum...

Ben bu arada şifreyi çözebilmiş miyim sizce? Yoksa, çözülen ben mi olmuşum?


Copyright 2007-2024 ® NETATÖLYE - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz alıntı yapılamaz.